.

.
.

26 Mart 2025 Çarşamba

BİR GÜNLÜĞÜ 27 (BAKIM İŞLERİ) / 26 MART

Bir Günlüğü'nde sona yaklaştık. 28 Şubat Yeniayı ile Lesliyan'ımızın önderliğinde yazmaya başlamıştık. 28 Mart'ta da sona erdireceğiz Bir Günlüğü'müzü. Başlangıçta katılımın artmasıyla heyecanla, sonrasında keyifle, bir haftadır da endişe, kızgınlık, şaşkınlık ve umutla devam etmekteyiz. Dilerim bu seriyi bitirince daha güzel haberlerle devam ederiz.  

Bu aralar bunaltımı azaltmak için hırsımı kitaplardan ve filmlerden çıkarıyorum. Bu sabah yine güzel bir film izledim: "Başkalarının Çocukları". Yönetmenliğini Rebeka Zlotowski'nin yaptığı bir Fransız filmi idi. Başrollerini insanda yanağından makas almak isteği uyandıran Virginie Efira ve Roschdy Zem'in paylaştığı filmde yan rollerden birinde Catherine Denevue ve Marcello Mastroianni'nin kızları Chiara Mastroianni vardı. Biraz baba, biraz anneden almış ama bence ikisi kadar güzel olamamış diyerek dedikodumu ve fesatlığımı da yapayım 😂 Fransız filmlerini seviyorum, ben altyazı okumaya çalışırken filmden kulağıma gelen melodik Fransızca'ya da bayılıyorum.

Film bitince etrafa bir baktım ve evin temizliğe ihtiyacı olduğuna karar verdim. Önce hastalık, ardından  "Bırak biraz dağınık kalsın" düşüncesi ve son olarak gündemin üstümüze çöken kasveti yüzünden yemek, bulaşık ve çamaşır dışındaki kalemlere el atmadım. Eh gelen bayramdır, pek ziyaretçimiz olmasa da, biz anamızdan öyle gördük, bir bayram temizliği gerekir. Ayh bunu yazınca içime fenalık geldi bunca sene sonra bile. Annem bayram gelmeden önceki haftadan başlayarak hayatı felç ederdi. Mutfak dip köşe temizlenir (niye acaba?), perdeler, divan örtüleri, çarşaflar yıkanır, camlar, kapılar, yerler silinir, ev kalkıp gitme aşamasına gelirdi. Çok daha önceleri, ben henüz çocukken ve evde bir elektrik süpürgemiz yokken arife günü babamın hemşehrisi ve ilkokuldan sınıf arkadaşı Ayşe Teyze'den elektrik süpürgesi ödünç istenirdi. Babam bir sokak ötemizde olan evlerine gider, süpürgeyi ve Ayşe Teyze'yi alıp gelirdi.  Süpürge tekil olarak gelemezdi, sahibinin nezareti gerekiyordu. Ayşe Teyze bir yere oturtulur, eline kahvesi verilir ve süpürge çalıştırılmadan önce ev bir kez ot süpürge ile süpürülürdü. Allah etmesin ya iğne falan düşmüşse yere, ya torbayı deliverirse, "Aman" derdi Ayşe Teyze, "iyi süpür, torba delinirse patron çok kızar". Patron dediği kocasıydı. Halı süpürülüp iğne yönünden asayiş berkemal hale gelince elektrik süpürgesi ile ikinci süpürme işlemi gerçekleşirdi. "Ho ho ho Hoover/Süpürür, döver/Her yeri temizleyen/Hoover, Hoover, Hoover"di süpürgenin markası. Torbası sapında, dik bir süpürge. Son halı da süprülünce torba yine Ayşe Teyze nezaretinde boşaltılır, süpürgenin heryeri silinir ve babam, Ayşe teyze ve süpürge geldikleri gibi giderlerdi.

