.

.
.

29 Aralık 2023 Cuma

2023-"EN"LER / 29 ARALIK

Her yılı bitirirken gelenekselleştirdiğim yazıyı yazayım dedim. Yeni yılı çocuk çombalak bizde karşılayacağımız için yarın ve öbür gün işim çok olacak, ödevimi bugünden yapayım. Aralık ayı raporunu da Ocak başında veririm artık. 

Yıl çok kötü başladı malumunuz, tam Pandemiyi biraz hafiflettik normal hayatımıza döneriz yavaştan derken depremle ülkece yıkıldık. Hâlâ bazen yaşadıklarımızın bir rüya olmasını umarak uyanıyorum uykularımdan. Ne yazık ki acı gerçek değişmiyor, tüm şehirlere yanarım da, 5 gün kalıp hemşehrilik duygusuyla döndüğüm Antakya için kalbim kanar. Sadece ülkemiz değil, dünya da acılarla sınandı 2023'de. Dileğim yeni gelecek yılın bizi bunca üzmemesi. 

Biraz da güzel şeylerden, sanattan, kitaplardan bahsedelim en iyisi mi, kendimizi ancak kendimiz sağaltabiliriz. Bu yılın kişisel anlamda enn güzel şeyi 3 yıllık pandemi kapanmasının üstüne kız kardeşle yaptığımız seyahatler oldu. Sırasıyla Sivas, Fındıklı, Arhavi, Hopa, Kemalpaşa, Batum, Rize, Eskişehir ve İstanbul bu yılki rotamız oldu. Pek güzel yerler gördük, dostlarla buluştuk, yeni insanlar tanıdık.

Sadece seyahatle kırmadık şeytanın bacağını, kapalı mekanlardaki etkinliklere de başladık. Üç yılın üstüne ilk kez sinema salonunda izlediğim film Nuri Bilge Ceylan'ın "Kuru Otlar Üstüne"si oldu. Ayrıca "Kurak Günler"le birlikte bu yıl izlediğim en iyi yerli filmdi diyebilirim. Elbette ki büyük çoğunluğunu internet aracılığı ile izlediğim toplam 95 filmin içinde en beğendiğim yabancı film ise İran yapımı "Leyla'nın Kardeşleri" oldu.



Bu yıl izleyebildiğim 30 kadar (ki bunlardan sadece üçü ana akım aracılığı ile idi, Kızılcık Şerbeti, Yargı ve bir süre sonra bıraktığım Aile) dizinin hemen hemen hiçbirine bayılmadım. "The Crown"un son sezonu tatsızdı, keza "Kulüp" ve "Terzi"nin de. Yerlilerden 3 sezonluk "Ayak İşleri", yabancılardan da "Kadınlar Savaşta" nisbeten ilgimi çeken diziler oldu. 


Yeterince tiyatro oyunu, konser, bale izleyemediğim için bir seçme yapamayacağım. Reha Özcan'ın tek kişilik oyunu "Bir Garip Orhan Veli" ile Demet Akbağ ve Salih Bademci'nin baş rollerini paylaştığı "Aydınlıkevler"i sayabilirim tiyatro oyunu olarak. Özellikle ilkini çok beğendim. Bir caz, bir yeni yıl konseri izledim, Karadeniz gezimizde "Ayşenur Kolivar" konserine denk gelmemiz de hoş bir sürpriz oldu. Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin Modern Dans Topluluğu'nun 30. Yıl gösterisi güzeldi. Yarın Umut Bey için biletini aldığımız "Çocuklar İçin Fındıkkıran" ile toplamda iki bale izlemiş olacağım. 

Bu yıl sergilere de gidebildim. Gezdiğim 10 sergiden en güzeli İstanbul'da denk geldiğim Von Wolfe'nin "Odyssey" isimli sergisi oldu. 


Gelelim kitaplara. Elimde okumakta olduğumu da-ki bitmek üzere-sayarsak toplamda 124 kitap okudum. Bazı kitaplar insanın aklına mıh gibi çakılır ve tadı damağınızda kalır. Bu yıl elbette güzel kitaplar okudum ama yukarıda yazdığım tadı veren bir kitap yakalayamadım. En beğendiklerim içinde Ian McEwan'ın "Dersler"ini, Nancy Huston'un "Ağır Ölüm"ünü ve yerliler içinde de Uğur Deveci'nin "Buzdan Top"unu söyleyebilirim. Elbette başka sevdiklerim de oldu ama bunun için Goodreads'a ya da her ay yazdığım kitap tanıtımlarıma bakabilirsiniz.



