.

.
.

31 Aralık 2011 Cumartesi

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN


Biz ne desek de yıl yine bildiğini okuyacak ama isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü  kara olsun. O yüzden sağlık olsun en başta, huzur, barış, hoşgörü, sağduyu, dostluk, güleryüz, hatta kahkaha olsun. Sanat olsun yaşamımızda, müzik olsun, kitaplar olsun, gezip görmeler olsun. Kimse kimseyi incitmesin, sevdiklerimiz yanımızda olsun, aklımızda olsun, kalbimizde olsun. Başarmak isteyenlere başarı, harcamak isteyenlere para olsun. Bu kadar çok şeyi iyiniyetle beklediğimiz için aptal denecek ama varsın olsun. Umut fakirin ekmeği demişler, yeni yılınız kutlu olsun...

30 Aralık 2011 Cuma

AÇARIZ VE HEP BİRLİKTE İÇERİZ :)


Öncülük edenlerin, yapanların, yapamayanların, başka içeceklerle katılanların, eşlikçilerin, izleyenlerin, okuyanların, yüzünde gülümseme, yüreğinde sevgi olanların kısacası tüm dostların sağlığına. Güzel bir yıl olsun 2012; bizler ve tüm insanlık için...

DÖKÜM


Noel Baba kapıdan girmeye (malum bizim Noel Baba'lar yılbaşında teşrif eder) ve 2011 bacadan çıkmaya hazırlanırken şöyle bir döküm yapayım istedim kişisel tarihime kayıt düşmek amacıyla. Bireysel anlamda ele alacak olursak fena geçmedi ince uzun hatlı 2011, yerine göre hayli mutlu ettiği oldu.

-En güzel yanı önemli bir sağlık sorununun yaşanmamış olması idi, hep böyle sürmesini diliyorum.
-Ailemiz büyüdü, bir kızımız oldu, tatlı heyecanlar yaşadık.
-3D adıyla başlatığım projemin herbir D'sini başarıyla tamamlayıp kendimle gurur duydum.
-Süper bir diyet yapıp uzayda kapladığım yeri küçülttüm.
-Çetin bir diş sınavından başarıyla geçip 3.Boğaz Köprüsünü ağzımın içine inşa ettirdim. 
-Karadeniz kıyısına kısa bir seyahatle 2 günde Samsun'u fethettim.
-Geleneksel İstanbul ziyaretlerimden birini daha yapıp blogcu dostlarımla keyifli bir buluşma gerçekleştirdim.
-Ankara'ya gelen Lale'mle şehrin tozunu attırdım.
-Bir sürü sergi gezdim, yüzlerce resim, fotoğraf ve heykel görüş alanıma girdi.
-İçlerinde çok beğendiklerimin de olduğu 60 civarı film izledim, sinemalardan plaket bekliyorum.
-Tiyatro sayım kısıtlı kaldı ama kimselerin bilet bulamadığı "Bir Delinin Hatıra Defteri"ni görme şansını yakaladım.
-Antalya Piyano Festivali sağolsun tamamı olmasa da birkaç tane uluslararası solist ve iyi konser dinledim.
-Telaşlı ve koşturmacalı bir yıl olması nedeniyle eski hızıma ulaşamasam da 55 kitapla yılı kapattım.
-Yeni dostlar edindim, güzel insanlar tanıdım, keyifli anlar yaşadım.
-Arzum bu güzelliklerin 2012 de devam etmesi; kendim, sevdiklerim ve tüm insanlık için sağlık, huzur, hoşgörü ve barış diliyorum. Bunlar olsun, ben gerisini hallederim...

29 Aralık 2011 Perşembe

KARTLAR EVLERİNE ULAŞIYOR

Hayat böyle işte, birini gıcık eden diğerini mutlu ediyor. Derdine yan postacı, ne kadar sevimsizleşsen de daha bir-iki parti geleceksin kapıma. Hem ne güzel, fatura taşıyarak geçen meslek yaşamına bir renk geldi sayemizde. Ellerinde olmayan sebeplerle gecikmiş olarak ulaşsalar da beni çok keyiflendiren kartları için Melange, A-H, Burcu, Nathalie, Selgin GB, Anne Mahsustan, Ekmekçi Kız, Kara Kitap, Parpali, Ece's Sun, Gökçedeniz, Çikolata fabrikatörü Neslihan, Selma Er, Beste, Çılgın Mevdoş, İncecikten, Mayri, Meyra, Atalet, Selcan, Bilge ve Annesi, Qunegond, Ülkü, Tülay Karaeli, Lale sizlere ve unutmuş olma ihtimalimi gözönüne alarak daha önce kartlarını aldığım Buğday, Nesrin, Gamlı Baykuş, Mine Hanım, Macera Kitabım, Leyl, Zeynep ve Ecehan'a teşekkürlerimi ve sevgilerimi yolluyorum...


KAÇIN, POSTACI GELİYOR


Dün öğleden sonra kapı çaldı. Tanıdık gelmeyen ayak seslerinin ardından üçüncü kata çıkmanın hoşnutsuzluğu yüz ifadesinden alenen belli postacı göründü. Günlerdir beklediğim kartlarıma kavuşacak olmanın sevincini postacının asık suratı bir nebze gölgelese de içimden "yaşasın" deyip hayalen el çırptım. Gerçeğini ondan çekindiğim için yapamadım. Postacı bey kardeşimiz "bir insan evladına otuz tane kart  gelir mi, ne bu ya" yazılmamış cümlesi suratına kazılı herbir zarfı ellerime teslim etmeye başladı. Fırsattan istifade giydireyim dedim: "Bu kartların çoğu postalanalı 15 gün olmuş, neden bu kadar gecikti" sözcüklerinin son "i"si ağzımdan çıkamadan öyle bir baktı ki hazret o "i"nin önce çubuğu sonra noktası ses tellerime takur tukur çarparak geldiği yere geri döndü: "Na'palım, bir sürü sokak var, herbirine hergün gidersek ohoo işimiz iş". Korka korka parmak kaldırıp söz istedim: "Şeyy, hani eskiden postacılar hergün dağıtım yaparlardı, şimdi öyle değil mi?" derken ikinci bir "i" yutmamak için sesimi iyice alçalttım. PTT Genel müdürü görünümlü postacı sağ kaşını havaya kaldırdı, çok kısa bir an, adeta saniyenin onda biri süresince tükürür gibi bir nazar fırlattı: "Artık öyle deel" dedi, "Beni bi daa dört günden önce bekleme, hergün hergün aynı sokağa gidersek yorgunluktan ölürüz ya". Sonra zarfları elime tutuşturdu, taahhütlü gelmiş birine imza attırırken "Cık cık cık, ağzı yapışmamış zarfı ne diye taahhütlü gönderirler" diye sokurdanarak çekti gitti. Kucağımda zarflar, ağzım bir karış açık bakakaldım arkasından. Eskiden söylediğimiz şarkılar yalan olmuş ablalarım abilerim, artık "Bak postacı geliyor selam veriyor" dizesi, "Bak postacı geliyor, kızdırırsan dövüyor" şeklinde değişmiş. Hafazanallah, postacının hışmına uğramadan şu kartların tamamı bir elime geçeydi...