Efendim sonraları kendimize ait bir süpürgemiz olunca Ayşe Teyze'nin Hoover'ini rahat bıraktık. Annem bayram gelene kadar o evi kaç kere süpürürdü yazsam inanmazsınız. Arife günü temizlenen ev bir daha elden geçirilir, son çamaşırlar yıkanır ve bir gün önce banyo yapmışsak bile zorla banyoya sokulurduk. "Arife suyuyla yıkanan büyür" derdi annem. O kadar çok yıkandık ki arife günü, üç metre falan olmamız gerekirdi ama 1.60'ın az biraz üstüne ancak çıkabildik. Bu temizlik faaliyetlerinden zinhar kaçamazdım, annem benimle sözkonusu bayram Ramazan Bayramı ise, Kurban'a kadar küserdi aksi takdirde 😂 Benim intikamımsa ertesi gün annemin en bulunmayacak yere sakladığını sandığı bayram şekerlerini itinayla bulup dibine darı ekmek olurdu. 

Evin temizliği işlemini cuma gününe erteleyip önce kendi bakım işlemime karar verdim. Bazı zorunlu alışverişler de gerekiyordu mahalle marketinden giyinip çıktım. Önce kuaföre uğradım, kahküllerim gözlerimi de aşarak burnuma doğru inmeye başlamıştı, niyetim onları kısaltmak ve kaşlarımı düzene sokmaktı ama kuaförde yoğun bir boya ve pedikür faaliyeti vardı, marketi halledip geleyim dedim. Yolda şeytan dürttü, kuzene uğramaya karar verdim, güya yarım saat oturup kalkacaktım, ikindiyi buldum. Marketten alacaklarımı alıp kuaföre girdiğimde başka boyalar ve başka pedikürler almıştı sırayı. Dedim ben bunları eve bırakıp geleyim, sen de o arada işini bitir. Sonunda kahküllerim kısalmış, kaşlarım kemandan hallice kuaför işini de halletmiş oldum.

Bu günü de böylece geçirdikten sonra bir gözüm televizyonda, bir gözüm elimdeki kitapta günü bitireceğim. Aşağıdaki çiçekler sizlere gelsin:



25 Mart 2025 Salı

BİR GÜNLÜĞÜ 26 (KAFA DAĞITMACA) / 25 MART

Gündemi izlemeye ara verdiğim anlarda da izleme faaliyetine devam ettim, bu kez bakışlarım MUBİ'ye yöneldi.  Dün tam yatmaya giderken göz attığım sitede "Düğün Davetiyesi" isimli bir Filistin filmini kestirmiştim gözüme, sabah erken kalkıp başlattım filmi.

Gerçek hayatta da baba-oğul olan Mohammed ve Salah Bakry'nin baba-oğlu canlandırdığı film gelenekle modernin çatışmasını keyifli bir dille ele almış. Nazareth'de öğretmenlik yapan baba ve İtalya'da yaşamına devam eden ve kız kardeşinin düğünü için Filistin'e dönen oğulun bir gününü seriyor önümüze. Yaşadıkları yerin gelenekleri uyarınca 300'ün üstündeki davetiyenin herkese tek tek elden dağıtılması gerekmektedir. Baba bunu doğal karşılarken oğul sık sık sıkıldığını belirtir. Üç farklı dinden eş-dosta dağıtılır davetiyeler ve her gidilen yerde ısrarla yedirilip içirilirler. Oğula sürekli ne zaman memlekete döneceği, ne zaman evleneceği sorularak sıkıntısını iyice arttırırlar. Aynı bizim toplumun halleri. Bir de zamanında kocasını ve çocuklarını terk ederek sevgilisiyle Amerika'ya yerleşen anne ve onun düğüne gelip gelemeyeceği sorunsalı vardır. Kadın yönetmenin elinden çıkma 2017 yapımı filmi ben çok severek izledim, tavsiye ederim. 

Onun dışında gündelik işler, yemek vs. "İrlanda Defteri" bitti ve Meltem Gürle'nin yazım dili bir kez daha kendine hayran bıraktı. Kitap, sizlere de blogda alıntıladığım John O'Donohue'nun birkaç dizesiyle başlamıştı, yine John O'Donohue'nun bir "blessing"i (hayır duası) ile sona erdi. Yazar okurlarına aynısını dilemiş, ben de sizlere aynısını dileyerek TV önü mesaime dönüyorum:

"İyi dostların yakınlığıyla kutsanmış olasınız"