Gelelim Storytel'de dinlediklerime. Bu yıl Storytel beni hiç yalnız bırakmadı, ev işlerime, yürüyüşlerime, yaptığım yemeklere, oynadığım oyunlara eşlik etti. Kendisinden ziyadesiyle memnunum. Tam 68 kitap dinlemişim. Bunların içerisinde ihmal ettiğim Kemal Tahir'in muhteşem romanları, Julian Barnes'in eserleri seslendirmelerinin de güzelliği ile bana muhteşem saatler yaşattılar. Storytel ile dostluğumuz gelecek yıl da devam edecek.

Bu yılın en güzel olayları arasında blog dostlarımla buluşup çok güzel saatler geçirmemi sayabilirim. Sevgili Mi Vitamini ile hem Ankara'da, hem İstanbul'da, Ekmekçi Kız ve Zelda Capulet ile Eskişehir ve İstanbul'da, Neslihan Özgür ile Ankara'da, Kuyruksuz Kedi ile Hopa'da, Qunegond ile Ankara ve İstanbul'da, Banu ve Mavianne ile Ankara'da ve sevgili yazarım Ayşe Başak Kaban ile Ankara'da beni çok mutlu eden zamanlar geçirdim. Kankam Bilge'nin Annesi ise her daim yamacımdaydı. 

Kız kardeşle Ankara içinde, eski sokakları keşfetik, nostaljik zamanlar geçirdik, bol bol buluşup çaylar kahveler içtik, çocuklar ve Umut'la geçen zamanları da sayarsam Ankara'da bu kadar uzun süre kalmama değdi diyebilirim. Mart ve Kasım ayındaki sağlık sorunlarını saymazsak 2023 çok hasta etmedi ama hem ülke, hem dünya çapında epey üzüntü yaşattı. Umarım artık güzel yüzünü gösterir yeni gelecek yıl bize. 

Bitirirken hayatınızdaki en'lerin güzellerini yaşayın diyor, sağlıkla ve huzurla geçecek bir yıl, ülkeye ve dünyaya barış, huzur ve akıl-fikir diliyorum...

Not: Çok uzun oldu dostlar, dönüp okuyamayacağım. Sürç-ü lisan ettiysem affola...

28 Aralık 2023 Perşembe

BUGÜNLERDE / 28 ARALIK

Son yazımı yazalı 9 gün geçmiş, o da zaten eski bir yazımı kopyaladığım kısacık bir postmuş. Epey hareketli günler yaşamaktayım, bazen domestikliğin dibine vuruyor, bazen tatlişko bir babaanneçiko oluyor, bazen kitapları tesbih tanesi gibi ardarda diziyor, bazen kendimi sanata vuruyor, arada bir de eş-dostla, kardeşle buluşuyorum. Dün de içimde Kasım ayından beri gelişen hastane, doktor aşkımı bir nebze küllemek için bacağımı deşen cerrahı görmeye gittim. Dikişin biri iyi tutmamış sanırım, tam orta noktada minik bir yer kapanamadı bir türlü, korka korka gittim ne diyecek diye, adam umursamadı bile, pansuman yapıp, "Kapanır merak etme, aktardan kantaron yağı alıp sür" dedi. Tıbbın da kocakarı ilaçlarına ihtiyacı var demek ki. Eh, cerrahtan iyi bilecek değilim ya, pehlivan gibi yağlıyorum dikiş yerini dünden bu yana 😃

Geçen hafta sonu kendimi aynı günde iki konserle ödüllendirdim. İlki Cermodern'de, çok sempatik genç bir grubun yeni yıl şarkıları seslendirdiği caz dinletisiydi. Eşlikçim de her daim kankam Bilge'nin annesi idi, pek keyifle izledik. Biter bitmez eve koşturup yemek hazırlıklarını tamamladım ve bu kez çocuklarla CSO'daki yeni yıl konserine gittik. CSO'ya çeşitli sebeplerle gittim bu sene ama genellikle Mavi Salon'daki izlencelere denk gelmiştim, bu kez Büyük Salon'da idi konser ve içeri girince ağzım açık kaldı. Bu kadar büyük olacağını hiç düşünmemiştim. Salonun devasalığının yanısıra müziğe onca merakıma karşın solist olarak sahne alan Barbaros Büyükakkan'ı da bugüne kadar hiç duymamış olmaktan utandım. Tom Jones'unkini andıran ses rengiyle pek güzel Klasik Batı Müziği, Türk Müziği ve Pop Müzik şarkıları söyledi. Pek sevdiğim "Delilah"ı seslendirdiğini de söylemeden geçemeyeceğim, o koca salon tıklım tıklım doluydu ve pek de güzel eşlik edildi. 