28 Aralık 2011 Çarşamba

IVIR-ZIVIR


Yılın son günlerinde bana bir mutfak aşkı geldi ki sorma gitsin. İçime Julia Child, Sahrap Soysal, Emine Beder kaçtı. Gece yatarken yarına ne pişirsem diye yatıp sabah kalktığımda mutfağı kontrole koşuyorum yüzümü yıkamadan. Ciddi ciddi listeler yapıp hiç denemediğim tarifleri deniyor, hayalimden geçirmediğim malzemelerle reçeteler üretiyorum. Kendime pempe, pırıltılı kapaklı yeni bir yemek defteri bile yaptım. Üstelik ben yemek yapmayı sevmem aslında. Ne oldu bilmiyorum, efsunlandım galiba.

Yemek pişirmenin dışında ikinci eylemim posta kutusunu kontrol etmek. Her seferinde sükût-u hayale (hayal kırıklığı yerine bu tabiri kullanmaktan özel bir zevk alıyorum) uğruyor ve postacının saçını başını yolma  planları yapıyorum. Umarım kel değildir.

Yemek yapıp postacı yolu gözlemekten artan zamanlarda yeni bir kitap okuyorum; "Arıza Babaların Çatlak Kızları". Adı gibi ilginç bir kitap, arka kapağın son cümlesiyle tanıtayım: "Aynı havanda dövülüp, aynı imbikte damıtılan insanların kimilerinin sirke, kimilerinin şıra, kimilerinin şarap olma öyküsünü anlatıyor."

Sonra film izliyorum, gösterime girdiğinde Ankara'da olduğum için izleyemediğim "Midnight in Paris" filmini seyrettim sonunda büyük bir keyifle. Her ne kadar filmin yarısında çalan telefon keyfime limon sıksa da pek aldırmadım. ADSL kampanyasıyla ilgili bilgi vermek isteyen bir kızcağız-daha önce de konuşmuştum sesinden tanıdım, helecanlı bir tip, böyle Yeşilçam filmlerindeki Suna Pekuysal'ın gençliği gibi-telefonu açar açmaz "Leylak Hanımla mı görüşüyorum" diye sordu. "Evet" dedim. "Vesaire kampanyasıyla ilgili bilgi vereceğim ama önce daha rahat hitabedebilmem için isminizi söyler misiniz" demez mi? Adeta suratına kapattım telefonu, bıkmışım zır zır aramalarından, bir de aptallıklarına tahammül edeceğim. Daha dün Ankara'daki bomboş evin telefonunun tarifesini bize sormadan değiştirip Temmuz'dan bu yana iki misli para kestiklerini öğrenmişim zaten, ne kampanya görecek gözüm var ne de reklamlarını dinleyecek kulağım.

Böyleyken böyle, halimi arzeyledim. Şimdi gidip arıza babalarla ve çatlak kızlarıyla ilgileneyim biraz. Kalın sağlıcakla anacım...

Not: Fotoğraf da konsepte uygun olsun dedim, mutfaktan...

27 Aralık 2011 Salı

BEKLEYRÜK...

Noel Babalar toplaşıp geldi. (PİE Kurabiye ellerine sağlık canım)


Eh bunu da aldık yılda bir de olsa.
Tüm eksikler tamam, buyur gel 2012...

26 Aralık 2011 Pazartesi

BEKLEDİM DE GELMEDİN


Kargoyla gelen 3-4  tanesi hariç posta kutuma tek zarf düşmedi. Postacı kartlarımla birlikte Hawai'ye kaçtı galiba. Kar yağmıyor belki ama benim de posta kutusunu boş bulan Charlie Brown'dan farkım yok bu ara:))

25 Aralık 2011 Pazar

HAMARAT MIYIM NE:))

Ne kusur ettim bilmiyorum ama uyku hazretleri yine küstü dün gece bana, yanıma yaklaşmadı. Yalvar yakar sabah ezanı şöyle bir uğradıysa da kabahatim çok büyük olsa gerek ki fazla kalmadan çekti gitti. "Uğurlar olsun" deyip dikildim ayağa. Baktım dışarıda cam gibi bir hava, uzaktaki dağlar bembeyaz kar olmuş ama güneş camlardan girip içeriyi sımsıcak etmiş, hele mutfak sera gibi. Amanin aşka geldim, nasıl bir pişirme taşırma arzusu bende, sanırsın Julia Child'im. E böyle yoğun bir istek sözkonusu olunca sıvadım kolları, şöyle tarçınlı-zencefilli bir yılbaşı kurabiyesi yapayım, sonra da yeni evlat edindiğimiz turunçların icabına bakarım dedim. Yumurtaları çıkardım, bir tanesini tam kırmak üzereydim ki kaydı elimden ve "plof" benzeri bir ses çıkararak yere yapıştı. Yere yapışmakla kalsa iyi düşerken bir miktarını da mutfak sandalyesinin kumaş zeminine bırakıverdi. Yok ama azimliydim, güneşle yıkanan ruhum şenlikliydi kızmadım, sinirlenmedim. "Yumurtanın kulpu yok/Gözlerimde uyku yok" şeklinde başlayan nadide Bedia Akartürk türküsünü terennüm ederek silip toparlama eylemine giriştim. Hem yalan mı, gözlerimde uyku yoktu gerçekten, ayrıca yumurtanın kulpu olsa ne güzel olurdu değil mi? Neyse efendim tüm malzemeler biraraya gelip hemhâl olunca istirahat etsinler diye pamuklara pardon folyolara sarıp buzdolabına kaldırdım akabinde de turunçları "bızzt bızzt" sıkmaya başladım. Sıktığım turunçların bir kısmı şekerle kaynayıp şerbet olurken, bir kısmı ekşiye dönüşmek üzere fokurdamaya başladı. Ben de istirahatleri tamamlanan hamurumu kurabiyeye dönüştürüp fırına sürdüm. Aman evin içerisinde bir koku, misss. Turuncun esansı bir yandan, tarçın-zencefil bir yandan değme parfüm haltetmiş. Kokudan esriyip iyice aşka geldim, daha ne yapsam diye etrafa bakınırken sepetteki buruşmaya yüz tutmuş elmaları gördüm. "Aha" dedim, "buldum". "Ben bunlarla bir de kek yapıvereyim." Elmalara doğru hamle yapmamla birlikte önce susamlı çubukların durduğu kutuyu devirip cümle susamları yere saçtım, ardından da  dolabın altına doğru yuvarlanan karabiber değirmenine bakakaldım. Bizim karabiber değirmeni zaten intihar eğilimlidir, sürekli karalar giyinir, sürekli depresyondadır, acı acı inler. Bereket sağ salim yakaladım, hafif yara almış alnının yan tarafına o kadar. Susamları toparlamaksa biraz zamanımı aldı doğrusu. Ben bunlarla uğraşırken kurabiyeler pişti ve mekanına yerleşti.


