.

.
.

29 Ocak 2021 Cuma

29 OCAK (FİZİK, KİMYA, YURTTAŞLIK BİLGİSİ)

Sabah komşunun alarm sesiyle uyandım, beş dakika boyunca çaldı: "Vuuuk, vuuuk, vuuuk.....". Ben kalktım, muhtemelen apartmanın diğer bireyleri de kalktı ama beş dakika sonra alarm tekrar ve beş dakika sonra tekrar "vuuuk"lamaya başladığına göre komşu hala uyuyordu. Esasen kendisi için bir şey istiyorsa namert, maksat apartman halkına uyandırma hizmeti olsun. 

15 gündür her sabah Cevriye ile Tevriye'yi Fizik dersine götürüyorum, lakin ikisi de mankafa olduğu için bir türlü öğrenemediler, alıp biçki-dikiş kursuna vereceğim ama parayı peşin ödedim, bitene kadar devam etsinler, belki son anda gaza gelirler diyorum pek umudum olmasa da. Pandemi sürecinde ciddi anlamda çile bu iş, çift kat maske ve yıkanabilir giysilerle gidiyorum, sanırım kış mevsimi ve hareketsizlik herkesin bedenindeki ağrıları, sızıları coşturdu, merkez tıklım tıklım. Ağrılar nedeniyle merdiven inip çıkmak (Hasan Sör bizim evde yaşamıyor) resmen işkence, maskeyle tedavi almak ayrı işkence, acaba bu süreçte covid kapar mıyım endişesi ayrı işkence (ki evden çok seyrek çıkan biriydim), tedavi sonrası eve dönüp yıkan, yıka, dezenfekte et işlemleri katmerli işkence. Elektrik akımı altında kitap okumaya çalışıyorum ama diğer kadınlar altın günü havasındalar, bir sohbet, bir muhabbet. Sanırım en suratsız kişi benim ortamdaki. Yanımdaki yatakta Azeri bir kadın var, her gün kendi kadar görkemli görünüşlü ve pür makyaj gelini getirip bırakıyor, sonra gidiyor. İkisinin de leopar desenli maskeleri var ama maske boyutu göz bandından hallice olduğu için hanımın burnu ikide bir dışarı fırlıyor. Ciddi bir endişe kumkuması olduğum için sonunda ikaz ettim ve galiba kadıncağızı biraz ürküttüm, şimdi bana ürkek ürkek bakıyor. Onun seansı hayli uzun sürüyor ve süreç boyunca fizyoterapistle muhabbet ediyor. Telefonundan torunlarının resmini gösteriyor, "Men çok üzülürem balalara, okula gidemirler, aylak olurler" diye dert yanıyor. Akım verildiğinde, "Geldi mi?" diye soran görevliye "Yahşi, yahşi" diye cevap veriyor, herkesle konuşuyor, bir benle suskun, isabet 😃 Ben zaten herkesle suskun, elimden gelse kaçıp gideceğim, o derece zul geliyor. Çünkü hala en ufak bir geri dönüş alamadım ağrıların azalması yönünde. Önümüzdeki hafta sonuç ne olacak göreceğiz bakalım. 

Tedavi dönüşü o kadar ağrılı ve yorgun oluyorum ki gün boyu oradan oraya sürünüyorum. Ev kalktı gidiyor yerinden, ancak yemek, bulaşık. Kitap-oyun-bilgisayar üçgeninde geçiriyorum zamanı. Blu TV'de "Bonkis" diye 15 dakikalık bölümlerden oluşan bir diziye takıldım ama çabucak bitti, zaten daha 3 bölümü çekilmiş, devamını merakla bekliyorum, pek eğlenceli. Bugün Netflix'de "50 M²" diye bir yerli dizi başlamış, ondan bir bölüm izledim. Mubi'de biraz gecikmeli olarak "Taksim Hold'em"i, internette "Nomadland"ı seyrettim. Uzun süre ayaklarımı sarkıtarak oturamadığım için biraz kesintili oluyor haliyle bu izleme halleri. Bir süredir de online tiyatro gösterimlerine takılıyorum Moda Sahnesi'nin. 4 oyun izledim, en çok "Babamı Kim Öldürdü?"yü beğendim, 30 Ocak'ta tekrar gösterimi var, izlemenizi öneririm. Her şey online oldu ve canım çok sıkılıyor aslında bu işe, oyun bitimi oyuncu selam verirken hüzünlendim, orada olup canlı canlı alkışlamak vardı ama buna da şükür diyelim. 