Bilgisayar başında film, tiyatro oyunu seyretmeye çalıştığımız evlere kapalı pandemi günlerinden sonra-hâlâ Covid'den başımızı alamasak da-birtakım sanatsal faaliyetleri yerinde izlemenin keyfi bambaşka. Şeytanın bacağını kırdık bir şekilde, devamı Antalya'da gelir umarım. Bu yılı Cumartesi günü Umut Bey'le birlikte izleyeceğimiz çocuklar için "Fındıkkıran" balesi ile kapatacağım. "Fındıkkıran"ı muhtemelen 6. izleyişim olacak ama her seferinde keyiften dört köşe oluyorum. Bir de çocuk gözüyle görelim bakalım 😊

Ankara sanırım bana jest yapmak için güneşli günler sunuyor, dün paltomun içinde yaz günü imiş gibi sırılsıklam terledim. Gerçi geçen haftaki yağmurda ağaçlardaki tüm yapraklar birdenbire yerlere savrulup kuru dallar bıraktılar seyrimize ama Aralık sonuna geldiğimiz halde henüz sıkı bir Ankara ayazı görmedik. 

Yaklaşan yılbaşının hatırı kalmasın diye nispeten ucuz satan bir yerden ikinci kokina demetini de aldım, tarçınlı, zencefilli kurabiyeler pişirip Umut Bey'e sundum. Ufak tefek hediyeler hazırlayıp bazı hediyeler kabul ettim (en güzeli bu oluyor zaten), ayrıca kendime de hediye aldım, hiç sektirmem. Yılbaşında ve doğum günümde şahsıma hediye almak en birinci vazifemdir, caanım kendim 😃


Evet bende durumlar böyle, şimdilik bu kadar olsun. Yılbaşından önce bir ay dökümü, bir de yıl dökümü yazısı geleneğimi yerine getireceğim elbette. Şimdi gidip "Kuş Uçuşu" dizisinin ikinci sezonunu bitireyim. Kalın sağlıcakla...



19 Aralık 2023 Salı

KOKİNA, FİYATLAR, FÜRUZAN / 19 ARALIK



Benim kokinalar bu yıl erken aldığım için şekilde görüldüğü gibi kokinalıktan çıkıp kokonaya dönmek üzere. Bugün çiçekçinin önünden geçerken baktım "Dizi dizi inciyim/Güzellikte birinciyim" dercesine dizilmişler, alayım bari bir demet daha dedim. Önündeki tezgaha nergis sıralamakta olan çiçekçiye "Kokina kaça?" diye seslendim. Benden tarafa bile bakmadan ağzının içinden "150" dedi. Ben "Nee?" deyince, bu sefer lütfedip kafayı bana çevirdi "125 olur" diye indirim yaptı. Madem 125 olur, niye 150 diyorsun. Direkt 125 de ki, 100 olmaz mı diyelim, di mi 😃 Zaten 100'e de almazdım, bendeki kokonaları Mirgos'tan 85'e almıştım. Vaz geçtim, çiçekçinin yanındaki manava girip kokina yerine muşmula aldım. Hiç olmazsa yerim, hem arada sadece renk farkı var, kırmızı olacakmış kahverengi olsun 😂

Esasen kokinasız yılbaşı eksiktir benim için, eskisiyle eksiklik gidererek aşağıya yıllar önce bloga yazdığım bir kokina yazısı eklemek istiyorum, zira okuyunca kendim de sevdim. Nice kokinalı yeni yıllara...