Daha fazla zarar ziyan vermeden keki de halledip attım fırına ama günün neredeyse tamamını mutfakta geçirip hafif bir bel ve boyun ağrısıyla akşama ulaştım. Bir daha da bu iştah kolay kolay gelmez üstüme. Aşağıdakiler de eşe dosta hediye kabilinden gidecekler, bu yılbaşı fena birşey değil yahu insanı gayrete getiriyor.


Şimdi izninizle ben bir çay içeyim, sonra da Behzat amirim başlıyor uygun bir yere konuşlanayım. Kalın sağlıcakla...

Not: Kurabiye tarifini Ruşen'in blogundan aldım, teşekkürlerimi yolluyorum...

EN'LER


Lale yazar da ben yazamaz mıyım, çatlarım valla:) İşte benim 2012 en'lerim:

Kitaplar (Yerli):
1- Sinek Isırıklarının Müellifi/Barış Bıçakçı
2- Kalan/Leyla Erbil
3- Az/Hakan Günday

Kitaplar (Yabancı):
1- Sahilde Kafka/Murakami
2- Lütfen Anneme İyi Bak/Kyung-sook Shin
3- Günlerin Getirdiği/Isabel Allende

Film (Yerli):
1- Bir Zamanlar Anadolu'da
2- Zenne
3- Atlı Karınca

Film (Yabancı):
1- Departures (Son Veda)
2- Never Let Me Go (Beni Asla Bırakma)
3- Cazibe Kanunları

Tiyatro:
1- Bir Delinin Hatıra Defteri
2- Soğuk Bir Berlin Gecesi
3- Küçük Adam Ne Oldu Sana

Konser-Gösteri-Sergi:
1- Igudesman-Joo/A Little Nightmare Music
2- Zerrin Tekindor Resim Sergisi
3- Erwin Olaf Fotoğraf Sergisi

Albüm:
1- Hüsnü Arkan/Solo
2- Şirin Pancaroğlu/Elişi
3- Candan Erçetin/Aranjman

En Keyif Aldığım Geziler:
1- İstanbul/Haliç-Balat Turu
2- İstanbul/Burgazada
3- Kızkardeşle herbir Cermodern ziyareti

Eh Lale yazmış ben de yazayım, en çok tıklanan üç yazım:
1- Yeni Yıl Kartı Etkinliği
2- Kahve Taneleriyle Başım Dertte
3- Haftanın Okuyanı 1

Ve sonuç olarak ben bu yıldan kendi özelimde memnun kaldım doğrusu, darısı yerine gelecek olana...

23 Aralık 2011 Cuma

YAĞMURLU SABAH


Dışarıda tipik Antalya yağmurlarından biri şarıldıyor, yer gök birbirine karışmış durumda. Gökyüzü gri ötesi,  ev karanlık. Şaşılası birşey ilk kez bu durumdan şikayetim yok, klimatik depresyonum bir süreliğine tatile çıkmış galiba. Yılbaşı ağacının ışıklarını açıyorum ışıltı olsun diye, ismi "Eylül Şarkıları" olsa da her mevsim dinlemekten bıkmadığım başucu CD'mi sürüyorum yuvasına, Melihat Gülses çağıldamaya başlıyor: "Bir sihir gibiydi şehre inerken gece/Mektubun güvercin oldu vardı gizlice". Kendime bir yuva hazırlıyorum kartlaşmış bir tekir kedi gibi kanepenin sağ köşesine; örgü battaniye dizime, kahve masaya. Neşe palamutları yaprakların ve kozalakların arasında göz kırpıyor fanusun içinden. Atalet'e sessiz bir selam yolluyorum, o bilir. Kokina bulamadım bu yıl, üzgünüm. Çakmasıyla idare ediyorum. Kucağıma kâdim dostum, ezelî ve ebedî yazarım Füruzan'dan her yılbaşı öncesine yakışan, okumaktan bıkmadığım  "Gecenin Öteki Yüzü"nü yerleştiriyorum. Ayracım iki şirin minik kızın eseri, onu da zulalıyorum yanıbaşıma. Hazırım açalım ilk sayfayı:

"Genç kadın, küçük kızın elini acıtırca sıktığını kızın o bildik "Yürüyorum anneciğim!" deyişindeki iniltili söyleyişten anlamıştı. Annenin kokusu sonbaharın sert lodosuna karışıp burnuna vuruyordu......."

Böyle başlar ve binbir ince ayrıntıyı oya gibi işleyerek devam eder. Çekinilerek gidilen yılbaşı davetine kokinalar götürülür, uygun olduğu için siyah döpiyes, ince uzun topuklu, bilekten atkılı iskarpinler giyilip sırta muton dore  kürk ceket atılır. Oysa bunlar geçmişte kalmış bir şatafatın acınası artıklarıdır, bunlar ve annenin kullanmakta ısrar ettiği suardöpari, emprime, dökar, pudrier, Zahaviadis ruj gibi sözcükler küçük kızda uzaklık duygusu yaratır. O aradığı yakınlığı yılbaşı davetine katıldıkları üst kat komşuları iki kardeşin evinde bulacaktır. İkram edilen tulum peynirinin üstüne serpilen çörekotu, fokurdayan pirinç semaver, kuşkesimli tutmalıkları olan kalaylı sahanlar, radyodan yayılan tango, bakır tepsinin içindeki elmalar, yerdeki renkli kilim, sobadan ve iki kardeşten yükselen sıcaklık küçük kızın içini ısıtırken annenin buzlarını da çözmeye başlayacaktır inceden inceden... 