24 Mart 2025 Pazartesi

BİR GÜNLÜĞÜ 25 (EVRENSELLİK) / 24 MART

Günlerdir uyku saatleri dışında aralıksız çalışan TV'yi, evdeki yüzde 50'nin yokluğundan istifade kapattım, bilgisayarın yan komşusu okuma koltuğuma geçtim. Bazen yatağında bile uyuyamayan bendenize tatlı ve kısacık şekerlemeler de sunan, okumak için en rahat ettiğim yer. "Kırmızı Kazak" kitabından sonra ne yazsa okurum dediğim Meltem Gürle'nin "İrlanda Defteri"ni aldım elime. Bir bursla gittiği İrlanda üzerine yazdığı denemeler, insanın zihninde en güzel öykülerden daha hoş bir tat bırakıyor. Yarıladığım kitapta kaldığım yeri açtım, "Zombi" başlıklı bir deneme çıktı karşıma. Birkaç satır okuyunca başlığın İrlanda'nın meşhur rock gruplarından biri olan "The Cranberries"in "Zombie" isimli şarkısını konu aldığını anladım. Grubun solisti Dolores O'Riordan'ın Londra'da bir otel odasında ölü bulunmasının üstüne Dublin müzik marketlerinin Cranberries şarkıları çaldığından bahsedip "Zombi"nin öyküsüne geçiyordu. Öyküyü içim parçalanarak okudum ve bilgisayar başına geçip şarkıyı buldum. 90'lı yıllar benim en yoğun çalıştığım, oğlumun eğitimiyle en fazla ilgilendiğim ve yeni bir eve taşınma telaşında olduğum zamanlardı. Yabancı rock gruplarından ziyade yerli poptu ilgi alanım. Cranberries'in adını duymuşluğum vardı ama takip etmişliğim yoktu. O yüzden şarkının öyküsünü bir geç kalmışlık ve hüzün duygusuyla okudum. IRA'yı (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) elbette biliyordum, bilmemem imkansızdı zaten, gün geçmiyordu ki haklarında haber okumayalım. IRA 1993 Mart'ında, Warrington şehir merkezinde birbirine yakın iki çöp kutusuna yerleştirdiği bombalarla bir patlama gerçekleştirmiş ve pek çok yaralı ile biri üç, biri oniki yaşında iki çocuğun ölümüne sebep olmuş. Bu olayın üstüne Dolores O'Riordan çocukların ölümünü konu alan "Zombie" isimli şarkıyı yapmış ve şarkı grubun 94'te çıkardığı albümde yer alarak bir barış çağrısı olarak algılanmış. Zaten bir süre sonra da IRA 25 yıllık silahlı mücadelenin ardından ateşkeş ilan etmiş. 

Yazar bu olayı kaleme aldığı denemenin sonunu şöyle bitiriyor: "Barışa ve adalete yine çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, Irlanda dolaylarından gelen bu dokunaklı şarkıyı ve ona ses veren bu cesur kadını hatırlayalım. En çok da zihnimizde çığlık çığlığa bağırarak bizi felce uğratan korkulara dur diyebilmek ve zombileşmeye karşı koyabilmek için." Bazı şeyler ne kadar evrensel ve bazı yazarların öngörüsü önünde şapka çıkarmak gerekiyor sanırım. 

Şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz

Bu hüzünlü öykü ve şarkıdan sonra biraz içinizi açmak için aşağıya şu fotoğrafı bırakıyorum, dünkü oy verme sonrası yürüyüşünden:

 Nazım'ın,
 
"Akın var 
güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın"
 
Dizelerini getirdi aklıma...

23 Mart 2025 Pazar

BİR GÜNLÜĞÜ 24 (SANDIK) / 23 MART

Sabah 9 civarı evin hemen yakınındaki sandığa gittiğimizde gördüğümüz erken saat kalabalığına şaşırsak da fazla beklemeden kullandık dayanışma oyumuzu. Biz ayrılırken sıra bekleyen 80+ teyzeler siyasi tartışmalar yapmaktaydı. Gündem herkesi politize etti. Görevimizi eda ettiğimize göre yürüyelim, üstümüzde kaç gündür biriken sıkıntıyı atalım dedik. Tam sokağın sonuna gelmiştik ki köşedeki marketin tabelası çarptı gözümü. Defalarca önünden geçtiğim halde dikkatimi çekmemiş, tevafuk mu desem, tesadüf mü bilemedim ama gülümsedim:

