.

.
.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

SATRANÇ MÜZESİ'Nİ GEZDİNİZ Mİ?

Koca bir yazı dizimdeki sıkıntı nedeniyle neredeyse evde oturarak geçirince Antalya'ya dönerayak planladığım etkinlikleri mümkün olduğunca gerçekleştirmeye çalışmaktayım. Bunlardan biri de yaz başından beri aklımızda olan Satranç Müzesi ziyareti idi. Normalde satranç çok ilgi duyduğum bir alan değildir, oynamayı da bilmem, tek malumatım taşların ismidir. Aslında müzeyi ziyarete giderken de "ne olabilir ki Satranç Müzesi'nde benim ilgimi çekecek" diye düşünmedim değil ama içeri girip ilk standa gelince fikrim anında değişti. Müzede sergilenen koleksiyon tek kelimeyle harika idi. 


Fotoğraf müzenin sitesinden alınma: http://www.gokyaysatrancvakfi.org.tr/

Müze Akın Gökyay Vakfı tarafından kurulmuş. Koleksiyonun sahibi de Akın Gökyay, 1975 yılında başladığı, 412 takıma ulaşan koleksiyonu ile 2012 yılında Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş. Müzede bu koleksiyonla birlikte dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanma 617 satranç takımı sergileniyor. Ayrıca Chaturanga isimli bir cafe ve satış mağazası da var. Zaman zaman çeşitli etkinlikler ve satranç eğitim seminerleri düzenlenmekte imiş. Biz gittiğimizde müzede bir tanıtıcı film çekimi yapılmakta idi, Akın Gökyay ve eşi de orada idiler. Girişte bilet gişesi vardı ama o gün mü öyleydi, hep mi öyleydi bilemeyeceğim, biz ücret ödemeden girdik fakat müzenin sitesindeki bilgide giriş ücretinin tam 10, öğrenci 5 lira olduğu yazılıydı. Müze Hamamarkası semtinde, Altındağ Belediyesi binasının hemen arkasında, Pazartesi günleri tüm müzeler gibi kapalı. Aşağıda müzede sergilenen satranç takımlarından örnekler var:



















18 Ağustos 2017 Cuma

5. GELENEKSEL BACISAL SEYAHAT-HATAY YEME-İÇME

Eveet, merakla beklenen paylaşım huzurunuzda, Hatay'da ne yedik, ne içtik. Hani derler ya yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat. Anlattık ama en çok soru anlatılmayan yerden geldi, ne yediniz? 😀

Daha önce de bahsetmiştim, tekrar edeyim, kızkardeş de, ben de et ve kebaba düşkün kişiler değiliz, ilave olarak şerbetli tatlılara da. "E o zaman niye gittiniz Hatay'a" mı diyeceksiniz, demeyin. Orada görülecek çok şey var, kebapla künefe dışında da yenilecek çok şey. Şimdi ilk günden başlayarak yediğimiz yöresel yemekleri biraz anlatayım, hamileleri ekran başından alalım lütfen.

İlk günün akşamı arkadaşımız bizi Harbiye'de. sular içinde bir restorana götürdü, sanırım biraz yorgunluk ve hava değişikliğinin getirdiği sersemlikle restoranın adına bakmayı unutmuşum. Hoş bir mekandı, zaten çoğu birbirine benziyor, isterseniz suyun içindeki masalara oturup ayaklarınızı suya sallandırabiliyorsunuz. Her taraf yeşillik, hava mis. Yediğimiz tek yöresel kebap da orada oldu zaten: Kağıt Kebabı. Antalya'da arkadaşlarla bir Antakya restoranına gitmiştik ve işletme sahibinin önerisi üstüne tepsi kebabı yemiştik. Sanırım yöresel yemekleri kendi yerinde yemek lazım. Etin tadı ve kokusu beni o kadar rahatsız etmişti ki birkaç lokmayı zor alabilmiştim, ağır gelmişti. Kağıt kebabını ısmarlarken biraz tereddüt etmedim değil, benzer bir et gelirse diye ama gayet lezzetli ve hafifti. Esasen Kağıt Kebabı kebap olarak nitelenebilir mi, o da tartışılır ama adı öyle. 


