.

.
.

22 Ekim 2015 Perşembe

GÜNLÜK





Görsel: Buradan

Sezonun ilk tarhana çorbasını pişirdik hayırlısıyla, resmi sonbahar açılışı diyeceğim ama burası Antalya. Daha pastırmalı pastırmasız çok sıcak yapar. Dün öğleden sonra başlayan yağmur-hoş buna yağmur demek hafif kalır, ufak çaplı bir tufan diyelim-"hımm, galiba yaz bitiyor" dedirtti. Bir süre bekledim, apartmanın altında biriken gölcüğe gemisiyle Nuh yanaşır mı diye ama gelen giden olmadı. Böyle kısa süreli tufanlara gönül düşürmüyor sanırsam. Zaten sonra dalga geçer gibi güneş çıktı. Şaşırdım mı? Hayır, bu memleketin netameli havalarına alışkınız biz. Yine de yağmurun gazıyla tarhana pişirmeye karar verdim, verdim vermesine de evde tarhana stoku tükenmiş. Bu memlekette üzerinden yaz geçen tarhananın kanatlı konukları olacağı için Ankara'ya giderken tüm kuru erzakları ya yanıma almış ya da elden çıkarmıştım. Eee niyet ettik bir kere, ne olacak şimdi? Beis yok, apartman komşuların yiğenlerin olunca alırsın eline tası, çalarsın kapılarını, "şu yengenize bir pişirim tarhana" dersin. İkiletmezler sağolsunlar, kapar tarhanayı, koyarsın ateşe. Sonrası afiyet olsun. 

Bu aralar hala tam anlamıyla sağalmamış ruh halimden dolayı tek yapabildiğim kitap okumak, bazen de film ya da dizi izlemek. Dizi derken TV'den değil hafazanallah. Şu aralar elimden gelse TV'yi kilide vuracağım ama evde yalnız yaşamıyorum. 6. sezonu başlayan "Downton Abbey"in ilk beş bölümünü muhteşem Lady Grantham'ın entrikalarına gülerken izlemiş bulunuyorum. Yine 4 bölümlük bir mini dizi olan "Olive Kitteridge" de bir ütü seansı sırasında tüketiliverdi. Sırada Lale'nin önerisiyle "North&South" var.

Kitaplara gelince yer gibi okuyorum bu aralar, neredeyse günde bir tane ve genelde iyi çıkıyor elime aldığım kitaplar. Pazartesi'den bu yana "Kelebeklerin Yazı" ve "Kağıt Ev"i bitirdim, Ayşegül Devecioğlu'nun ilk romanı olan "Kuş Diline Öykünen"i ise yarıladım. Bazen okurken beni şaşırtan enteresan tesadüfler oluyor. "Kelebeklerin Yazı"nda tam ağzıma "After Eight" çikolatası atacakken okuduğum satırda "After Eight"ten bahsedilmiş olması gibi :) Dün bitiridiğim 89 sayfalık ama dolu dolu bir kitap olan "Kâğıt Ev" ise kitaplar konusunda hislerime tercümandı:

"Harf haritasında parıldayan yıldızlar vardı, bir gece içinde yayınevlerinin korumasındaki rezil kitapları paraya dönüştüren, pazarlama taktikleriyle piyasaya sunulan, edebiyat ödülleri kazanan, romanları kepaze filmlere dönüşen ve kitapçıların vitrinlerini süsleyen, sergilendikçe para üstüne para kazandıran yıldızlar. Ve tüm bunlar bir yazarın aşması gereken rengarenk bir savaş alanı gibi beliriveriyordu bar masalarında, üstelik yazı macerasında da değil; gerçi orada başlayanlar da oluyordu bu savaşı ama pek azı tamamlayabiliyordu. Editörler iyi kitapların yokluğundan, yazarlar büyük yayınevlerinin yayımladığı "bok"lardan şikayet ediyordu; öfkeli iddiaları, başarısızlıklarını haklı kılan mazeretleri, çaresizce hırsları vardı her birinin. Buenos Aires'te kitaplar bir strateji, aynı anda birden çok yerde bulunma ve güç yeteneği savaşının göz yanıltıcı merkezine dönüşmüştü."

