.

.
.

5 Mart 2025 Çarşamba

BİR GÜNLÜĞÜ 6 (SAYIKLAMALAR) / 5 MART

Birazdan kuaföre gideceğim. Hastalık nedeniyle ihmal edilmiş saçlarım fena halde uzadı, dipten gelen beyazlar ve genetik nedeniyle tepeden seyrelen saçlar görüntü kirliliği yaratıyor 😂 Baba tarafına çekmişim, halalarımın hemen hepsinin tepe saçları yaş ilerledikçe seyreldi, genetik kodlarını bana da geçirmişler, oysa annemin saçları benim yaşımdayken çayır gibiydi ve neredeyse ağarmamıştı bile. Keşke dünyaya gelmeden kime çekmek istediğimizi sorsalardı 😂Annem yaptığım bir şeyi beğenmediyse ya da inat ettiysem "Çektiğin damar kurusun" derdi, kimleri kast ettiği malum 😄

Böyle baba tarafı, anne tarafı deyince geçmişe gittim bir an, herkesin sağ ve sağlıklı olduğu zamanlara. Yaz tatillerimiz ikiye bölünürdü bizim, bazen de üçe. Ulukışla'ya dedenin bahçesine, Niğde'ye büyük teyzenin bahçesine ve bütçe o yıl uygunsa deniz tatiline.

Dedemin devasa bir bahçesi vardı, E5 karayolu üstünde. Her çeşit meyve ağacı göz alabildiğine bir arazide uzanırdı. Ağaçların bittiği yerde asmalar başlardı. Eğer babaannemin canı istemişse yan tarafta da koca bir bostan olurdu. Şahane bir bahçeydi, orada yediğim bazı meyveleri bir daha hiçbir yerde ne gördüm, ne yedim. Mayhoş bir elma vardı mesela, iri, üstten basılmış gibi yayvan, sarı kabuklu. O kabuklar bıçağa gerek kalmadan elle zar gibi soyulurdu. En çok o ağaca musallat olurdum. Dedem ağaçlara meyvesini seven insanların ya da fidesini aldığı kişilerin adını verirdi. Bu elma benim adımı taşırdı. Çeşit çeşit üzüm yetişirdi, hiçbirinin tadını bilmem. Çünkü ben onları korukken tüketirdim. Babaannemin verdiği kavanoza doldurur, üstüne tuz serper, çalkalar dururdum ağzım sulanarak. Koruk terletmesi idi bunun adı, canım nasıl çekti şimdi bir bilseniz. Bahçenin tüm güzelliğine rağmen medeniyetten uzak olması biraz canımı sıkardı. Elektrik yoktu, su epey uzaktaki bir kaynaktan temin edilirdi. Tuvalet bahçenin bir köşesine kondurulmuş, kazılmış çukurun üstü gıcırdayan tahtalarla kapatılmış, arıların, sineklerin vızıldadığı kerpiç bir kulübe idi, nefret ederdim. Gündelik hayat bahçede geçer, geceleri hepimiz büyükçe bir odaya sığışırdık. Yanan gaz lambasının alevi gölgeleri büyütür, dedemin horultusu uykularımı kaçırır, tedirginlik içinde uyumaya çalışır, sabaha da karasineklerin vızıltılarıyla uyanırdım O yüzden meyvelerin tüm tadına rağmen bir an önce oradan ayrılıp Niğde'deki bahçeye kavuşmayı beklerdim. 

Bu fotoğraf o bahçedeki elma ağaçlarından biriyle, saç örgümün teki de çözülmüş niyeyse. İlkokuldayım. Bahçe babaannemin ve dedemin ölümünden sonra ilgilenecek kimse kalmayınca söktürülüp tarlaya çevrildi.

Dedemin bahçesindeki günler bitince E5 karayolundan el ederek durdurduğumuz Niğde yönüne giden araçlardan birine binerdik. İndiğimiz yerde bir fayton kiralar, yüzümüze vuran esintinin ve atların nal seslerinin verdiği huzurla Çayır Mahallesi'ndeki teyzenin bahçesine yollanırdık. Bu bahçe şehir içinde idi, dolayısıyla elektriği vardı, suyu da avludaki (ki biz oraya hayat derdik) kıpkırmızı tulumba sağlardı bize. Muhteşem bir bahçeydi. Teyze ve ailesi yazları göçerlerdi buraya, kışlık evleri de çok yakındı zaten. Küçük, taş bir ev vardı bahçenin ortasında, ön tarafı göz alabildiğine meyvelik, arka tarafı ise devasa bir kavaklıktı. Benim hatırlamadığım zamanlarda arılık, şimdilerde depo olarak kullanılan küçük taş bir bina daha vardı, arada bir geçmişin hatırası birkaç arı dolanırdı etrafta. Büyük teyzenin çocuklarının yaşı annemden ziyade bana yakındı, çocukluk günlerimin en güzellerini bu bahçede onlarla geçirdim, adeta prenses muamelesi görürdüm. Sabahları bahçeden toplanmış taptaze domatesler, biberler, salatalıklar süslerdi kahvaltıları. Çoğu elma, her çeşit meyve emrime amadeydi. Tulumbadan su çekmeye doyamazdım. Bir de inek vardı hatta Kurtuluş isminde, 27 Mayıs 1960'da doğmuş, o yüzden bu adı almıştı. Sabahın erkeninde teyze kızı süt sağarken başında heyecanla dikilip fışırtıları dinlerdim. Her gün bir şölen gibi geçerdi orada. Şimdiyse o güzelim bahçe de çarpık şehirleşme kurbanı oldu, bırak bir tek ağacı ot bile kalmadı yerinde, betona kesti her yer.

 Bu da o bahçeden, ortaokuldayım, yanımda kuzenlerden birinin minik oğlu. Her anı eski bir film şeridi gibi zihnimin köşelerinde saklı. İyi ki diyorum, iyi ki yaşamışız o bahçelerde...

"Rüya gibi bir yazdı, yarattın hevesinle
Her rengini, her şiirini, her zevkini hazdan
Hâlâ doludur bahçeler o en tatlı sesinle
Bir gün bir uzak hatıra özlersen o yazdan"
 
 Yahya Kemal Beyatlı


5 yorum:

  1. benim de annemin hâlâ gür saçları varken benimkiler keltoş babamın izinden giderek baya bir döküldü vallahi. ne diyelim, kader :)
    o bahçeler, büyüklerle geçirilen yazlar...hepimiz için tadı damağında kalmış günler sanırım, bahçeler, yerler farklı olsa da verdiği güven ve mutluluk hissi aynı çünkü...

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel hatıralar. Bir insan ömrüne ne büyük değişimler sığmış. Şaşmamak elde değil.

    YanıtlaSil
  3. Çok sinematografik bir yazı olmuş. O bahçelerde gezindim okurken. Ne güzel hatıralar. Ve ne büyük bir şans çocukluğun böyle geçmesi.

    YanıtlaSil
  4. Birbirine yakın dönemlerin çocuklarının anıları da birbirine yakın, aynı şeyleri yaşamız. Tuvaletlere varana kadar. Bağlı bahçeli evlerde sadece yazları geçirmek süperdi de kışlarını düşünemiyorum:)

    YanıtlaSil