Çarelerimiz ve umudumuz hiç tükenmesin, hayat bu, neyin ne zaman önümüze düşeceği belli olmaz, tıpkı taş merdivenlerin arasından başını uzatan şu çiçek gibi:

İlkokuldaydım, babamla Sadri Alışık'ın "Şaka ile Karışık" isimli filmine gitmiştik. Sadri Alışık işleri yolunda gitmeyen, tam sonuca ulaşacakken önüne bir engel çıkan, şanssız bir insan rolündeydi, ismi de "Ofsayt Osman"dı. Film tüm Sadri Alışık filmleri gibi içe işleyen, hoş bir filmdi ama finali gerçekten unutulmazdı. Talihsizlikler yüzünden düştüğü mahkemede başına gelenleri anlatan Osman, sonunda "Yine mi ofsayt?" diye sorar hakime, hakim "Gool!" diye bağırır.  Bizlerin de epeydir ofsayta düştüğümüz şu ülkede dilerim bu defa gol olur...

Not: Filmin kadın oyuncusu dün yitirdiğimiz Filiz Akın'dı. Avrupai görüntüsü ve zarafetiyle canlandırdığı gariban kız rolünde biraz eğreti dursa da çocukluğumuza ve ilk gençliğimize damga vuran filmleriyle unutulmazdı. Huzurla uyusun...


22 Mart 2025 Cumartesi

BİR GÜNLÜĞÜ 23 (ALINTI) / 22 MART

 ..........
Gönlünü ferah tutarsan, 
Yine güzel günler gelecek;
Ayakların bir kez daha
Vaat edilen yeşil çayırlara erecek
Havanın yumuşacık olduğu
Ve yeni bir başlangıçla pembeleştiği o yerde.

John O'Donohue 

Dizeler Meltem Gürle'nin yeni kitabı "İrlanda Defteri"nin girişinden. İçinde bulunduğumuz günlerle çok senkronize oldu sanki...



21 Mart 2025 Cuma

BİR GÜNLÜĞÜ 22 (NEFES ARASI) / 21 MART

Televizyon evin içinde yaşayan 3. bir şahıs gibi biteviye konuşurken iyimserden kötümsere, kötümserden iyimsere dalgalanan ruh halleriyle akvaryuma bakar gibi bakıyoruz. Çocukluğumda Zeki Müren-radyonun popüler olduğu o güzel günlerde-bir lastik reklamında yer alır, "Gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şoför arkadaşlarım" diyerek başlardı programına. Ben de şu an gözüm TV ve Twitter'de, parmaklarım klavyede yazıyorum bu yazıyı, o yüzden imla yanlışlarım olursa affola. 

Gündemin getirdiği ruh halinden çıkıp bir nebze olsun nefes almak için dün akşam Opera Sahne'sinde idik. Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı diyerek bir yerli opera izledik, izlemesek de olurmuş esasen. Meşhuuur "Aşk-ı Memnu"muz bu kez opera olarak boy gösterdi biz izleyicilerine. Perde Etnan Bey ile Bihter Hanım'ın nikah töreniyle açıldı. Nikah şahitlerinden biri de devrin ünlü muharrirlerinden Halit Ziya Beyefendi idi 😊

Fotoğraf buradan

Dekor, kostümler, sanatçıların ses tonları, oyunculukları, müzikler çok güzeldi, lakin Türkçe opera pek çekilmiyor be dostlar. Başka dillerdeki aryaları bir yabancı şarkı dinler gibi, anlamını bilmesen de zevkle dinliyorsun ama bildiğin bir dilde söyleneni de anlamak istiyorsun. Eser opera formunda yazılmadığı için haliyle şarkı sözleri değil konuşmalar var. "Maaatmazel'i çağııır" seslenişi kulağa çok melodik gelmiyor işin açıkcası. Zaten net anlaşılmadığı için ister istemez insanın gözü sahnenin üstündeki elektronik yazı panosunda oluyor, bu da oyunu takip etmekte zorluk çıkarıyor. Velhasılı harcanan o çok büyük emeği takdir ediyorum ama eğer operaya gideceksem bundan sonra yabancı eserleri tercih etmekte kararlıyım. 