CD son şarkıyı tüketti, yağmur hafifledi, hatta güneş titrek ışıklar yollamaya başladı pencereden. Kedi olma zamanı sona ermiştir, kendimize ışınlanalım...

22 Aralık 2011 Perşembe

TURUNCU GÜN


Dün akşam eşim eve yukarıda gördüklerinizi bir torba içerisinde getirdi. "Bunlar ne?" dedim, meğer arkadaşının bahçesindeki turunç ağacında kimsenin yüz vermediği meyveler boynu bükük bir şekilde duruyorlarmış, yanlarına yaklaşınca "Sizi görür görmez sevdik amca, size baba diyebilir miyiz amca?" demişler. Bizimki de kıyamamış hepsini takmış peşine getirmiş. Eh benim de onlara sıcak bir yuva sağlamam boynuma borç oldu. Hem nasıl sıcak, uzun uzun kaynattım, pek mutlu oldular. Birleşip kaynaşıp turunç ekşisine dönüşüverdiler. 


25 adet turunç yıkandı paklandı, ortadan kesilip uzun süredir âtıl duran elektrikli narenciye sıkacağında sıkıldı, süzülerek bir kocaman tencereye aktarıldı ve kaynamaya bırakıldı. Ortalık misler gibi turunç kokarken, dışarıda yağmur tıpırdarken bendeniz elimde kahvem Enrico Macias dinleyerek kitabıma gömüldüm. 8 bardağa yakın turunç suyu 2 bardağa indiğinde kaynamayı sona erdirdim ve "Oh Guitarre Guitarre" yi mırıldanarak bundan sonraki mekanlarına aktardım.  Bir çay kaşığı bütün dişleri kamaştıran enfes bir turunç ekşim oldu. Yaşasın...

Haydi Enrico Macias dinlemeye devam edelim, "Oh Guitarre Guitarre":



21 Aralık 2011 Çarşamba

KÜÇÜK ŞEYLER ASLINDA BÜYÜK ŞEYLERDİR...


Çay kupama arkadaş


 Takıma eleman geldi
Yapan, yollayan sağolsun. Leylak Dalı'ndan kocaman sevgiler...

20 Aralık 2011 Salı

BUGÜN BUNLAR OLDU...


Günboyu şiddetli bir yağmur ve rüzgar ortalığı kasıp kavurdu. Aksilik günün çoğunu dışarda geçirdim, şemsiyeme çeşitli numaralar yaptırırak tellerini kırılmaktan kurtardım lakin üst yanım ıslanmasa da pantolonum dizlerime kadar sırılsıklam oldu.


O kadar ıslanmıştı ki gittiğim arkadaşta onu kurumaya terkedip evsahibinin pantolonunu emaneten giydim. Yakıştı üstelik, utanmasam eve getirecektim:)) Sonra yılın ikinci ve muhtemelen son aşuresini yedim arkadaşımın elinden, pek güzeldi...


Dönüşte pantolonum kurumuş, yağmur da durmuştu ama bu yarın da yağmayacağı anlamına gelmez. Antalya'da adettir, başladı mı bitmez, Kadıkaçıran Yağmuru diye de ismi vardır. Eve geldim ki ne göreyim, zürafamız Zarife Hanım yokluğumdan istifade yılbaşı ağacını yemeye çalışıyor, "Höt" dedim korktu garip. Acıdım haline, turşu verdim onu yedi, sevindi.

Yağmur yağdı, böyle oldu...

19 Aralık 2011 Pazartesi

YAPRAK KOLEKSİYONU


Antalya'da mevsim sonbahardan kışa benzer birşeye dönüşürken giderayak yaprak koleksiyonu yapayım dedim. Ne ararsanız var; çınar, okaliptüs, incir, akçaağaç, meşe, dut, kavak, adını bilmediğim kırmızı yapraklı birşeyler, vesaire vesaire. Koyduk çerçeveye yolculadık yaprakları seneye görüşmek üzere, şimdi her dem yeşil kalanlarla hemhâl olmak zamanıdır.


Buyrun karabiber, sallamış saçlarını salkım söğüt gibi, acı kokusu kendini ele verse de çiçeklenmiş üstelik, pek keyifli...


Ha bir de üzücü haber; Altın Portakal büyükannemiz sizlere ömür, geçerken gördüm. Bir sürü kız torunu başına toplanmış yas ediyorlardı. Başsağlığı dileyip ayrıldım, bakalım seneye tahta kim oturacak. Hayırlısı...

18 Aralık 2011 Pazar

YAĞMUR'LU PAZAR


Antalya'ya yakışmayan grilikte bir hava var dışarda, göze hitabedecek tek renk karşı kaldırımdaki ağaçtan sarkan portakallar. Yağmur alt katın panjurlarına vuran sesi de olmasa anlaşılamayacak bir sinsilikte yağıyor; incecik, toz gibi. Hani neredeyse yağmıyor diyeceksin ama bu birazdan ortalığı seller götürmeyeceği anlamına da gelmez. Antalya burası, her an gökten kovalarla su boşalabilir. Mutfak penceresinden gördüğüm boş bir sokak, çok seyrek bir-iki adam geçiyor; havaya uyumlu kara pardesülere bürünüp kara şemsiyelerini açmış (casus filmi gibi oldu yahu:), ellerindeki torbada gecikmeli Pazar kahvaltısı için aldıkları ekmekler, belki birkaç yumurta ya da bir kangal sucuk. Havada rutubetin getirdiği rahatsız edici bir serinlik var, termometreye baksan soğuk demezsin ama böyle inceden dürten, ürperten bir duygu. Uzaktan ilerdeki hastaneye ulaşmaya çalışan bir ambulansın sesi geliyor. Hafta sonu rehavetine hiç yakışmayan bir ses. Ne yapalım o zaman, bir elimize kahve fincanını bir elimize "Mutfak Sesleri"ni alalım, "Singing In The Rain"e ruh hali pek uygun olmadığı için "Rain and Tears"ı dinleyelim Demis Roussos'dan. Hem yılbaşı da yaklaşıyor kokina almalı ve "Gecenin Öteki Yüzü"nü okumalı bir kez daha. Hatta okumakla kalmamalı bir yerlerden bulup buluşturup botokssuz, hüzünlü yüzüyle Zuhal Olcay'ın oynadığı filmini izlemeli. Füruzan'ı biraz daha sevmeli...


