.

.
.

3 Ekim 2017 Salı

GÜN 6

İstikrarla yazmaya devam ediyorum, başladığım işi bitiririm efendim :) Ayrıca katılım giderek artıyor, bundan dolayı da çok mutluyum.

Sabah konuğumuz ayaklarına geçirdikleri mavi galoşlarla servis elemanları idi, günün birinde dolap kazara tamir edilirse eksikliklerini çok hissedeceğiz. Emin adımlarla geldiler, dolabı açtılar, testoları alıp, galoşlarını çıkarıp gittiler. Ve fekat dikkat ettim, her seferinde kullanılmamış yeni galoş giyiyorlar, çok takdire şayan bir durum, dolabı tamir etmeseler de olur :) Yarın gelmek için söz vermişlerdi, sonra arayıp testo sonuçlarını genel merkeze gönderdiklerini, yarın gelemeyeceklerini söylediler. Nasıl üzüldüm anlatamam, hala kendime gelebilmiş değilim :)))) Bizde vakit çok, önümüzde kış zaten, bekleriz, aslında Antalya'ya kar yağsa dolabı tamir ettirmeye de gerek yok, koyarız balkona olur biter.

Servisçi arkadaşlarımızı yolcu ettikten sonra açtım önüme yeni sezon "İstanbullu Gelin"i, bir torba bamya, bir torba fasulye, bir bıçak ve iki adet süzgeçle geçtim karşısına. Evet, "İstanbullu Gelin" izliyorum, var mı itirazı olan. Esasen ben hep belgesel ve yabancı kanallardaki (her dilde) açık oturum programlarını izlerim ama Türk dizi dünyasına bir katkım olsun diye "haydi bir de dizi izleyim" dedim, kurada "İstanbullu Gelin" çıktı :) Lakin dizi o kadar uzun ki, hem bamyayı, hem fasulyeyi ayıkladım daha yarısına bile gelememiştim. Annem bamyayı tepesinden konik bir biçimde soyarak ayıklardı, bana da öyle öğretmişti. Yıllarca enayi gibi aynı yöntemi izledim, bamyadan da, ayıklamaktan da, pişirmekten de nefret ettim. Sonra bir gün birisi dedi ki, "Tepesini kesi kesiverdim, değişen bir şey olmadı". Aa, aman da ne güzel. O zamandan beri ben de aynı yöntemi izliyorum, uçur tepesini, at süzgece, bitti. Yazık ayol bunca zamandır harcadığım emeğe, artık bamyadan korkmuyorum, o benden korksun. 

Sonra efendim ayıkladığım sebzeleri yıkadım ve "siz burada uslu uslu kuruyun, ben bir konser bileti alıp geleyim" diye tembih edip çıktım evden. Önce AKM gişesine gittim ve Cuma akşamı Ravel'in "Bolero"sunun çalınacağı Senfoni Açılış Konseri için bilet aldım. Biletler aynı gün satışa çıktığı halde 8. sırada zor yer buldum. Sonra otobüse atladım ve bankaya uğradım. Bankadan eve doğru yürürken arkamdan bir kadın seslendi. Adres soracak sanıp döndüğümde "Bu ne biçim sıcak ya" dedi. Bir an boş bulundum, havayı ben ısıttım sanıp suçlandım, "Ay pardon" falan diyecektim ki ayıldım, bana ne be sıcaksa. Sonra biraz daha kızdı: "Miyil miyil iki yağmur yağdı bitti". Söylenerek yürüdü gitti, arkasından bakakaldım. Sol ayağının topuğunu içe basıyordu, benim gibi. Sanırım oradan yakınlık kurdu :)

Bankadan sonra kuaföre uğrayıp kahküllerimi kestirdim. Sevgili blog arkadaşım ve kahküldaşım Sardunya gibi ben de kahküllü doğanlardan olduğum ve o kahküller sık sık uzadığı için arada bir tımar edilmesi gerekiyor. Gerekli işlem sona erince bu kez yan taraftaki markete geçip alışveriş yaptım, tam çıkıyordum ki aklıma geldi. Sosyal medya bu ara aşure fotoğrafından yıkılıyor, mübarek ayva tatlısından sonra en sevdiğim şey. Apartmanda bunu yapacak bir komşu yok anladığım kadarıyla, bekledim bekledim elinde bir tas aşureyle kapımı çalan olmadı. Canım çektikçe çekti, dipfrizde her zaman donmuş bakliyat bulunurda ama buzdolabının malum durumundan dolayı bu sefer yok öyle bir tedarik, pişirmek biraz zahmetli olacak ama yemesem de isilik dökeceğim, öyle canım istiyor. Ben de doktora başvurdum, Dr Oetker'e. 2 paket aşure yazdı reçeteye, kaptım hemen, eve geldim reçeteyi evdeki kuruyemiş ve meyvelerle zenginleştirdim. Ben öyle sevgili Graliçam gibi bakliyatı bol aşure sevmem. Bakliyatsa meramım pastırmalı kurufasulye, etli nohut, keşkek ne güne duruyor, aşure dediğinde bol çeşni olmalı. Tabii yorulmuştum, gelir gelmez koyulmadım aşure işine, önce karnımı doyurdum, az daha "İstanbullu Gelin" izledim, sonra geçtim mutfağa. Önce bamya, sonra zeytinyağlı fasulye, ardından da şehriyeli pilav pişirdim. Sıra geldi aşureye, karıştırdım da karıştırdım, ekledim de ekledim, aman da ne güzel oldu. Yarısını alt kattaki yiğene yolladım, kalanı dolaba. Bizde böyle, bu yıl reçeteye yazıldı aşure, kendime ihtiyaç :) Ama ne biçim yorulmuşum, hala dinlenemedim. Az evvel bir kase aşure yedim de biraz kendime geldim. Bugün de böyle bitti, yarın haftayı dolduracağız, maşallah bize...

Günün fotoğrafı budur:
Parkta ayağımın dibine düşen kozalak
Hazır buna bakmışken el falımı da okuyuverseniz :)

2 yorum:

  1. Benim de canım aşure istiyor ve benim de komşular pek tembel çıktılar. Seninkinden deneyeyim diyorum bende. Pişirme süresi ne kadar? Uzunsa değmez.

    YanıtlaSil
  2. Ben normalde geçen sene vatanım sensine çok fena bağlanmıştım. Daha da başka dizi izlediğimi hatırlamıyorum. Sadece Hayat bilgisi / Perran Kutman ve Avrupa yakası / Gülse Birsel dizilerini. Bu sene kızımla yine ilk bölümden bir bebeğin tatlılığına takılarak, Ver elini Aşk dizisine sardık. Kapatıp yatamıyoruz bir türlü. Gülmek iyi geliyor. Farklı oyuncular tanıdık, oyunculukları hoşumuza gitti aslında. Olaylar zaten bilindik olaylar. İstanbullu GElin'i de duydum bir arkadaşım söyledi. Onu da izleyelim, siz beğendiyseniz. :)

    YanıtlaSil