.

.
.
Havadan Sudan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Havadan Sudan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2013 Perşembe

KÖTÜ GİTMESİN HAVALAR, BOZULMASIN ARALAR

Bir önceki postuma "Eylül Geldi Bile" diye başlık atmışım, sevgili "Ekmekçi Kız" da "sana kalsa Ankara'ya kış da geldi ya" diye yorum etmiş. Vallah yalanım yok Ekmekçim, dün itibarıyle eğer ısınma turu yapmıyorsa Ankara'ya kış geldi. "Angara'nın bağları da büklüm büklüm yolları" griye bürünüp yağan yağmurla içimizi üşüttü. Zaten olacaklar Salı gecesinden belliydi, tam yatmaya hazırlanırken pat diye elektrikler kesildi. 5-10 dakika oyalandık gelir mi diye, nerede? El yordamıyla yatağımızı bulup çaresiz uyuduk kitap falan okuyamadan. Ara ara uyanıp gece lambası vasıtasıyla yaptığımız kontrollerde sonuç hüsrandı. Sonradan öğrendiğime göre sabah 7.30 civarında teşrif etmiş kendileri aramıza. Uyandığımda üzerimdeki pikenin açıkta bıraktığı tüm organlarım-evin en sıcak odasında yatıyor olmama rağmen-buz kesmişti. Pencereden dışarı baktığımda bütün enerjim sıfırlandı. Pis, çipil bir yağmur, gri bir gökyüzü vardı ve balkondan uzattığım kafamı yüzüme vuran soğukla anında geri çekip "Baharı görmeden kış geldi" diye şarkıya başladım. Daha önce de yazmıştım, bilen bilir bende kendi uydurduğum isimle "klimatik depresyon" var. Güneş enerjisiyle çalışan bir bünyeye sahibim yaz-kış ve gri, soğuk, yağışlı havalarda "error" veririm. Somurtup oturdum bir köşeye, "bu ne be, Eylül yeni geldi, neyin soğuğu, nerenin yağmuru. Yaz resmi olarak sona ermedi bile" diye sokurdanmaya başladım. Sonra gidip ayağıma çorap, üstüme hırka giydim. Daralan ruhumu sepet peyniriyle zenginleştirilmiş kocaman bir tost ve çayla genişletmek için mutfağa yollandım. Genişlemek şarttı zira öğleden sonra bu havada dışarı çıkılacak ve bir arkadaş ziyareti yapılacaktı. 


Netekim sabahki kahvaltıyla sınırlarını zorladığım ruhum arkadaşımın yaptığı görünüşü ve tadı ziyadesiyle latif yukarıdaki kek ve yanında dost sohbetiyle bırak genişlemeyi gevşedi bile. Kötü havaya iyi arkadaş dopingi. Bu postu da bitirirken "yaşasın 6 Fen B" kızları diyor ve erken gelen kışa "kışt, kışt" yapıyorum...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

PÖFF!..


Bu aralar hemen her sabahı yukarıdaki gibi karşılayan bir tek ben miyim?

4 Şubat 2012 Cumartesi

ISINDIK ŞÜKÜR, GÜLDÜ YÜZÜMÜZ


Hava açtı bugün, ayrıca ısındı da. Normal Antalya kışlarına döndük yani, hatta derin bir nefes çekerseniz hafiften bir bahar kokusu bile  almak mümkün. Artık silkinip kış uykusuna yatmış ayı modundan çıkmalı, bu soğuklar her bakımdan vurdu bizi. Evde oturup sıkıntıdan atıştırmaktan, KDE 1, 2, 3 nedeniyle yiyip içmekten ve aldığım yakıtı yakamamaktan dolayı terazinin ibresi sağa doğru hafif bir meyil göstermekte. Tiz yürüyüş yapıp enerjisi düşük yakıtlara yönelmeliyim. Birazdan çıkıp kendimi sokaklara atacağım, sonrasında denizi kuşbakışı gören bir cafede çay içmek gibi hain bir planım da var.

Parfümle yaptığım dans sonunda nihayete erdi, bu kadar uzun sürmemeliydi aslında ama araya Oscar  adayı filmleri izleme etkinliği ve doğumgünü kutlamaları girince süründü kaldı elimde. Aslında bunlar "oynayamayan gelin yerim dar dermiş" hesabı bahaneler, yine de daha erken bitebilirdi, ağırdan aldım açıkcası. Kitapta henüz ilk günlerini eda etmekte olduğumuz Şubat ayı hakkında çok güzel betimlemeler yapılmış, bayıldım. Diyor ki yazar: "Şubat ayı en kısa aydır derler ama yanılıyor olabilirler, biliyor musunuz? Takvim sayfalarını karşılaştırdığınız zaman evet, en kısası oymuş gibi gözükebilir. Şubat, ocakla martın arasında sandviç peyniri gibidir. İki yanındaki dilimlerin kabuklarına değemez. Ayağında lastik şosonlar varken (zaten şubatı çıplak ayakla yakalamanıza imkan yoktur) aralıktan bir kafa boyu kısadır. Ama artık yıllarda filiz verdiği zaman nisanın burnuna kadar gelebilir. Kuzenlerinden ne kadar daha ufak-tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür. Şubat acımasızdır. Aynı zamanda da can sıkıcıdır. Sayfasındaki kırmızı rakamları topladığınız zaman sıfır eder. Bu sakin şampanyanın tek canlı köpüğü Sevgililer Günü'dür. Atalarımızın Sevgililer Günü rozetini Şubat'ın gömleğine takmaları bir kaza değildir. Bu frijit ayda kendine bir sevgili bulacak kadar şanslı  olan kadın veya erkeğin gerçekten kutlayacağı birşey var demektir. Şubatın rengi çavdarın üstündeki domuz yağı gibidir, kokusu ıslak yün pantolonlar gibidir. Sesine gelince, gıcırdayan bir kemanla çalınan soyut bir ezgidir. Ey Şubat, sen her iki anlamda da küçüksün! Eğer boyun şimdiki bıktırıcı boyunun iki katı olsa, içimizden pek azı o şen Mayıs ayına sağ çıkardı."

Şubat gücenmesin, ben demiyorum valla, Tom Robbins diyor, ben onun yalancısıyım. Efendim ben konsepte uyması ve Lale ile eşgüdümlü gidebilmek adına "Rus Kışı"na başladım. Görüşlerimi ilerleyen yazılarda paylaşmak dileğiyle yürüyüşe gidiyorum. Çav, arividerçi, gudbay, afiderzeyn, eyvallah, kalın sağlıcakla gurbanlar...