Bir de duyurum olacak; genç blogger arkadaşım Zuzu Miyozu yılbaşı nedeniyle bir hediye etkinliği düzenlemiş, katılmak isterseniz aşağıdaki linke tıklayarak gerekli bilgiyi alabilirsiniz. Teşekkürler...

17 Aralık 2011 Cumartesi

NE SÖYLESEM "AZ"


Yıl sona ererken ardarda güzel kitaplar deviriyorum; "Mino'nun Siyah Gülü", "Sinek Isırıklarının Müellifi", "Kalan", (araya giren, bitmek bilmeyen Villette'yi saymazsak) ve "Az". Bu sonuncusu bir korku filmi gibi, insanın yüzüne çarpan bir şamar gibi, aniden esip sırtı buz eden bir rüzgâr gibi, mideyi bulandıran ama yemekten vazgeçilemeyen bir yemek gibi. Elinizden bırakamadan okuyor okuyorsunuz ve bir yandan dehşet içinde kalırken bir yandan dehşeti bu kadar gerçek ve güzel cümlelerle anlatabilen yazara şaşıyorsunuz. Hakan Günday yabancısı olduğum bir yazar değil aslında, bütün yazdıklarını okudum. Kitaba başlarken nasıl birşeyle karşılaşacağımı aşağı yukarı biliyordum ama yine de ruhumun daralmasına engel olamadım, karanlık bu defa çok daha koyuydu. Şebnem İşigüzel'in "Kirpiklerimin Gölgesi"nden beri bu derece ayarlarımı bozan bir kitap okumamıştım. Bitirmeme çok az kaldı, her satırını su içer gibi okuyorum, elimden kalem düşmüyor satırların altını çizmek için. Kullanılan dile, betimlemelere, metaforlara hayran ola ola okuyorum. Acı biber tadında bir kitabı çikolata yer gibi okuyorum. Açıkçası hem bitsin istiyorum hem bitecek diye korkuyorum. Bu yılın en iyi kitaplarından biri bence ve sanırım başkaları da aynı fikirde. Ruhunuzu biraz yoracak ama kesinlikle okuyun diyorum, pişman olmayacaksınız...

Az/Hakan Günday
Doğan Kitap/1. baskı/355 sayfa

16 Aralık 2011 Cuma

LİSTE

- Önce bir kahve daha içmeli, şöyle koyu ve şekersiz.
- "Az" artık bugün bitmeli, soluk soluğa okuyorum. Bıçak gibi saplanıyor bazı cümleler, ayın karanlık yüzü sanki. Hakan Günday'ın üslubunu bilirim ama yine de ürpertiyor beni.
- Son kartlar yazıldı, postaya vermeli.
- Hava bugün bulutlu, iç açacak neşeli birşeyler çalmalı. Candan Erçetin'in "Aranjman" CD'si uygundur.
- Ha bir de Arap Mabel sakızı çiğnemeli, ruhumdaki çocuğa iyi gelir.
- Kerevizin saplarını yemek haline getirip terbiye etmeli, yapraklarından mis kokulu bir salata yapmalı.
- Misafirler için çıkarılmış tabak-çanağı dolaplardaki yerine kaldırmalı.
- Portakallı-kahveli yılbaşı içeceğini kontrol edip koklamalı (mis kokuyor mis).


- Ve arasıra bu köşeye göz atıp ruhtaki çocuğu sevindirmeli.

O zaman bana müsaade, ilk maddeden başlamalı...

15 Aralık 2011 Perşembe

BAK POSTACI GELİYOR


Birer ikişer gelip mutlu edecekler


Posta posta gidip mutlu edecekler....

14 Aralık 2011 Çarşamba

GÜNEŞE ENDEKSLİ RUH HALİM KIYAKTIR BUGÜN...


Sabah pırıl pırıl bir güne uyanmak, dünyanın en komik kargo görevlisinin kapıya getirdiği iki paket, okunacak bir sürü kitap, kızkardeşle telefon muhabbeti, kahve keyfi, yaklaşan yeni yıl, postacının getireceği kartların hayali, öğleden sonra gelecek arkadaşların keyifli bekleyişi; e daha ne olsun. Bundan iyisi Şam'da kayısı. Bugün güzel olacak, hissediyorum...

13 Aralık 2011 Salı

VAN'A YARDIM KİTABI

Van depremi nedeniyle ortak bir etkinliğe imza atmıştık Decaflatte önderliğinde, geçtiğimiz gün sonuçlandı. Biz fotoğraflarımızla katılırken (benimki yukarıdaki) sevgili Decaflatte tüm gücüyle bu işe omuz verdi,  bu kitap aslında onun eseri. Buradan bir kere daha gönlüne, emeğine sağlık diyorum. Umarım çorbada bir fiske de olsa tuzumuz olmuştur ve bir yaraya merhem olur. Hazırlanan kitap şu anda internet aracılığı ile satışta, biz de satın alarak katkıda bulunalım derseniz linki sayfamın sağ kenarında. Daha detaylı bilgi için Decaflatte'nin bloguna TIK, kitaba bir göz atmak için TIK. Önderlik eden ve katılan tüm dostlara bir kez daha gönül dolusu teşekkür...

SİFTAH


Sabah erkenden çıktım evden, hem yürüyüş olsun diye hem de yılbaşı kartlarının bir kısmını postalamak için. Caddenin birinden karşıya geçerken tam yolun ortasında büyük ebatlı bir fotoğraf gördüm; başında Antalya usulü örtüsüyle orta yaşlı bir kadının fotoğrafı asfalta yapışmış gökyüzüne bakıyordu. Muhtemelen karşıdaki fotoğrafçıdan alınmış ve yolda düşürülmüştü. İçim bir tuhaf oldu, eğilip alamadım yoğun trafikten. Zavallı kadıncağızı asfaltın ortasında kaderine terkedip devam ettim yoluma. Günün ilk ilginçliğiydi. İkincisini postanede yaşadım. Ben kartları görevliye verirken yanıma yaklaşan yaşlı dilenci kadın "odun alacam, Allah rızası için bir yardım" diye sızlanmaya başladı. Resmi dairede dilenciye ilk kez rastlıyordum şaşırdım. Aldırmadım önce ama yapıştı kadın vızır vızır edip duruyor kulağımın dibinde, görevlinin verdiği para üstünden bir lirayı sürdüm önüne, burnunu kıvırarak aldı. Sonra memura sardırdı, adamcağız baktı kadının gideceği yok, bir lira da o çıkarıp verdi cebinden. Kadın ne dese beğenirsiniz: "Bu ne ya, bir lira. Ne işe yarar bari beş lira verin." Bereket güvenlik görevlisi gelip uzaklaştırdı da ağzıma gelenleri söyleyip terbiyemi bozmadım. Allah dilencinin de hayırlısını versin.