"Ben yılın bu zamanlarında vazoma bu neşeli, kırmızı topçukları koymazsam eksik hissediyorum kendimi. Bendeki de böyle bir yeni yıl ruhu. Büyüklerinden umudu keseli çok olduğu için kücük mutluluklarla avutmaya çalışıyorum yorgun ruhumu. Artık çoğunuzun gözünde benimle özdeşleşen yazar Füruzan'ın "Gecenin Öteki Yüzü" öyküsünü okumuştum yıllar önce. Sonra tek kanallı TV döneminde TRT dizisini yapmıştı. Türkiye'ye yeni dönen Haluk Bilginer ve o zamanlar botokssuz, mahzun yüzüyle Zuhal Olcay oynamıştı ana rolleri. Zengin ve soylu bir ailenin sınıf farkı ve yoksulluk yüzünden istemediği bir gençle evlenip dışlanan ve eşinin iş kazasında ölümünden sonra küçük kızıyla yalnız, parasız ve desteksiz kalan kızını başarıyla canlandırmıştı Zuhal Olcay. Yüzündeki o hüzünlü anlama çok yakışmıştı oynadığı rol. Küçük kızıyla sığındığı eski bir apartmanın bir odasında hayatını sürdürmeye çalışan, içine kapanmış bu gururlu ve görmüş geçirmiş genç kadını saklandığı kabuktan aynı binanın bir başka odasında yaşayan iki kardeş çıkaracaktır. Soğuk bir Doğu ilinden İstanbul'a gelip herşeye rağmen güler yüzle sırtlanmışlardır büyük şehrin onları yoran yükünü. Kardeşlerden kız olanı çekinerek çalar genç kadının kapısını ve  küçük kızıyla birlikte yılbaşı gecesini geçirmek için mütevazı odalarına davet eder. Önce tereddütle karşılar bu daveti kadın, sonra gitmeye karar verir. Ve bir demet kokina alır hediye olarak götürmek için. Gittikleri evin sobayla yayılan sıcaklığı, semaverdeki çayın fıkırtısı, yağmaya başlayan kar, genç kızın ikram ettiği üzeri çörekotuyla süslenmiş peynir, radyoda çalmaya başlayan tango ve genç erkekle yapılan dans genç kadının yıllardır buz tutmuş kalbini yavaş yavaş eritmeye başlayacaktır.

Tanrım, nasıl güzel bir öyküdür bu ve nasıl bir oya gibi ince ince dokunmuştur kelimelerle. Belki o yüzdendir kokinaların ruhuma saldığı mutluluk. Derim ki yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken-hele ki eskisi berbat gündemiyle bizi perişan etmişken-biraz renk, biraz ışıltı ve okunacak bir Füruzan öyküsüyle umut yükleyelim bünyeye..."



11 Aralık 2023 Pazartesi

HAFTA BAŞI / 11 ARALIK

Bugün kalan dikişlerimi de aldırdım sevgili takipçilerim. Taksit taksit bitti nihayet. Sanırsınız ki açık kalp ameliyatı oldum, ruhum daraldı yeminle. Cümle hastalık sıkıntı hepimiz için bu yılda kalsın, sağlıkla girelim 2024'e.

2024 demişken, geçen yıl her zamanki iyimserliğimle 20 gün önceden yeni yıl kartlarımı almış, yazmış, zarflamış, evin köşesindeki PTT şubesine ellerimle teslim etmiştim. Ayıptır söylemesi-kart fiyatlarını dahil etmiyorum-yüklüce de bir pul parası ödemiştim. Benim çocukluğumda özellikle kart yollamak sudan ucuzdu. Bu yılki fiyatları zaten düşünemiyorum da keşke bir de yerine ulaşaydı. Yolladığım 30'a yakın karttan sadece bir tanesi, çok komik bir şekilde ertesi gün öğlen alıcısına (Ankara) kavuştu, geriye kalanlar kara delikte kayboldu. Bana yazılanlardan da tek bir tane bile girmedi posta kutuma. O nedenle bu yıl PTT'yi protesto ediyor ve kart göndermekten vaz geçiyorum. Lakin severim ben bu kartlaşma olayını, o yüzden şöyle bir yöntem planladım. Maillerimiz sağ olsun. Kendi çektiğim fotoğrafları, yılbaşı kutlaması notlarıyla, kartpostal niyetine arzu eden dostların mail adreslerine yollayacağım. Eğer benden bir "mailpostal" almak isterseniz yorum kısmına mail adresinizi yazınız, onaylamayacağım için burada görünmeyecek, sadece ben not alacağım. Haydi bakalım, nasıl olacak deneyelim bu yıl...


Şunu hatırlayan vardır sanırım, benim ilk gençliğimin en rağbet gören kartpostallarından biriydi.

Hastane kapısı aşındırmak dışında iki film izledim MUBİ'de, bir Ürdün yapımı olan "İnşallah Erkek Olur" ve Fransız yapımı "Saint Omer". İkisi de gayet güzeldi. Storytel'de Hakan Bıçakçı'dan "Apartman Boşluğu"nu dinledim, biraz fantastikti ama sıkmadı. Şu an şahane bir seslendirme ile (Erdem Akakçe) Kemal Tahir'in "Bir Mülkiyet Kalesi"ni dinlemekteyim ve çok beğenmekteyim. Kendi hayatından izler taşımakta imiş. 

Ayrıca büyük bir iştahla kitap okumaktayım. Umut'un hoşuna gitsin diye minik bir ağaç süsledim ama ışığımız yok, en kısa zamanda temin edeceğim, Umut Efendi 4 yaşına girdi, kendisine biri minimal, diğeri biraz daha kalabalık iki adet doğum günü partisi yaptık. İlk kez bu yıl doğum günü olayına uyandı, neredeyse saat başı "Başka hediye yok mu?" diye sordu 😀 Çok yaşasın, güzel yaşasın tüm çocuklarla birlikte.