Bugün sanal marketten ısmarladığım ürünler geldi, muz da istemek gafletinde bulunmuştum, şekil A'da görmektesiniz, yemyeşil göndermişler, fotoğrafta görünen renge aldanmayınız, ışıktan tam belli olmamış, bildiğiniz "Ham meyveyi kopardılar dalından" türküsü 😃 Yazdım siteye, "bunlar yaza olgunlaşır, ben seneye yemek istiyordum, bunu alın ağacını gönderin" diye 😄 

Hayat bu aralar böyle geçiyor dostlar, bu ay çok güzel kitaplar okudum, şubat başında yazarım hepsini. Şimdilik kalın sağlıcakla...

13 Ocak 2021 Çarşamba

13 OCAK (CEVRİYE'YLE TEVRİYE)

Birkaç gündür dizlerimle başım dertte, aslında Cevriye'yi hepiniz tanıyorsunuz, kendisiyle ara ara sıkı didişsek de bir şekilde geçinip gidiyorduk. Lakin canı sıkılmış olmalı ki kendisine 2021'de bir komşu bulmak ihtiyacı duydu. Bir sabah yataktan kalktığımda Cevriye'nin bitişiğindeki daireyi bana haber vermeden yerleşilmiş buldum, kiracısı da tıpkı Cevriye'ye benzeyen Tevriye. Laf aramızda bu Cevriye'den biraz daha edepsiz üstelik, Cevriye başlangıçta sessiz ve derinden gitmiş, beni kendine alıştırdıktan sonra isyan bayrağını çekmişti. Bu gelir gelmez çıldırdı. Attığım her adım bıçak olup dizime saplandı, hatta ilk iki gün neredeyse emekledim, o derece berbattı. En son istediğim şey şu pandemi döneminde tıbbi mekanlarla muhatap olmaktı ama hayat bizim ne düşündüğümüzü pek iplemiyor. Baktım Tevriye'in terbiyesini takındığı yok araya aracı koymaya karar verdim. Özel bir fizik tedavi merkezinden randevu aldım ve öğleye doğru gönülsüz de olsa yola düştüm. Gökyüzü bütün gece çıldırmış gibi ne kadar gökgürültüsü, şimşek ve yağmur varsa yolladı üstümüze. Zaten doktor meselesinden dolayı gergindin, hafiften dalar gibi olduğumda gümbürdeyen gökgürültüleri ile zıpladım yerinden. Sabah ezanı tam biraz dalmıştım ki çakan şimşeğın perdenin açık kalmış ucundan görünen ışığıyla uyandım ve aklıma bilgisayar geldi. Evvelki yıl böyle çılgın bir yağmurda "güm" diye bir ses çıkararak kapanmış ve bir daha açılmamıştı. Aynı sıkıntıyı tekrar yaşamamak uğruna sıcak yataktan kalkıp seke seke fişini çekmeye gittim. Sonrasında da uyku tutmadı zaten. Kalkıp hastane ziyareti için zırhlandım. Çantaya 3-4 maske, dezenfektan, kolonya, kolonyalı mendil, normal mendil attım, alerjik öksürüğüm için pastil koydum cebine, eski MR görüntülerimin raporlarını bulup yerleştirdim, pantolon giymek pratik olmayacağı için uygun bir elbise bulmak için dolabın kapağını açtım ve bir an şaşırdım. Bu elbiseler benim miydi? Kendilerini neredeyse bir yıldır görmemiştim. Eşofmanla geçen hayatıma küçük bir ara vermek için duruma uygun bir elbise aradım, epey aradım zira hepsinin yerini unutmuşum. Sonunda buldum, rengini bile farklı hatırlıyormuşum inanın, o derece. Giyindim, doktora çok solgun görünmeyeyim diye gözlerimi boyadım-ki bilenler bilir, sokağa çıkarken göz kalemi sürmeden adım atmazdım P.Ö.'de-ruj süremedim tabii ki, saçımı taradım, bağcıksız bir ayakkabı buldum, iki maske taktım ve yola düştük. 