Eve dönünce kapıya gelen kargo görevlisinin verdiği paketle de ilk kartlarıma kavuşmuş oldum. Ne zamandır ilk defa zarf açacağı kullanarak bir zarfı açmanın zevkine vardım, pek keyifliymiş ya unutmuşum. Fotoğraftaki güzellikleri yollayan şeker kızkardeşlere buradan sevgilerimi yolluyorum. Siftah onlardan, bereketi Allahtan:))

12 Aralık 2011 Pazartesi

TAKVİM


Malum, yeni yıl geldi gelecek. Yeni yıla yeni takvim gerek dedim ve oturup kendi takvimimi kendim yaptım. Buyurunuz yukarıda; 12 neşeli ay, 12 neşe palamudu.

2012'de, 12 ay boyunca bu 12 neşe palamudu gibi gülsün yüzünüz...

10 Aralık 2011 Cumartesi

BUGÜN MÜ?


Mandalina şekerlemelerimi yapıp itina ile kavanozuna yerleştirdim. Beste'nin sayesinde mutfak deneyimlerim çeşitleniyor, sağolsun...


11.11.11 tarihinde imzalanmış yeni bir kitaba başladım: "Az/Hakan Günday". Severim kendisini taa "Zargana"dan bu yana...


Ve sonunda günlerdir aşerdiğim aşureyi yedim, enfesti. Tam istediğim gibi; az şekerli, bol malzemeli.  İyi ki varsın arkadaşım...

9 Aralık 2011 Cuma

KISACA


-"Poinsettia" aldım, nam-ı diğer Atatürk Çiçeği. "Yılbaşı için kendin al, kendine hediye et" etkinliğinin çiçek bölümü uyarınca. Daha bunun kitap, CD ve başka bir obje bölümleri var.
-Dışarıda acaip poyraz esiyor, soğuk, içerisi güneşli ve sıcacık ama ben sokağa çıkmak zorundayım.
-Bugün bir arkadaşta mercimekli pilav şenliği yapacağız.
-Biraz önce masada yer bulamadığım için hemen alıp mutfağa götürmek amacıyla yere koyuverdiğim peynir tabağının unutup üstüne bastım. Hani eskiden bir saçma bilmece vardı: "Bir filin buzdolabına girdiğini nerden anlarsınız?", cevap: "Muhallebi tabağındaki ayak izlerinden" şeklinde. Bunu "Leylağın şaşkın olduğunu nereden anlarsınız?", cevap: "Peynir kalıbı üzerindeki terlik izlerinden" olarak değiştirebiliriz.
-Akşam kabuklarını rendeleyip suya ıslattığım mandalinalardan mandalina şekerlemesi yapacağım. Besteee iyi ki varsın:))

8 Aralık 2011 Perşembe

ZORLANDIK AMA DEĞDİ


Bugün büyük meşakkatlerle, tabir yerindeyse "inişlerde ter dökerek, yokuşlarda tırnak sökerek" Ufuk ve Bahar Dördüncü kardeşlerin hayli uzak bir semtteki Kültür Merkezi'nde verdikleri konsere gittik. Bu mekana ikinci gidişim, ilki birkaç yıl önce ve özel araçla idi, bu sefer toplu taşıma araçlarıyla niyetlendik. Arkadaşlarla dolmuşun geçeceğini umduğumuz durakta buluştuk, hava da bir rüzgarlı estirip duruyor. Bekliyoruz bekliyoruz, Antalya'nın her semtine dolmuş geçti, bir bizim gideceğimiz yere yok. Üşüdük, sıkıldık, yorulduk. Sonra dolmuşların hareket merkezini arayıp sorduk, meğer o duraktan geçmiyormuş, haydi bakalım o kadar beklediğimiz boşa gitti. Yollandık öbür durağa ama şansa bak ki biz yürürken karşıdan binmemiz gereken dolmuş geçip gitti. "Hay bin kunduz" diyerek  yolda gördüğümüz taksiciye danıştığımızda gittiğimiz duraktan da geçmediğini öğrendik. Baktık bizimki talih değil kör Salih, taksiciyle sıkı bir pazarlığa oturduk ve indirimli fiyattan anlaştık. Yerleştik taksiye ve uzun uzun gittikten sonra sonunda "geldik" dedi şoför. Lakin bizi getirdiği yerin üstünde spor salonu yazıyordu, o da bilmezmiş meğerse garip. Neyse fazla uzakta değilmiş bir U dönüşüyle sonunda bulduk mekanı. Tabii taksiyle yapınca ulaşımı bu defa da çok erken gelmiş olduk. 45 dakika kadar bekledik, arkamızda yakındaki lise ve güzel sanatlar lisesinden getirilmiş bir sürü öğrenci birikti, acaip havaya girdim. Neredeyse, "Susun, rahat durun, oğlum sana diyorum, kızım bağırma" repliklerine girişecektim, kendimi zor tuttum. Sonunda kapılar açıldı, girebildik içeri. Ön taraftaki dört sıra dışında hep öğrenci doluydu ve ne yazık ki pekçoğu konserin ortasında patır-kütür terketttiler salonu.

Ufuk ve Bahar Dördüncü şu anda Cenevre'de yaşayan Fransız ekolünden yetişmiş çok hoş iki  virtüoz kızkardeş, iki piyano ve dört elle çalıyorlar. 


Bize Brahms'ın "Macar Dansları"ndan 7 tanesini ve Ravel'in "Kaz Anne"sini çaldılar, olağanüstüydü. Sonra da izleyicilerden gelen soruları gayet sıcak ve samimi bir şekilde yanıtladılar. Çok zahmet çektik ulaşana kadar ama değdi, keşke biraz daha dinleyebilseydik. 