Bugünlük bu kadar, mailpostal için adreslerinizi bekliyorum, kalın sağlıcakla...



7 Aralık 2023 Perşembe

BİR GÜNÜN SONUNDA NERGİS / 7 ARALIK

Hellö sevgili takipçilerim,

Kasım ayı giderayak son çelmesini de takıp gitti. Kendisiyle bir dahaki Kasım'a kadar küsüm, umarım affettirir. Sol bacağımda, dizimin biraz altında çocukluğumdan beri benimle yaşayan minik bir çıkıntı  vardı, ben desem ben değil, siğil desem siğil değil, üstü nasır tutmuş sivilce benzeri bir şey, çoğu zaman varlığını bile hatırlamazdım. İki yıl önce diz protezi ameliyatımdan bir süre sonra hallenmeye başladı. Önce biraz içeri çöktü, sonra sıkılıp tekrar dışarı çıktı, Afrika ülkelerinden oturma izni almış olsa gerek ki rengi karardı ve boy attı, serpildi. Önceleri pek aldırmadım, protezi kıskandı bu, ilgi çekmeye çalışıyor dedim, gözüme çarpmadıkça yok saydım, sonra hafiften takılmaya başladım, ara sıra "Derdin ne senin?" diye sorsam da cevap alamıyordum. Zaman geçtikçe evham yapmaya başladım ve en sonunda korkunun ecele faydası yok diyerek Bilge'nin Annesi'nin de teşvikiyle bir cerraha başvurdum, sağ olsun Sevdacım bana eşlik etti. Doktor baktı ve bingo! "Bunu çıkarıp patolojiye yollamamız lazım" dedi. Vay başıma gelenler, dünyada en korktuğum merci patolojidir dostlar. Şöyle de bir ruh halim vardır ki tırsarak gittiğim doktor seni pres makinesine koyup suyunu çıkaracağız dese an itibariyle en metin halime dönerim. Yeter ki elime patoloji raporu vermesinler. Lakin çare yok, "Ee, ne zaman çıkaracağız arkadaşı?" dedim, "Uygunsanız hemen" dedi. Uygunum, hem de nasıl uygunum, bir gün bekle desen işte o zaman şirazeden çıkarım, yeter ki akabinde ve detayında olsun. Önce gittik, ameliyathaneyi ayarlattık, sonra muhasebeye gidip paraları bayıldık. Sevda ile yaptığımız tüm şaklabanlıklara rağmen görevli bağyan bir kuruş inmedi. Derken hemşireler üşüştü başıma, oda açtılar, 2024 model yeni ameliyathane giysisi takdim ettiler. Kendisi şort, üst gömlek, bone ve bir çift de terlikten ibaretti, haliyle rengi de ameliyathane yeşili idi. Giysilerimi kuşandım, takılarımı Sevda'ya emanet ettim, gelişimle hazır oluşum arası yarım saat sürmeden kesilmek için beklemeye başladım. Derken hemşirenin biri kapıdan başını uzatıp "Hangi bölge?" diye sordu. Tam "Küçükesat" diyecektim ki Sevda benden önce davranıp "Bacak" dedi de rezil olmaktan kıl payı kurtuldum. Tabii bunun üzerine o kadar çok güldük ki bir başka hemşire gelip "Ay ne tatlısınız şen dullar" demez mi? Deli mi ne kadın, ayaküstü bizim kocaları postaladı öbür tarafa, ağzını hayıra aç yahu 😃

Derken efendim tekerlekli sandalyeye taht misali yerleşip buz gibi ameliyathaneye alındım. Giysilerimle uyumlu masaya yatırıldım ve operasyon başladı. Esasen görmeyeyim diye semer koydular ama tepedeki ışığın aynalı çerçevesine tüm işlem yansıyordu. Haliyle bakmadım, mazoşist miyim ben? Sadece onlar dikiş atarken ben de bir göz attım, o kadar. Kolumda saat olmadığından bakamadım ama takriben yarım saat sonra işlem tamamdı, odaya çıkarıldım, doktoru beklemem söylendi. Lakin bekle bekle gelmez. Sonrasında haberi geldi, gidebilirmişim. Ben yine de emin olamadım odasına uğrayıp ağrı kesici ya da antibiyotik sordum, gerek yok dedi. Bir hafta sonra kontrola, on gün sonra dikiş aldırmaya gelmem söylendi, ayrıldık binadan. Sonra Sevdacımla hemen yakındaki restorana gidip kendimize operasyon sonrası ziyafeti çektik, afiyetimiz olsun. 