Gideceğimiz tıbbi merkez eve epey mesafeli, arabayla gidiyoruz ama sanırsınız bilmediğimiz bir şehre ilk defa gelmişiz. Yıllardır defalarca geçtiğimiz yolları unutmuşuz, eşim bana, ben ona "burdan mı sapacaktık, şurdan mı dönecektik?" diye sora sora gidiyoruz. Aşağı yukarı 10 aydır düşürmemişiz yolumuzu buralara, habitatımız evin yakın çevresi ile sınırlı kalmış. Hele Opera binasının önünden geçerken içim fena halde "cız!" etti. Ipıssız kalmış koca bina, kapıları kapalı, otoparkı neredeyse boş. Oyun öncesi bir şeyler içtiğimiz cafe sandalyeleri üstüste yığılı, kimsesiz, afişler kimbilir ne zamandan kalma. "Bir daha ne zaman gelip bir oyun, bir bale izler, konser dinleriz acaba" diye hüzünlendim. Yol boyu "köyden indim şehire" modunda ilk kez görüyormuş gibiağa sola bakındım, sonunda ulaştık menzile. Hes kodumuzu ve kimlik no'muzu bildirip giriş yaptım. Bir süre doktorun gelmesini Cevriye ve Tevriye ile bekledim:

Sonra doktor geldi, muayenemi oldum, seçenekleri sıraladı, ben "a şıkkı" dedim ve fizik tedaviye başlanmasına karar verildi. Umudum bir an evvel oradan kaçmaktı ama ayağıma dolaştı, en az 15 gün varlığımla şenlendireceğim. İşlemleri tamamlayıp fizik tedavi bölümüne geçtim, bir yatağa buyur edildim ve elektrotlar dizlerime yerleşti. Üstüne de buz torbaları kondu, Cevriye'yle Tevriye buzlu yorgan altında titremeye başladı. Oh olsun size, titreyin işte böyle. Hazırlıksız gittiğim için yanımda kitabım yoktu, etrafı seyreyledim. Bir hastanın eline masaj yapan fizyoterapist işini bitirince "Yağyı masaya koyuyorum" dedi, daha son kelime ağzından çıkarken muhtemelen Türkçe öğretmeni olan bir hasta "Koca Antalyalı, yağyı denmez yağı denir" diye düzeltip genç adamı mahcup etti. Tam karşımdaki duvarda çöküp kalkan hanım teyze kendisine yardımcı olan bir diğer görevliye çocukluğundan başlayarak hayat öyküsünü anlatarak kulağından kuruttu. Yıllar önce yine böyle özel bir merkezde fibromiyalji ve carpal tunnel sendrom nedeniyle fizik tedavi almıştım. Yanımda çok yaşlı bir teyze de dizlerinden tedavi görüyordu. Daha ben içeri girer girmez anlatmaya başlıyor, gidene kadar devam ediyordu. Birinde şöyle diyerek beni önce üzmüş, sonra acı acı güldürmüştü: "Ah kızım ah, başıma neler geldi, genç oğlum öldü benim, çok ağladım, ağlarken şöyle dedim: "Niye oğlum öldü, kocam ölseydi ya". Kendine kıyamadı teyzem, kocasını öldürdü, tövbe yarabbim. Bir gün de merkezden galoşlarla çıkmış onu anlatmıştı, "Yolda gırç gırç sesler geliyor, herkese bakıyom nerden geliyor diye, meğer benden gelirmiş". Epey muhabbetli geçmişti o seanslar ama şimdi pandemiden sanırım herkesin ağzı maskeli ve genelde pek konuşan yok teyzeler dışında. 