İncecik, soslu lavaş ekmeklerin altında ince ve büyük bir köfte var aslında, tadı da biraz Adana kebabı andırıyor ama daha hafif, acılı ya da acısız olması tercihinize bırakılıyor. Biz acısız istedik. Kağıt üzerinde piştiği için Kağıt Kebabı denmekte imiş. Eti rahatsız etmediği için beğendik. 


Bunlar da yanında istediklerimiz, yöresel mezelerle ilk tanışma, bir süre sonra ahbap, sona doğru da içli-dışlı olacağız :) Soldaki akça pakça şey tuzlu yoğurt. Lokantalarda ortasına biraz zeytinyağı dökülerek geliyor, kahvaltı dahil her öğün gideri var. Ortadaki zahter salatası efenim, yemelere doyamadık. Zahter bir çeşit kekik, yaprakları daha uzun ve ince, daha yeşil. Tazesi, kurusu, salamurası, her şekilde tüketime açık. Tabii en güzeli tazesinden yapılan nar ekşili salatası. İçine bol maydanoz, yeşil soğan, kırmızı biber, domates doğranıyor, domates isteğe bağlı. Nar ekşisiyle sunuluyor. Her yemekte istedik, yanımızda getirdik, sonunda doyduk :) Sağdaki Abugannuş, közlenmiş patlıcanla yapılan doğuya ve güneye has bir meze, o bilindik bir tattı. Bir-iki şey daha vardı ama fotoğrafta çıkmamış, ben de unuttum :)

Öğretmenevi'nde kaldığımız sürece kahvaltılarımızı orada yaptık, ilk gün kahvaltı salonuna girip sunulan kahvaltıları görünce ağzımız açık kaldı, hem yöresel, hem de bol çeşitli idi.


Ben kibar, narin ve tok gözlü bir kadın olduğum için her sabah bu tabakla iktifa ediyordum 😀 Lakin menü daha çeşitliydi. Evet, en başta tuzlu yoğurt, tel ve top peynir, kekikli çökelek, sürk denilen kekikli, kimyonlu, biber salçalı bir başka tür çökelek (fotoğraftaki kısıra benzeyen kırmızı şey), iki çeşit siyah zeytin, Hatay'ın soslu kırma yeşil zeytini, hicbir sofrada eksik olmayan biberli ya da katıklı ekmek, ayrıca peynirli pide,  yumurta, domates, salatalık, nane, maydanoz, kahvaltılık küçük paketlerde tereyağ-reçel-bal, pide, kepekli ekmek, üzüm ve karpuz. Emin olun bazı otellerde bile bu kadar çeşit yoktur. Sunulan her şeyi yemesek de kahvaltıdan ziyadesiyle memnun kaldık. Üzümler aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz çardaktan mıydı bilemeyeceğim ama görünüşleri pek güzeldi, zaten bahçe güzeldi.


Öğlen yemeğini Samandağ'a giderken, Hıdırbey Köyü'nde defne ağaçları arasına kurulmuş bir çardakta, bir sürahi ayran eşliğinde biberli ekmek ve gözleme ile ifa ettik. 




Konuşkan bir karı-kocanın işlettiği bir aile mekanı burası. Gözlemelerin çok fazla bir numarası yoktu, bildiğimiz elde açılmış yufkadan gözleme ama biberli ekmekler 5 gün boyunca değişik yerlerde yediklerimin içinde hilafsız en lezzetlisiydi. 

Akşam Antakya'ya döndüğümüzde Küçük Dalyan semtindeki Alican Restaurant'a götürdü arkadaşımız bizi. Mütevazı, samimi, servisi süratli ve ilgili bir yerdi, yediklerimizden de gayet memnun kaldık.