Dünyanın her yeri aynı sanırsam; ha Arjantin, ha Türkiye. Vah biz okurlara...

16 Ekim 2015 Cuma

ÖFF!



Sıkıldım...

Boş boş tavana bakmaktan sıkıldım, dün gittiğim ziyarette sıkıldım, evde oturmaktan da sıkılmıştım zaten. Eskiden sıkılmadığım için şimdi sıkıldığıma daha çok sıkıldım. Elbise dolabının kulpuna iliştirilmiş kuş biçimindeki objenin uzaktan kocaman bir çekirgeye benzemesinden sıkıldım. Kısacık ve daha bitirmeden aklımdan çıkan öyküler okumaktan sıkıldım. Duvardan bakıp sürekli gülümseyen, milattan önce çekilmiş düğün fotoğrafımızdaki genç kadınla aramızda yıllar olmasından sıkıldım. Pazarda her hafta tezgah açan çiçekçinin yerine uzun donlar satan bir satıcının yerleşmesine sıkıldım. Dünyanın parasına aldığım hünnapların yarısının çürük çıkmasına sıkıldım. Mütemmim cüzüm haline gelen geniz akıntısından sıkıldım. Kahve içmekten bile sıkıldım-ki bu pek hayra alamet değil-sıkıldığım için ellerimle koltuk kenarında tempo tutmaktan sıkıldım, insanların cahilliğinden, dünyanın kötülüğünden sıkıldım. "Frigo" diye pazarladıkları şeyin Magnum'un dörtköşe kopyası olmasından sıkıldım, ağzıma gelen tadın bana frigoyu çok seven annemi ve Anafartalar Caddesi'ndeki frigocuyu anımsatmamasından sıkıldım. Patateslerin lekeli, domateslerin tatsız olmasından sıkıldım. Hala bitmeyen nemden sıkıldım, terlemekten daha çok sıkıldım. Sanal alemde ayar veren insanlardan ve iki postumdan birine yorum bırakıp Uludağ'daki otellerin reklamını yapan şahsiyetten sıkılmanın ötesinde sıkıldım. Durmadan uzayan ve bu aralar aynı sıklıkta dökülen saçlarımdan sıkıldım. Bu kadar çok sıkıldığım için kendimden sıkıldım.

Ben gidip bulgur pilavı pişireyim, sıkıntım geçince görüşürüz...

13 Ekim 2015 Salı

NE ÇOK ACI VAR*


15 gündür uzakmışım buradan, önce kişisel gündem, sonra ülke gündemi nedeniyle. Ne yazsam, ne söylesem, neyi paylaşsam bilemiyorum, elim gitmiyor, içim almıyor. Metin Altıok'un güzelim dizelerindeki gibi "Bir şey yok paylaşacak acıdan başka". Oysa biz küçük şeylerden mutlu olan insanlardık; vazoya koyduğumuz bir demet kasımpatının rengi, kitapçıdan eve taşınmış yeni bir kitabın kokusu, denize karşı  içilen bir fincan kahve, posta kutusunda bulduğumuz katrpostal, telefonun ucunda bir dost sesi, izlediğimiz güzel bir film, güz yapraklarının kızılı, Bey dağlarının heybeti içimizi coşkuyla doldurmaya yeterdi. Gel gör ki ülken huzurluysa sen de huzurlusun, hiç tanımadığın insanlar için gözyaşı dökmediğin zaman gülersin, yarın ne olacak endişen yoksa düş kurarsın, açtığın her kanal bir genç ölümü sunmuyorsa şarkını, türkünü içinden gelerek söyler, dinlersin. Kötü günlerden geçiyoruz, vicdanımızın sesini dinlemek, umuda sıkı sıkı sarılmak, hem kendimizi hem de ruh sağlığımızı korumak zorundayız. Unutmayalım ama hayata küsmeyelim, yasımızı tutalım ama etrafımızdakileri de kırıp dökmeyelim. Çocuklarımıza vicdan ve aklıselim sahibi olmayı öğretelim. Elimizden ne kadarı gelirse. 

Yunus Emre duygularıma tercüman:

"Bu dünyada bir nesneye 
Yanar için göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi"



*Cahit Zarifoğlu/Yaşamak