İşte böyle dostlar, sağ dizim beni fena vurdu, hiç aklımda olmayan işlere giriştim. Umarım covid movid bulmadan bitiririm hayırlısıyla ve faydasını görürüm. Bakkala bile giderken tedirgin olursan hayat seni böyle sınar işte Leylak hanım. Yarın kitabımı yanımda götüreyim dizlerim titreyip dururken okurum. Haydi kalın sağlıcakla...


2 Ocak 2021 Cumartesi

2 OCAK (ARALIK OKUMALARI)

Yeni yılınız sağlıklı olsun dostlar, umuyoruz, diliyoruz.

Yılın bu ilk yazısında geçen yılın son kitaplarını paylaşmak istiyorum. Öncesinde yılbaşı gecesinden biraz söz edelim. Bunca yıllık hayatımda konuklarımız olmadan ya da bir konukluğa gitmeden, en azından çoluk çocuk biraraya gelemeden geçirdiğim ikinci yılbaşı gecesi idi. İlki bir zorunluluk içermediği için bu kadar koymamıştı, her zaman birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın sağlık sorunları vardı, o nedenle herkes kendi evinde geçirmişti bir şekilde ama istesek şartları zorlar yine biraraya gelirdik. Bu seferki bir mecburiyete dönüşünce ve öncesinde de yalıtılmış bir hayat yaşayınca pek zoruma gitti. Beni yakından tanıyanlar bilir, kutlamaları çok severim, özel günleri hayata açılmış renkli parantezler olarak kabul ederim ve genellikle hiçbir vesileyi kaçırmam kutlamak için, yılbaşları da en sevdiklerim arasında başta gelir. Bu kez pek mahzun geçti. Kendimi zorlayıp ağacı kursam, oraya buraya üç-beş renkli süs attırsam da içimde pek bir heves yoktu. Olmazsa olmaz yılbaşı kurabiyelerimi pişirmedim, hediye alışverişine çıkamadım, yılbaşı öncesi birkaç arkadaşı davet ettiğim "yeni yıla hoşgeldin" partisini yapamadım, yılbaşı konseptinde düzenlenmiş mağazalarda gezinip havaya giremedim, hasılı pek tatsız bir ön süreç geçirdim. Ne yapalım sağlığımız yerinde ya diyerek birkaç dosta internet aracılığı ile ufak-tefek hediyeler yollamakla yetindim ama iş yılbaşı sofrası için yemek hazırlamaya gelince şirazeden çıktım. Alışkın değilim ki iki kişilik menü hazırlamaya, elim yine davet sofrası moduna kaydı. Koca bir tepsi dolusu hindi fırına girdi (üç gündür yiyoruz, yakında gluglu diye sesler çıkaracağım, imdat), 8-10 kişiye yetecek kadar kestaneli, çamfıstıklı, kuş üzümlü iç pilav yapıldı (onu da üç gündür yiyoruz, bu akşam artanını döktüm üzülerek), bir tencere dolusu vişneli sarma yapıldı (onu hemen yuttuk Allahtan fazla beklemedi, zira ilk kez denediğim vişnelisi pek şükela oluyormuş, bundan böyle hep vişneli), çorbaya niyetleniyordum eşim engelledi neyse ki. 2-3 meze attırdım, koca bir çanak salata, damla sakızlı, vişne soslu muhallebi ile noktayı koydum. Salon masasına yerleşsek kendimizi pek yalnız hissedeceğiz diye mutfak masasını TV'nin karşısına getirdik, şarabı açtı, oturduk. 15 dakika sonra her ikimiz de çatalı bırakmış, arkamıza yaslanmış, "Ne çok yedik yahu" havasına girmiştik. Oysa masadaki her şey neredeyse duruyordu. Bir süre sonra sofrayı toparlayıp kuruyemiş atıştırarak, TV'den yükselen neşeli bir geceden ziyade anma günü havasındaki şarkıları, türküleri yarım kulak dinleyerek saat 12.00'yi bulduk. Tam saat 12.00'de evin içinde eşimle birbirimizi kaybettik, neyseki iki dakika sonra buluştuk, yoksa bütün bir yıl boyunca odalar arasında saklambaç oynayacaktık Allah muhafaza 😃 2021'e geçtikten kısa bir süre sonra yatağın yolunu tuttum, zaten uzun zamandanberi ilk kez üstüme giydiğim düzgün kıyafetten iki saat sonra bunalıp pijamalarıma bürünmüştüm, herhangi bir ön hazırlık gerekmedi. Ailenin kalan yüzde ellisi kaçta yattı bir fikrim yok ama ben sabah sanki galonlarca içki içip sabahlara kadar raksetmiş kadar yorgun uyandım. Tüm günü de tuzsuz helva (helvaya tuz konur muydu?) gibi sallanarak geçirdim. Bugün biraz aklım başıma geldi, kitabımı alıp güneşli balkona yerleştim (kardeşim kışı sevmem ama Ocak ayında da bu hava biraz ayıp oluyor yani), güneş sırtımı öyle bir ısıttı ki, fizik tedaviye girsem bu kadar olur. 