Efendim huzurdan çekilirken sevgiler sunuyorum; sanatla dolsun içiniz...


7 Aralık 2011 Çarşamba

KAHVE TANELERİYLE BAŞIM DERTTE


Sabah mutfaktan gelen seslerle uyandım, apar topar daldım içeri "ne oluyor?" diye. Baktım kahve taneleri neredeyse pankart açıp yürüyüş başlatmak üzereler. "Derdiniz ne sizin yahu?" dedim, "daha kargalar kahvaltısını etmeden çıngar çıkarmışsınız". İçlerinden en toraman olanı attı kendini ortaya, "Mutsuzuz" dedi, "doğduğumuz, büyüdüğümüz topraklardan koparılıp getirildik bu gurbet ellere, büyük büyük dedelerimizden beri size hizmet edip dururuz. Biraz daha düzgün hayat şartlarını hakediyoruz. Daracık, havasız, ışıksız bir hücreye kapattınız bizi, sıkış-tepiş geçiyor ömrümüz". Düşündüm, haksız sayılmazlar, ayrıca ben iyi bir işverenim, bana hizmet edenleri gözetirim. "Nedir arzunuz?" diye sordum, portakal bahçeleri içindeki bir toplu konutta birlikte yaşamak istediklerini belirttiler. İşi gücü bıraktım, 40 daireli bir apartmana yerleştirdim aynen söyledikleri gibi portakal kokan. "Oh, bu sorunu da çözdük" diye kahvaltımı etmeye gidiyordum ki yine çığrışmaya başladılar. "Şimdi ne oldu?" dedim, "Efkarlıyız apla" dediler, "vatan hasreti çekiyoruz, nerede o Kolombiya'nın mor sümbüllü bağları, kekik kokulu dağları", ardından da hep birlikte ağlamaya başladılar. Yüreğim elvermedi o vaziyette bırakmaya, "Yürüyün la (Kendileri de sıkı bir Behzat Ç. izleyicisi oldukları için bu dilden anlarlar)" dedim "düşün ardıma". Götürdüm bir meyhaneye salıverdim cümlesini.


Alkolün içinde boğulsunlar, içip içip dağıtsınlar keratalar. Üç hafta sonra gidip sırtlar getiririm hepiciğini...

Not: Bu portakallı-kahveli yılbaşı likörü sevgili Beste'nin tarifiyle yapıldı, aynı gün açıp birbirimizin sağlığına yudumlamak dileğiyle. Kocaman sevgilerimi yolluyorum Paris semalarına. Detaylı tarif için TIK.

6 Aralık 2011 Salı

BU DA GÜNÜN DUYURUSU OLSUN


Yılbaşı yaklaşıyor, mahzun yüreklere mutluluk taşımak lazım. LÖSEV aracılığıyla sizi bekleyenler var. Ayrıntılı bilgi  "Bulut Gölgesi" blogunda. Haydi mutlu edelim o güzel çocukları...

Arkadaşlar kart etkinliği katılımını sona erdirip adres listesini de maille yollamış bulunuyorum. Vatan, millete, cem-i cümlemize hayırlı olsun:) Blogdaki listeyle kontrolünü yapıp eksik adres varsa bildirmenizi rica ediyorum, gözümden kaçmış olabilir. Bir de sonradan yolladığım 2 düzeltme vardı, onu gözardı etmeyin lütfen. Liste elinize ulaşmadıysa da bir zahmet mesaj atın bana. Katılımınıza tekrar teşekkürler, kolay gelsin...

5 Aralık 2011 Pazartesi

GÜNLÜK RAPOR VE YENİ YIL KARTI ETKİNLİĞİ LİSTESİ


Bugün güne çok eğlenceli başladım, aslında önce ufak bir şok yaşadım ama sonrasında şok geçiren karşı taraf oldu, ben çok güldüm. Sabah çalan ve ekranında tanıdık bir isim görünen telefondaki kadın "Leylak Hanım siz misiniz?" dedikten sonra aslında benimle bu konuşmayı yapmanın çok zor olduğunu söyleyerek  oğluyla olan beraberliğimizi bitirmemizi istedi. Ailecek bu ilişkiyi istemiyorlarmış. Ben boş gözlerle duvara bakarak elimde telefon kalakaldım. Beraberliğimizin bitirilmesi istenilen kişiyi de biliyordum üstelik, oğlum yaşında. Dumur durumum bir süre devam ettikten sonra ayıldım. Telefonun öbür ucundaki kadına kendimi tanıtıp sözü edilen Leylak Hanımın telefonda kayıtlı başka bir Leylak Hanım olduğunu söyledim ve o özür dileyedursun feci bir karıştırma yaparak beni rahatsız etmesinin yanısıra aile sırlarının ve ufak bir hile durumunun da açığa çıkmasının  utancıyla başbaşa bırakıp telefonu kapattım. Sonra da karnıma ağrılar girene kadar güldüm. Ardından da "Entelköy Efeköy'e Karşı" filmine gidip biraz daha güldüm. Çok eğlenceli, neşeli, bunun yanısıra birtakım çevresel sorunları ince bir mizahla ele alan çok güzel bir filmdi, kesinlikle izlemenizi öneririm. 

Efendim gelelim ikinci konuya. Yeni Yıl Kartı etkinliğine katılımı sonlandırmış bulunuyorum. İştirak edenlerin listesini aşağıya blog isimleri ve linkleriyle birlikte yazıyorum. İsimler ve adres listesini de maillerinize yollayacağım. İster listenin tamamına, ister seçtiğiniz kişilere kartlarınızı yollarsınız, ne kadar erken postaya verirseniz o kadar iyi olur. Tüm katılanlara teşekkürlerimle...

27- Defter
29- Noni
41- Ve 4 blogu olmayan arkadaş

4 Aralık 2011 Pazar

HAFTASONU RAPORU


Birkaç gündür yeni birşey yazmadım ama boş da durmadım. Haftayı hoş anılarla kapattım. Bugün sonbaharın son günlerinin tadını çıkarmak için uzun bir yürüyüş yaptık, her zamanki gibi mola yerimiz Kır Kahvesi, yorgunluk iksirimiz çay idi. 