Bugün bir hafta doldu dostlar, ilk iki günkü ciddi ağrı dışında pek sıkıntı olmadı, altı adet dikişim vardı, bugün üçünü aldı doktor. Patoloji raporu da temiz çıktı. Aldım ama bakmadım, doğrudan doktora verdim. Dün bir twit okumuştum, "Doktor kan tahlili istedi, sonucuna Google'dan baktım, kendime kanser, anemi ve tüberküloz teşhisi koydum. Doktor baktı bir şeyin yok dedi" yazıyordu. O hesap neme lazım, ben teşhis koyacağıma doktor koysun. Zaten baksam da bir şey göremeyecekmişim, yazıcı sonucu basmamış 😃 Doktor kendi bilgisayarından baktı. Kalan dikişleri pazartesi aldıracağım. Böylece diz üstü lipom operasyonundan kalma 5 santimlik dikiş, dizde protez ameliyatından kalma 20 santimlik dikiş ve diz altındaki kaç santim olacağını şimdiden bilemeyeceğim dikişle zavallı sol bacağım örnek bezine dönmüş olacak. Örnek bezi bilir misiniz? İlkokulda Aile Bilgisi dersinde yapardık, Böyle beyaz bir kumaş parçası aldırırlardı bize. Önce köşe yapmayı öğretirler, sonra antika kenarlara. Boş kalan yerlerde teyel, bol teyel, düz dikiş, iğne ardı, muhtelif nakışlar ve yama yapma eğitimi verirlerdi. İşte o envai çeşit dikiş örneği olan kumaşı adı örnek bezi idi, fark yok pek anlayacağınız üzere. 

Evet, bugün iç rahatlatacak sonucu alınca rotayı ATO'daki "Ankara Kitap Fuarı"na kırdık. Çok kalabalıktı, ortalık öğrenci kaynıyordu, dakika başı anons geçilip okullar otobüslerine davet ediliyordu ve ne yazık ki başkente yakışacak kadar tanınmış yayınevi standı yoktu. Önce sahafları dolaştık, sonra birkaç bildik yayınevine bakındık. Gitmişken bazı kitaplar edindim elbet ama internetten şaşmamaya karar verdim.




Ve eve dönerken kendime günün anlam ve önemine binaen yılın ilk nergislerini aldım. Daha doğrusu bolca yaprak ve iki gelin teliyle soslanmış üç sap nergis aldım diyeyim. Olsun varsın nergis başlı başına mutluluktur...




1 Aralık 2023 Cuma

KASIM OKUMALARI / 1 ARALIK

Neredeyse tamamı hastalıkla geçen Kasım ayı bu hastalıklar nedeniyle kitap sayısı bakımından verimli oldu. Hem dinledim, hem okudum, hemi de yazdım, pis hastalık senden bezdim 😃

Sondan başlayalım, siz benim dün Şenlik Blog'da yayınlanan yazımı okudunuz mu bakiiim 😃 Okumadıysanız linki veriyorum, bence çok eğleneceksiniz.

Burayı tıklayınız lütfen

Gelelim okuduklarıma:


Evet, 14 kitapla son ayların rekorunu kırdım. 

-"Ağaçlar" bir polisiye idi, değişik türden bir polisiye. Missisipi eyaletinde, küçük bir kasabada bir seri cinayet baş gösterir. Her seferinde öldürülen bir beyazın yanında önceden ölmüş siyahi bir erkek ceset bulunur. İşin içine başka eyaletlerin emniyet görevlileri, hatta FBI karışır, olaylar böylece sürer gider. Ben severek okudum, zamanında ödüllere de aday gösterilmiş bir kitap, polisiye seviyorsanız okuyun derim. 

-Murathan Mungan'ın son kitabı "995 km" açıkçası okurken beni epey ürküttü. 90'ların Türkiye'sinde Diyarbakır'dan Alanya'ya uzanan 995 km'lik yol boyunca örülen karışık ağlar. Finali biraz aceleye gelmiş olsa da sıkı bir inceleme yapmış yazar. İlginç ve okunası...

-"Sicilya Aslanları" kuşaklara yayılan bir aile hikayesi, tam sevdiğim türden. Sicilyalı baharat tüccarı Fiori ailesinin kuşaklara yayılan yükselişini anlatmış yazar Stefania Auci. Kitabın devamı gelecek. Eren Cendey'in güzel çevirisiyle severek okuduğum.