Kitaplara geçmeden önce bir öneri. Pandemiden önce nasıl bir sosyal kelebek olduğumu bilen bilir, sinema, tiyatro, konser, bale, opera işleri benden sorulurdu, hepsinden mahrum, sanatsız kaldım, hayat damarlarımdan biri kopmak üzere 😃 Bugün Twitter'de denk gelince hemen kaptım üç bilet. Hem tiyatrolara destek olmak, hem de online da olsa bir oyun seyretmek için Moda Sahnesi'nin üç oyununa bilet aldım. Onlar canlı oynayacak, ben de ekrandan birebir izleyeceğim. Biletler 25 lira ile 250 lira arasında değişiyor, gönlünüzden ne kopar, bütçeniz hangisine elverirse, bilet fiyatlarına bağlı olarak izlemede bir sıkıntı yok. Linki aşağıya bırakıyorum, belki niyet edersiniz:

Moda Sahnesi

Aralık ayında 11 kitap okumuşum, toplamda da 121 kitapla yılı bitirmişim. 

-Kapağındaki ve giriş cümlesindeki masumiyete aldanarak aldığım "Hadula" düşündüğümün tam tersi bir konuya sahipti, katil bir büyükanne, hem de çocuk katili, öldürmelere doyamıyor. Fena halde sıkıldım ben bu kitaptan, siz merak ederseniz mani olmayayım :)

-"İyi Bir Hayat" Amerika'da doktora yapan ve depresyonda olan büyük kızını ziyaret için İngiltere'de müzik endüstrisinde çalışan küçük kızını da alarak Saratoga'ya giden bir babanın öyküsü, daha doğrusu uzun zaman sonra biraraya gelen annesiz bir ailenin öyküsü. Sakin bir anlatımı var, ben sıkılmadan, severek okudum. 

-"Middlesex" biraz gecikmeli bir okuma oldu benim için, çoğu kişinin çoktan okuyup unuttuğu bir zamanda aldım elime, niyetim 1922 yılında Bursa'da başlayıp Detroit'te devam eden ve 2000'li yıllarda Almanya'da sona eren üç kuşaklık bir aile öyküsü okumaktı. İpekböceği yetiştiricisi Rum bir aile, savaş, akraba evlilikleri, bunun sonucunda doğan hermafrodit bir bebek. Öykü ergenlik yaşına kadar kız olarak büyüyüp sonrasında erkek genleri baskın çıkan Calliope'nin ağzından anlatılıyor. Gereksiz uzatmalar ve fazlasıyla tıbbi bilgiler olmasa daha derli toplu bir roman olabilirmiş. Kolay okunan, akıcı ama sona doğru gereksiz uzatmalar nedeniyle "Haydi bitsin artık" dedirten bir kitap olmuş... 