Bir de işin seyirci yönü var ki, buna çare yok ne yazık. Bilet bulduğum sürece sıra başı alırım, oturumu da, izlemesi de rahattır. Yine öyle yapmıştım, sağ yanda, bir öndeki sırabaşında oturan genç kızın telefon ışığından sahneye konsantre olamadım. Sürekli kurcaladı, mesaj yazdı, like attı, fotoğraflara baktı, arkadaşına bir şeyler gösterdi. A be kızım niye geldin madem izlemeyecektin, otur evinde mıncıkla telefonunu. Nitekim ikinci yarı bitmeden de paldır küldür çıkıp gitti. 

Hayli uzun süren temsilden çıkıp eve geldiğimde vakit geceyarısına yaklaşıyordu ama müthiş çay çekiyordu canım, hemen demledim ve bardağı alıp ekran karşısına geçtim. Lakin biber gazları, tazyikli sular vs ne çay tadı bıraktı, ne keyif, gidip yattım.

2 gündür devam eden şiddetli rüzgar bugün hız kesti, güneş ısıtmaya başladı tekrar, umarım bugün resmen teşrif eden baharla birlikte ülkeye huzur da gelir...


20 Mart 2025 Perşembe

BİR GÜNLÜĞÜ 21 (ŞAŞKINIZ, UMUTLUYUZ) / 20 MART

Kardeşimle aramda hatırı sayılır bir yaş farkı var. Yaş aldıkça o ara kapanıyor bir şekilde ama başlangıçta epey fark ediyordu. O doğduğunda ben taze bir ergendim mesela. Bebeklik sürecinde sık sık ziyaretimize gelen, annemin çok yakın bir arkadaşı vardı, Hasibe Teyze. Çocukları çok sever ve başlarına bir iş gelecek diye çok korkardı. Rica görünümlü ihtarlar verirdi sürekli, ayaklı bir anons gibiydi: "Bak rica ediyorum, bu çaydanlığı arkadaki ocağa koy", "Bak rica ediyorum yatağının yanına sandalye daya düşmesin", "Bak rica ediyorum, bu oyuncak sivri, verme eline" tarzında sürekli uyarı alırdık. Bir sefer geldiğinde hafiften ateşi çıkmış yatıyordu kardeşim. Hasibe Teyze çıldırdı, "Nazar değdi bu çocuğa, nazar duası okumuyor musunuz uşaaak? Aşkolsun size" diye Niğde ağzıyla azarladı bizi, ardından da beni karşısına oturtup bir nazar duası öğrettti, aklımda kalmayacağını anlayınca kağıda yazdırdı. Giderken de, "Bak rica ediyorum bu duayı ezberle, her gün oku, üfle çocuğa" diye yine bir anons geçti.  

Duayı çabucak ezberledim, Hasibe Teyze'nin uyarısı, annemin talimatıyla her gün okuyup üfleyerek nazarlardan koruyordum kardeşimi, fedakar bir ablaydım yani. Şimdi aşağıya o duayı yazıyorum:

"Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Dabarnuş, Sazenuş, Keyfetatayyuş, Kıtmir". Evet Kıtmir 😂 Anladınız sanırım Hasibe Teyze'nin bana dua diye ne okuttuğunu yıllarca, "7 Uyurlar"ın ve köpeklerinin isimleri. Duydukları her Arapça sözü, gördükleri her Arapça yazıyı Kuran ayeti sananlardan birinden duymuştu eminim Hasibe Teyze, ne bilsin kadın işin aslını. Ben bile kardeşim kocaman olana kadar, "7 Uyurlar" efsanesini duyana kadar bilmeden okudum durdum. Ama niyete bakmalı değil mi, belki de o sayede kardeşime değecek nazarlar engellendi, kainatın sırlarından sual olunmaz. Bu arada belirteyim hiçbir batıl inancım yoktur ama nazara, kötü enerjiye inanırım, deneyle sabittir çünkü.

Dün sabah içimize çöken kasvet akşamüstü umuda dönüştü. Gençler beni gençlik yıllarıma ışınladı, kulağıma o yılların coşkulu şarkıları doldu. O yüzden umutluyuz diyorum ve yukarıdaki nazar duası olmayan ama o niyetle yıllarca ettiğim nazar duasını ve tüm iyi dileklerimi onlara yolluyorum: Ayaklarına taş, gözlerine yaş değmesin...

 Madem bugün Ekinoks, çiçekler açsın o zaman

Benim de hâlâ umudum var Lesliyan