Soldaki kırmızı olan cevizli ezme, biraz fazla acı olmakla birlikte lezzetliydi. Nanenin yanındaki zahter salatasından sonra en sevdiğim şey oldu: Zeytin Salatası. Hemen hemen her gittiğim yerde sipariş ettim. Arkada sofraların olmazsa olmazı biberli ekmekler ve soğan salatası. Bir de nane, bir alışkanlık galiba, özel bir anlamı var mı, hani mideyi rahatlatma gibi falan bilemiyorum.


Ve bir Antakya klasiği: Humus.  Çarşılarda adım başı humusçu dükkanı var, Antakyalılar kahvaltıda bile humus yiyorlar. Sipariş ettiğiniz zaman tereyağlı mı, zeytinyağlı mı diye soruyorlar. Biz hep zeytinyağlısını yedik ve Arsuz'daki dışında hepsini beğendik. Servisini böyle ortaya biberli yağ, üstüne de turşu koyarak yapıyorlar.


Hiç böyle çiğköfte sunumu görmemiştim, bizim oralarda marul yaprakları ve limonla yapılır, burada ortasında kavrulmuş kıyma ile geldi. Ben pek sevmem, o yüzden tadı hakkında fikir beyan edemeyeceğim. Fotoğrafa girenler bunlar, çekemediklerimi unutuyorum :)


 Ve Alican Restaurant, fotoğrafı internetten aldım.



Üçüncü günün öğle yemeğidir ve internette daha önce araştırıldığı için tercih sebebidir Abdo'nun döneri. Gerçekten güzeldi, özellikle sosu lezzetini arttırmıştı. Abdo'nun yeri Saray Caddesi'nde, fazla aramadan bulunacak bir yerde. Küçük bir binanın tamamı Abdo'ya ait, biz kapı önündeki masalarda oturduk ama üst katta klimalı salon da vardı. Servis hızlı, personel güler yüzlü idi, memnun kaldık. Tavuk döneri de meşhurmuş ama ben tavuğun bırak dönerini kendini bile uzun zamandır yemediğim için denemeye teşebbüs bile etmedik. (Sofraya yine nane geldiğinin farkındasınızdır sanırım)

Hiçbir tür şerbetli tatlıyı sevmem, baklava da dahil. Hele kadayıf hiç ilgi alanıma girmez ama "Antakya'ya gittiniz de künefe bile yemeden döndünüz mü?" lafını duymamak için bir künefeyi iki kardeş paylaştık yine internette övgüsünü duyduğum bir mekanda, Hatay Künefe'de. Sonuç olumsuz, yıllar önce oğulları kebapçı ve baklavacı olan Kilisli komşumuzun bayramlarda bize özel yaptığı künefe ile kimseninki boy ölçüşemez. Ama siz bana bakmayın, bu konuda iyi bir rehber değilim, belki seversiniz. Onca insan harıl harıl künefe yiyordu ve zaten şehirdeki dükkanların yarısı künefeciydi (biraz abarttım ama olsun varsın :). Hatay Künefe hemen Köprübaşı'nda.



3. gün akşam yemeği yediğimiz mekan da, yediklerimiz de çok keyifliydi. Bakmayın yine benzer şeyler yedik ama ortam fark yaratıyordu. Konak Restaurant'ın methini internette çok yerde okumuştum. Gitmeden rezervasyon yaptırmakta fayda var. Eski bir Antakya konağı restore edilip lokantaya çevrilmiş, çok şık ve otantik olmuş gerçekten. İçerisi kalabalık olduğundan kendim fotoğraf çekemedim, fotoğraflar internet sitelerinden:





Gördüğünüz gibi damak zevkimiz standart ama biz zahter ve zeytin salatasını çok sevdik ne yapalım. Ortadaki "Mütebbel", közlenmiş patlıcanlı tahinli bir meze. Kırmızılı arkadaş biberli ezme, gayet lezzetliydi. Görünmüyor ama yine biberli ekmekler var.