 

-"Muz Kabuğu Cinayeti" yakın zamanda kaybettiğimiz tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Erhan Gökgücü'nün yazdığı, kolay okunan ve pek de yabana atılmayacak bir polisiye. Cinayet masası başkomiseri Cevahir Beyoğlu'nda bir apartmanın asansör boşluğuna düşüp ölen bir kadının ölümünün ardındaki gizemi aydınlatmaya çalışıyor. Polisiye sevenler ve kafa dağıtmak isteyenler için ideal...


-"Sarmaşık" Yekta Kopan'ın bir öyküsünden uyarlanan ve Levent Gönenç tarafından resimlenen bir çizgi roman. İlginç bir baba-oğul öyküsü ve özellikle çizimler çok başarılı. Bir solukta okunuyor.


-Ülkemizin en eski kadın yazarlarından Safiye Erol'un bir öykü kitabı "Leylak Mevsimi". 1902 yılında doğmuş bir kadın olarak hayli cesur öyküler, genelde aşk üstüne. Pek günyüzüne çıkmamış bir yazar ve çok eğitimli bir kadın. Günümüz şartlarına göre biraz naif kalsa da okunması ve tanınması gerektiğini düşünüyorum...

 

-Birgül Oğuz ile tanışma kitabımdı "İstasyon". Roman denemeyecek kadar kısa, öykü denemeyecek kadar yoğun kitabı bir solukta okudum. Yazarın gözlem gücüne, duru ve sade anlatımına hayran oldum. Pandemi günlerinde evlerimiz de bizim istasyonlarımız artık, kendimizi sağaltma yöntemleri bulmaya çalıştığımız sığınaklarımız, kitap bu yönüyle de içinde bulunduğumuz zamanlara cuk oturdu. Bu ay okuduğum en iyi kitaptı diyebilirim, şimdi yazarın diğer kitaplarında sıra...


-"Boynunun Etrafındaki Şey"
, "Amerikana" ve "Mor Amber" romanlarıyla tanıdığımız Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adichie'nin bu kez öykülerinden oluşan bir kitap. Kahramanların çoğunun kadın olduğu öyküler yazarın romanları kadar güzel... 


-"Yaz Kitabı"nda Kuzey Denizi'ndeki bir adada yaşayan küçük bir kız ve babaannesinin doğa üzerine sohbetleri harika bir romana dönüşmüş. Tove Jansson Finlandiyalı bir yazar, çocukken çoğumuzun severek takip ettiği "Moomin Ailesi" çizgi romanının da hem yazarı, hem çizeri. Kitaptaki çizimler de yazara ait zaten. İskandinav edebiyatı her zamanki gibi yanıltmadı beni,  bu sade dilli ama derinlikli kitabı da çok sevdim...


-Koleksiyon kuşlarımın bir kısmıyla poz veren "Kuşların Felsefesi" kuşların yaşam biçimi ile insan davranışları arasında bağlantı kuran ilginç bir kitap.  Benim gibi kuşları sevenler için birebir...

-Ve yılın son kitabı tuğladan da hacimli, adeta bir beton blok. Şili'li yazar Roberto Bolano'nun ölümünden sonra yayınlanan "2666"sı. Kitap 5 bölümden oluşuyor, ben ancak 1. bölümü tamamlayabildim. Niyetim aralara farklı kitaplar alarak bölüm bölüm okumak. 1. bölüm olan "Eleştirmenler Hakkında" Benno von Archimboldi isimli bir Alman yazarın izini süren biri kadın 4 eleştirmenin üzerinden yürüyor. Son derece ilginç bir konu ve anlatım. Normal şartlarda insanı sıkabilecek detayları bile merakla okuyorsunuz. Kitap hakkında nihai görüşümü elbette son bölümü bitirdikten sonra net olarak yazacağım ama daha ilk bölümden beni sardığını ve edebiyata meraklı herkesin bir şekilde okuması gerektiğini söyleyebilirim...

Efendim, yeni yılda sağlık ve bol bol kitap dileyerek gidiyorum....