Doğa o kadar güzel, renkler o kadar baştan çıkarıcı ki insan her gördüğünü fotoğraflamak istiyor. Ayaklarımızın altında kuru yaprakları çıtırdatarak, tepemizden sürüler halinde uçan göçmen kuşları seyrederek, ceplerimize neşe palamutları doldurarak, ummadığımız ağaçlarda açan doyumsuz güzellikteki çiçeklere şaşırarak uzun uzun yürüdük. Haftayı gözümüzü renge, gönlümüzü sonbahara doyurarak kapattık.


Hafta içi bir de konuğum vardı: Kara Kitap. Bütün bir günü birlikte geçirdik, Antalya güzel havası ve manzarasıyla bize eşlik etti. Yürümekten bacaklarımız ağrıdı ama pes etmedik, kâh deniz kenarında kâh parklarda dolaştık, yedik-içtik, bol bol sohbet ettik, güldük söyledik. Kara Kitap'ın cebine Antalya anıları doldurup evine yolcu ettik. Ne iyi ettin de geldin Kara Kitapcım, her zaman bekleriz, yine gel e mi.


Bu haftanın sanatsal etkinliği ise dün akşam gittiğim "Igudesman&Joo İkilisi"nin "A Little Nightmare Music" isimli showu idi. Son zamanlarda izlediğim en güzel show idi. Klasik müzik, parodi, zeka, yetenek harmanlanmış ve bu çok keyifli gösteri çıkmış ortaya, bayıldım. Daha parodisel bir durum da bizzat önümdeki koltukta yaşandı. Ön koltukta oturan beyefendi başını arkasına yaslayıp derin bir uykuya geçtiği yetmezmiş gibi tempolu bir şekilde horlamaya başlamasın mı? Sonunda yanındaki kadının dürtmesiyle uyandı ve uyanır uyanmaz da şiddetli bir alkışa başladı. Paratoner gibiyim yahu, nerde anormallik varsa çekiyorum:)  Neyse gösteriden küçük bir bölüm izlemek isterseniz resmin üstünü tıklayın lütfen.

Bitirirken bir kez daha hatırlatayım, Yeni Yıl Kartı Etkinliği için yarın son gün, katılmak isteyenler, katılıp da adres yollamayanlar lütfen mail adresime posta adreslerinizi yollayın. Yarın akşam yayınlayacağım listeyle etkinliği kapatacağım. Dahil olan herkese teşekkür ediyorum...

YENİ YIL KARTI ETKİNLİĞİ



Arkadaşlar, yeni yıl kartı etkinliği ile ilgili olarak anlaşılmayan bazı hususlar olduğunu düşünüyorum. Geçen yıldan katılan arkadaşlar bilirler, yeni katılanların tereddütleri olabilir, o nedenle biraz daha detaylı bilgi vermek istedim.

-Bu etkinlik karşılıklı bir etkinliktir. Yani karşılıklı bir kart gönderme durumu söz konusu. Kartları hazırlayan ve gönderen kişi ben olmayacağım. Sizler ister hazır alırsınız, ister kendiniz yaparsınız kartlarınızı hazırlayıp arzu ettiğiniz kişilere ya da isterseniz herkese postalayacaksınız. Benim düzenleyici olarak üstlendiğim görev kimlerin katılacağını belirlemek, adresleri toparlamak ve bir liste halinde katılmak isteyen arkadaşlara maille iletmektir. Adresleri yolladığım andan itibaren benim görevim biter. Tabii ki ben de kendi seçtiğim kişilere kendi kartlarımı yollayacağım. 

-Eğer sadece kart almak arzusuyla katılıyorsanız bu mümkün değil, mutlaka sizler de kart göndermelisiniz. 

-Bir kez daha belirtmek istiyorum, katılmak isteyen ve adres bildiren herkesin adreslerini bir liste haline getireceğim ve bu listeyi etkinliğe katılan herkese yollayacağım. Adresinizin gitmesi konusunda itirazınız ya da rahatsızlığınız olacaksa o zaman etkinlik dışı bırakmak durumunda kalacağım üzülerek, zira seçme durumu beni çok zorluyor.

-Bir kez daha belirteyim listedeki herkese kart yollamak zorunluluğu yok, arzu ettiğiniz kişileri seçebilirsiniz. Ya da tüm listeye yollayabilirsiniz, bu size kalmış.

-Ve tekrar rica ediyorum, kartları postalamakta geç kalmayın. Zira geçen yıl yoğunluk nedeniyle pekçok kart postada kayboldu. 

-5 Aralığın katılım için son gün olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Katılan kişileri bir liste halinde yayınlayacağım.

Herkesin keyif alacağı bir etkinlik olmasını diliyor, sevgiler yolluyorum...

1 Aralık 2011 Perşembe

KİM YENİ YIL KARTI İSTER?


1 Aralık itibarıyla yılbaşı sezonumuzu açmış bulunuyoruz. Ayrıca umumi arzu üzerine yeni yıl kartı etkinliğimizi de tekrarlıyoruz. Şimdi yapacağınız iş katılmak istiyorsanız parmak kaldırmak ve yandaki mail adresime kartınızın ulaşmasını istediğiniz adresi ve blog linkinizi yollamak. Yalnız takdir edeceksiniz bu biraz oyalayıcı bir aktivite, işimi kolaylaştırması ve bazı sıkıntıları engellemesi açısından birtakım ricalarım olacak:

-Katılma isteğinizi ve adreslerinizi 5 Aralık gün bitimine kadar bana ulaştırırsanız sevinirim. Sonrasında gelen istekleri geri çevirmek durumunda kalacağım.
-Yolladığınız adresler bende toplanacak ve tamamlanınca katılmak isteyenlere liste halinde göndereceğim. Adreslerin tamamı katılanların tamamına gidecek, bu konuda bilginiz olsun. Geçen yıldan bazı adresler elimde ama tekrar gönderirseniz memnun olurum.
-Kime kart yollayacağınız isteğinize kalmış, listenin tamamına kart göndermek diye bir zorunluluk yok ama arzu ederseniz herkese de yollayabilirsiniz. 
-Son olarak yılbaşı nedeniyle PTT hizmetleri çok yoğunlaşıyor. Geçen yıl kartlar çok gecikti hatta bir kısmı bu nedenle kayboldu, emeklere yazık oldu. Mümkünse çok gecikmeden postaya verelim. Aralığın 20'sinden sonraya kalmamasına özen gösterirseniz sevinirim.

Haydi bakalım, yukarıdaki postacı güzelinin çizeri Şuşu'ya selam, kart göndermeye devam...