Baktım saat 17.00 olmuş, okuduğum kitabı (Kurtların Tarihi) bırakıp mutfağa geçtim. Geçen gece uykusuz kalmama sebep olan podcasti-Yedik, İçtik-açtım. Ayfer Tunç'un yemek rituellerini dinleyerek önce tavukları sosladım, sonra da tel şehriye çorbası pişirdim. Ayfer Tunç anlatacaklarını bitirmeden işim bitmişti, son cümlelerini mutfak dışında dinleyip akşamı etmeden günün yazısını yazayım diye bilgisayar başına geçtim.
Tam bir tembellik günüydü bugün, iş olarak nitelenebilecek tek şey makineye çamaşır atmak ve yıkandığında asmak oldu. Aslında hava çok güzeldi, dün kafama yürüyüş yapmayı koymuştum ama canım istemedi nedense, hevesimi yarına saklayıp önce Disney+'da "Umami" filmini izledim. İlginçtir bugün yeme-içmeden gidiyor bu yazı. "Umami"yi izleyenler bilir lüks bir lokantada personelin yaşadıklarını anlatıyor. Konusu "Boiling Point" isimli filmden apartılmış, epey kalabalık kadrolu ve tek sekanslı bir film. Akıcı bir film, özellikle benim gibi yemek konulu filmleri sevenler için cazip ama bir sürü de saçmalık vardı. Açık mutfaklı bir restoranda elemanların bu kadar bağırış-çağırış-kavga kıyamet olması müşteri açısından tuhaf değil mi? Şefin babasını neden gece vakti bypass ameliyatına alıyorlar, gündüz çuvala mı girdi? Telefon konuşmalarından anladığımız kadarıyla adam ambulansla götürülmemiş, normal prosedürle işleyen bir ameliyat. Almodovar'ın filmi gibi herkes neden "sinir krizinin eşiğinde", garsonlar gevşek, müşteriler tersinden kalkmış. Bir an elimle mutfak tezgahının üstünde ne varsa sıyırıp geçmek istedim ama yine de sonuna kadar izledim, sonunda da iyi ki restoranda çalışmıyor ya da restoran işletmiyorum dedim, zor iş, kendi küçücük mutfağımla başa çıkmaktan acizim 😊
Geçen ay hastalık nedeniyle bir yere kıpırdayamayınca adeta "Sıradakini getirin" diyerek ardı ardına kitap okumuştum. Bu sefer Mart'ın üçte biri bitti neredeyse incecik "Yabancı Kucak" dışında elime kitap alamadım. Neyse "Kurtların Tarihi" ile makus talihimi yenmek üzereyim. Bugün epeyce sayfa devirdim, yatana kadar yarılarım diye düşünüyorum. Aslında bir alınacaklar listesi yaptım, avucum kaşınıp durur sipariş vermek için ama kendimi tutuyorum, bu ay bitmeden, çalışma masasının üstünde duran kule eritilmeden yeni sipariş yok.
Bugünlük bu kadar diyelim. Fotoğraf biraz önce bazılarının yerini değiştirdiğim kuş koleksiyonumdan. Çerçevedeki kuş resmini sevgili Ege yapıp yollamıştı bana. Çerçeveye dizili kuşlardan ilkini nereden aldım hatırlamıyorum, gagası da biraz hasar görmüş yavrucuğun. İkincisi Ankara'da Ayrancı antika pazarından. Aralık ayıydı, Umut'un doğumuna bir hafta vardı, tamamen onun niyetine gitmiştim pazara. O ayın kuşu kızılgerdan imiş, karşıma Alman malı, imzalı, 12 aylık bir serinin, üzerine resmedilmiş kızılgerdan kuşuyla Aralık ayı tabağı çıktı. Sanki bir müjde gibi geldi ve aldım tabağı, az ilerideki tezgahta da fotoğraftaki ahşap kuşu buldum. Sonuncu beyaz güvercin yeni katıldı aramıza. Taa uzaklardan Amersfoort'tan uçup geldi, arkadaşlarının yanına kondu.
Kuşlar güzel haberler getirsin sizlere...
Siz ne güzel Bir günlüğü düzenli yazıyorsunuz, taze yazılarla. Ben iş peşinde koşmaktan ve malzeme yoksunluğundan ikidir eski yazıların bazı bölümlerini cilalayarak kulanıyorum ama önem verdiğim yazılar öğretmenim. Sıfırdan yazılar için yeniden hazırım sanırım:)
YanıtlaSilkuş koleksiyonuna bayıldım :)
YanıtlaSilumami'yi seyretmedim ama bana "the bear"dan etkilenmişler izlenimi vermişti fragmanı, başka bir filmdenmiş oysa, öyle mi? bir ara seyredeyim ben de :) bana hep çok zor gelir restoran işletmek zaten. hele böyle beklentilerin yüksek olduğu restoranlar...gerginlik had safhada ki hayatta çalışamam bu kadar ger-ger bir ortamda vallahi!
Film icabı bağzı ek gerginlikler olsa da işin aslı, mutfak işi emek yoğun ve zor bir iş, işletmeciliğini de üstüne ekleyince zorluk artıyor besbelli.
YanıtlaSilKuşlar pek hoşlar, yakışmışlar bir arada. :)