 Oruk, lokanta kendine özgü bir tarzda hazırlıyor


 Kiremitte tereyağlı peynir, tam benlikti. Hatay peyniri ve sarmısak tereyağla toprak kapta fırına veriliyor, off nefisti, mideye indirdikten sonra çekmek aklıma gelmiş.


Kısacası Konak Restaurant'tan çok memnun kaldık, yanında içki de aldığımız halde çok hesaplı bir ödeme yaptık. Arsuz'daki lokantayla kıyaslanamayacak ambiyans da cabası, patatesle bozuk yoğurda ödediğimiz parayı verdik neredeyse bunca şeye. Restaurant şehir merkezinde, Zenginler Mahallesi'nde, kime sorsanız gösterirler.

Arsuz'daki öğle yemeğinden bir daha bahsetmek istemiyorum, akşamına arkadaşımız bizi "Saklı Ev" isimli çok hoş bir mekana götürdü. Konak Restaurant'ın minyatürü gibiydi, yine bir konak restore edilmiş ve lokantaya çevrilmişti. 


Fotoğraflar internetten

Saklı Ev'de sohbeti öyle koyultmuşuz ki fotoğraf çekmek tabağımızdakiler bitince aklımıza geldi, aşağı yukarı benzer şeyler yemiştik zaten, haydi bilin bakalım masada mutlaka ne vardı? Tabii ki zahter ve zeytin salatası en başta :)

Ve son günümüzde kahvaltıyı dışarıda yapıyoruz. Harbiye'de, Döver Köyü'nde. Bu kadar zengin bir serpme kahvaltıyı daha önce hiçbir yerde görmedim desem yeridir (arkadaşımız bize torpil yaptırmış da olabilir)



Fotoğrafı henüz kahvaltılıkların yarısı geldiğinde çektiğim için diğerleri ortada yok. Çoğuna çatalımızı dahi değdirmedik. Bir çoğu da yenmeden artıp ziyan oldu. Kiremitte peynir, zahter, zeytinler ve zeytin salatası, çeşitli peynirler, sürk, börek, sahanda yumurta, biberli patates ezmesi, patates kızartması, tuzlu yoğurt, humus, tahinli ezme, tereyağ, ceviz reçeli ve ne adını ne tadını hatırladığım bir sürü şey daha. En güzeli ise şu aşağıdaki sade ve tereyağlı bazlamalardı. Anında yan taraftaki fırında iki kadın tarafından pişirilip sofraya getirildi.


Mekanın güzelliğini, görevlilerin masamızın etrafında hizmet için dört döndüğünü, işletme sahibinin gayet güler yüzlü olduğunu ve ödenen meblağın da sofradakilerle kıyaslanamayacak kadar hesaplı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ayrıca bu kahvaltı ile on kişinin rahatça doyacağını da belirteyim. Antakya'da temiz havada, güzel bir kahvaltı etmek isterseniz Altunaylar'a uğrayın. 

Valla genelde yemek fotoğrafı paylaşmam ama geziler istisnadır, ayrıca meraklısı çoktu o yüzden böyle bir post yaptım, kusur ettiysek affola diyor, şu aşağıdakileri de tanıtmadan geçmiyorum:


Antakya simidi, tesadüfen çıktı karşımıza, kocaman bir şey, kafandan geçirsen kolye olur, o derece yani. Tuzsuz ve yanında küçük bir külahta tuz-kimyon karışımı veriyorlar, batırıp yiyorsunuz. Her an tuzlu yoğurt yiyebilen halkın simidinin tuzsuz olması ilginç :)


Meşhur Haytalı, en güzeli Affan Kahvesi'nde ama sokaklarda da satıyorlar, Bicibici ile karıştırılmasına da fena bozuluyorlar. Altta mısır nişastalı muhallebi, üstünde gülsuyu ve dondurma. Sanırım gülsuyunun içinde biraz gıda boyası var zira o renk gülsuyu hiç görmedim.