-Bu ay epeyce polisiye okudum, hastalık esnasında en rahat okunacak tür polisiyedir sanırım. "Karanlık Yüz" bir kuzey polisiyesi. İsveç'te hayli soğuk bir gecede yaşlı bir çift öldürülür ve çiftin kadın olanının ölürken ağzından çıkan bir sözcüğün peşine düşerek katili bulmaya çalışır dedektifimiz Komiser Wallander. Ortalama diyelim...

-"Üç Kadın" epeydir kitaplıkta okunmayı bekliyordu, kısmet Kasım ayına imiş. Robert Musil üç ayrı bölümde, üç ayrı kadına anlatmış. Çeviriden mi kaynaklı bilemedim ama okunması biraz tırtıklı geldi bana (bu benim akmayan okumalar için kullandığım deyim 😊).

-Ve yine bir polisiye "Buz Evi". Üç kadının ayrı bölümlerde birlikte yaşadığı bir malikanenin eskiden buz stoklamak amacıyla kullanılan deposunda çürümeye yüz tutmuş bir ceset bulunur. Kadınlar çevre halkı olarak dışlanmakta, evin asıl sahibi ise zamanında kocasını öldürmekle suçlanmaktadır. Cesedin bulunmasından sonra bu konu yeniden gündeme gelir ve olaylar birbirini izler. Devamını merak eden alıp okur 😃

-Talin Azar'ın birkaç yıl önce "Kuklacı" isimli kitabını okumuştum. Şubat'taki Hatay depreminden sonra İskenderun'da, daha doğrusu Arsuz'da geçen bu kitap ilgimi çekti. Gerçek bir olaya dayanıyor "Ev-İskenderun Sancağı 1934". Hatay'ın henüz Türk topraklarına katılmadan, kozmopolit bir halka ev sahipliği yaptığı yılları ve o yıllarda geçen ilginç bir aşk öyküsünü okumak iyi geldi. 

-Özlen Alpaslan'ın "Mahalle"si sevimli, aynı zamanda da önemli toplumsal olaylara parmak basan bir kitap. Her öykü bir yemek adı taşıyor. Kuzguncuk'ta bir cafe işleten Füruzan'ın ağzından okuyoruz öyküleri. Dükkanına gelen her arkadaşına bir yemek sunuyor ve o yemeğin tarifini verirken konuyu yakınlarda gerçekleşen ve ses getiren toplumsal bir olaya bağlıyor. İşin içinde bir de kayıp arkadaş var. Finali Yeşilçam filmi tadında olmasaydı daha etkili olacağını düşünmekteyim. 

-"Anadolu'da Bir Devrimci Prenses" gerçek bir insanı, Prenses Cristina Trivulzio Belgiojoso'yu anlatıyor.  1800'lü yıllarda ülkesi İtalya'dan kaçarak Osmanlı'ya yerleşen kadının yaşam öyküsünü yazmış Zeynep Oral ama tahminimin aksine çok sıkıldım okurken.

-Yine bir polisiye, yeni bir polisiye, daha dumanı üstünde. Algan Sezgintüredi'nin "Katil" serisini çok severek okumuştum, derken emekli bir komiser ile birleşerek, muhtemelen gerçek olaylardan da esinlenerek "Kavgaz"serisi başlattı. Komiser Mutlu Kavgaz'ın önce "Çantacı" macerasını okumuştuk, bu kez daha marjinal sularda dolaşan "Pilot" ile ikinci kitabına kavuştuk. En sevdiğim yerli polisiye yazarının bu kitabı da çok güzeldi, okuyun derim, hatta okumadıysanız ilkini de okuyun...

-"Avare Adımlarla Eskişehir"i bu yaz günübirlik Eskişehir gezimizde Adımlar Kitabevi'nden almıştım, konsepte çok uygun oldu. Kitabı okurken şehrin gide gele iyice öğrendiğim yerlerinde tekrar gezinirken, bilmediğim yerlerini de bir dahaki gidişim için listeledim. 

-"Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok" Suriyeli bir yazarın, Halid Halife'nin anlattığı bir aile hikayesi. Tipik bir Ortadoğu öyküsü, haliyle pek parlak bir hayat da değil. Sakat doğup erken ölen Suat'ın ardından dünyaya gelen ikinci oğulun ağzından okuyoruz terk edip giden babanın, iki arada bir derede annenin, çılgın kız kardeşin, gay dayının ve dayıyla birlikte müzik yapan küçük erkek kardeşin öykülerini. Hiçbiri iç açıcı değil haliyle, insanın ruhu daralsa da, çoğu toplumsal olaya uzaktan şahit olsak da Suriyeli bir yazarı okumak ufuk açıcı oldu

-"Bir Avazda", Rita Ender'in farklı yaşlardan, farklı şehirlerden, farklı mesleklerden birçok kadının doğum öykülerini onlarla yaptığı söyleşilerle topladığı bir kitap. Herkesin hamilelik ve doğum hikayesi kendine özgü ama hepsinde de mutlaka bir ya da birkaç ortak nokta bulmak mümkün. 

-"Sepya"nın Yitik Ülke Yayınları'ndan çıkan ilk baskısını çok beğenerek okumuştum. Hâl böyle olunca genişletilmiş yeni baskıyı da edindim ve onu da severek okudum. Yazar çeşitli yerlerden temin ettiği sahipsiz eski fotoğraflara öyküler uydurmuş ve çok hoş şeyler çıkmış ortaya. 


Gelelim dinlediklerime:


-Bu ayın yıldızı Julian Barnes oldu, Storytel'de seslendirilmiş ne kadar kitabı varsa dinledim. İşe "Flaubert'in Papağanı" ile başladım. Murat Özgen'in seslendirdiği kitap yazar Gustav Flaubert'in hayatını konu edinmişti, ona ait pek çok ilginç anekdot ve Madam Bovary'nin yazılışını etkileyen olaylar da kitapta yer almakta idi. Hayli uzun olmasına rağmen zevkle dinledim...

-"Flaubert'in Papağanı"nı dinleyince yıllar önce Yenimahalle İlçe Halk Kütüphanesi'nden alıp okuduğum ve o kadar erken yaşta muhtemelen çok da bir şey anlamadığım "Madam Bovary"yi dinlemek şart oldu. Bazı kitaplar belirli bir olgunluğa gelmeden okunmamalı diyorum ve Madam Bovary'nin de gerçekten bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Aysun Topar'ın seslendirmesi oldukça iyiydi. 

-Bovary Hanım'ı ebedi istirahatgahına yerleştirdikten sonra tekrar Julian Barnes'e dönüp "Bir Son Duygusu"nu dinledim bu kez. Turan Günay'ın seslendirdiği, kahramanı Tony Webster, eski kız arkadaşı Veronica ve artık aralarında olmayan çocukluk arkadaşı Adrian Finn arasında geçen, anımsamalarla kurgulanmış bir öykü. Çok beğenerek dinlediğimi belirteyim. 

-Barış Özgenç'in seslendirdiği "On Buçuk Bölümde Dünya Tarihi" Julian Barnes'in zekasının tipik bir örneği. Nuh Tufanı'ndan başlayıp tahta kurtlarını metafor alarak değişik bir tarih anlatısı kurgulamış okuyanlarına ve tabii ki biz dinleyenlerine. Hayranlıkla dinledim. Elbette ki Barnes'in kitapları öyle su gibi akan, kolay kitaplar değil ama her biri birer hazine.

-"Metroland" İngiliz taşrasında yaşayan iki genç arkadaşın, Toni ve Christopher'in büyüme sancılarının demiryolu metaforuyla sunan bir kitap. Barnes'in çoğu kitabı gibi felsefi metinlere yer veren bir dinleme idi, yine Turan Günay'dan dinledim. 

-Ve son olarak bu ay dinlediğim son Julian Barnes kitabı olan "Elizabeth Finch". Muhtemelen yazarın hayatından da izler taşıyan kitapta kahramanımız Neil katıldığı bir kursta Elizabeth Finch'in öğrencisi olur ve onunla hayat boyu arkadaşlığını devam ettirir. Öğretmen ölümünden sonra bazı evraklarını Neil'e vasiyet eder ve kahramanımız Finch'in yolunda ilerlemeyi sürdürür. Oldukça ağır bir kitaptı, daha ziyade felsefe ve tarih ağırlıklı bir dinleme oldu, Cemil Büyükdöğerli başarılı bir seslendirme yapmıştı. 

-Bu ay dinlediğim son kitap ise Sudanlı yazar Tayeb Salih'in "Kuzeye Göç Mevsimi" oldu. Emre Melemez'in seslendirdiği kitap yurdışında öğretim görüp kendi köyüne dönen anlatıcının köyde tanıştığı şair ve akademisyen Mustafa Said ile karısı Hasna'nın, gerçek anlamda ise yoksul ve tutucu Sudan'ın hikayesi. Finaliyle iç burkuyor...

Yılın son ayında yeni kitaplarla buluşmak dileğiyle hoşçakalın...

Not: O kadar uzun yazdım ki okuyamayacağım, hatalar varsa hoşgörün...