Limon dondurması, hemen her yerde satılıyor, safi boyadan ibaret, bence denemeyin :)

Yeni bir gezide buluşmak dileğiyle...

5. GELENEKSEL BACISAL SEYAHAT ETKİNLİĞİ: HATAY-VOLUME 5

Vee geldik Antakya'daki son günümüze, sıkıldınız mı? Sıkılmadınız umarım, sıkılmayın, en heyecanlı yazı var daha sırada, yemekler :)

Bu sabah arkadaşın evinde uyandık ve toparlanıp Harbiye'ye, Döver Köyü'ne kahvaltıya gittik. Gittiğimiz mekan yeşillikler içinde pek hoş bir yerdi, hafta içi olduğu için de ilk etapta tek konukları bizlerdik. Kalkmamıza yakın birkaç kişi daha geldi.




Masamıza yerleştik, çoğunluğu defne ve zeytin olan ağaçların, doğanın, temiz havanın tadını çıkardık. Az sonra çayımız da geldi:


Bahçenin bir köşesindeki fırının başında iki kadın ekmek yapmakla meşguldu, nitekim az sonra o şahane ekmekler bizim masaya gelecekti. Kahvaltıdan hiç bahsetmeyim, yemek yazısına kalsın ama o kadar çok şey geldi ki sofraya, bir serpme kahvaltıda bu kadar çeşit görmedim desem yeridir. Çoğuna çatalımızı bile değdirmedik, yemenin de bir sınırı var, çoğunu da bitiremedik, esasında israf olduğunu düşünüp üzüldüm. Ödediğimiz para ise gelen nevaleyle kıyaslanmayacak kadar hesaplı idi, Arsuz'daki restoranın kulaklarını çınlattığımı anlamışsınızdır :)

Karnımızı doyurunca bahçede ağaçlar arasında gezindik, zeytinlere sarıldık falan, sonra kahveler geldi (süvari) içtik ve kır bahçesinin sahibine teşekkür ederek ayrıldık. Antakya'ya gideceklere tavsiyemdir, yemek postunda detay vereceğim. 

Hazır Harbiye'ye gelmişken arkadaşımız bizi "Zeytin Konağı" isimli çok hoş bir cafe-bara götürdü. Bulmak için biraz dönüp dolaştık ama değdi, çok keyifli bir mekandı:





Harbiye'den sonra tekrar şehir merkezine dönüp görmediğimiz sokakları keşfe koyulduk. İlk iş Protestan Kilise'sine gidip içeriyi görebilmek için şansımızı denedik ama "ııh", almadılar içeri.


Bina şehir Fransız yönetimindeyken elçilik ve Fransız Bankası olarak kullanılmış, 2000 yılında ise Güney Kore Metodist Kilisesi tarafından Protestan Kilisesi'ne çevrilmiş. Bina dıştan çok güzel görünüyor, taş bir bina ama ne yazık ki içini görmek mümkün olmadı.

Şehrin sokaklarında dolaşmaya devam ettik biz de. 




Ara sokaklarda epeyce graffiti var ama çoğunu fotoğraflamamışız, çektiklerimizin önünde de kendimiz varız :)

Uçağımızın saati yaklaştığı için şehirle vedalaşıp ayrılıyoruz, bir süre de evin civarındaki sokakları keşfediyoruz. Mahalle havasını korumuş, bol çiçekli, neşeli görünümlü evler, ara yollar görüyoruz.




Her güzel şeyin bir sonu var; kendisi soluk olsa da ruhu renkli Antakya'ya, susuz kalsa, pis koksa da yağmurlarla şenleneceğini düşündüğümüz Asi'ye, Habib Neccar Dağı'na, kızıl gözlü dev rüzgar türbinlerine, konuksever, cömert ve canayakın insanlarına, bizim için yorulup can-ı gönülden koşturan arkadaşımıza  veda ediyoruz. Hepsine ama en çok arkadaşımıza sonsuz teşekkürler.


Yine görüşmek dileğiyle...