Geçen gün internette baktığım bir ürünün Facebook, Instagram ve benzeri sanal mecralarda karşıma çıkmasından o kadar sıkıldım ki internetin, AVM'lerin, radyo reklamlarından başka reklamların olmadığı, kimsenin kimseyi bir ürünü aldırmak için zorlamadığı zamanlara müthiş bir özlem duydum. "Less is more" çocukluğummuş aslında, ulaşamayacağımız şeylere özensek de elimizdekilerle mutluyduk. Ne kapıya gelen kargocular vardı, ne AVM'lerde çeşit çeşit mağazalar, ne de eşyalarıyla ve varlıklarıyla bize nisbet yapan komşular, arkadaşlar. Üç aşağı, beş yukarı hepimiz aynı düzeyde geçinip giderdik. Çok çok Sipahi Kitabevi'nde görüp alamadığım kağıt bebeklere, pahalı olduğu için ulaşamadığım bir kitaba, Türkiye'ye henüz gelmediği için yabancı marka kotlara arzu duyardım. Pek öyle istediğim zaman kavuşamazdım ihtiyaçlarıma ya da özlemlerime, aybaşını beklemem gerekirdi. Babam maaşını alıp hesabını kitabını yapmalıydı ki benim isteğime sıra gelebilsin. Bir keresinde çok severek okuduğum "Heidi" serisinin yeni bir kitabı gelmişti neredeyse her gün gittiğim kırtasiyeci dükkanına: "Heidi Büyüyor". Pek de güzel bir baskı idi, kuşe kapaklı, bol resimli, parlak beyaz kağıda basılmış, büyük boy. Fiyatı da biraz tuzluydu haliyle. Taktım kafaya, Heidi Clara'yı yürüttükten, yaşı biraz büyüdükten, Frankfurt'a gittikten sonra neler olmuştu, öğrenmezsem çatlayacaktım. Evde her gün kitapla ilgili arzularımı dile getirmekten benim çenem, evdekilerin kulakları yorulmuştu: "Bana Heidi Büyüyor"u alın noolur!". En sonunda anneannem isyan etti: "Eydi Büydü ne kız?". "Kitap anane, çok istiyorum noolur?". "Ev kitap dolu, onları okuyadur". "İyi de hepsini okudum ben". "Bi daha oku, para harcayacak yer arıyon galiba?". Böyle dedi ama sonunda parayı kopardım anneannemden ve de "Eydi Büydü"me kavuştum 😄
Çocukluğumda ihtiyaçlarımızı Ulus'taki mağazalardan karşılardık. Kızılay gözümüzde zengin muhitiydi, ve büyüklerin dediğine göre orda dükkan kiraları pahalı olduğu için ürünler de daha pahalı satılmaktaydı. Maliyet hesabını çekirdekten öğrendiğime göre ileride Ekonomi öğretmeni olmam gerekiyordu, oldum da zaten 😃 Giysiden ayakkabıya, okul malzemesinden ev eşyasına, kışlık gıda temininden sebze-meyveye çoğu ihtiyaçlar için Ulus'a, daha doğrusu Ankara'ya gidilirdi. O yıllarda oturduğumuz Yenimahalle'den Ulus'a ya da Kızılay'a giderken "Ankara'ya gidiyoruz" ya da "Şehre iniyoruz" denirdi. Yenimahalle adı gibi yeni bir yerleşim merkezi idi ve henüz şehir merkezine uzak sayılırdı. İlk taşındığımız zamanları hatırlıyorum, anneannemle birlikte oturduğumuz yıllar, konu-komşu toplanır giderdik, herkes birikmiş ihtiyaçlarını toparlardı. Otobüsten iner, yokuşu tırmanır, 2. Meclis'in önünden geçerken bahçe duvarındaki ne mutlu ki hala mevcut olan beton kürelere mutlaka elimi sürter, yokuşun sonunda Sümerbank, Ulus İş Hanı ya da Anafartalar Caddesi'ne geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklerdik. O yıllarda sesli sistem vardı, yeşil ışık yanınca "Yayalar geçebilir" diye sürekli anons ederdi bir kadın sesi. Komşumuz Valentin Teyze de bizimle birlikteyse kızı, yaşıtım ve pek sevgili arkadaşım Elizabet anneanneme döner, "Sen geçebilirmişsin Niğdeli Teyze" derdi. Onun dilinde Niğdeli Teyze arkadaşının yayasıydı ve geçiş hakkına sahipti 😃
Yaşım biraz daha ilerlediğinde anılarımda en çok Anafartalar Caddesi var. Sıra sıra dükkanlar mekanımızdı. Kışlık mantolarımız, bayramlık kıyafetlerimiz ya da kumaşlarımız, ayakkabılarımız hep o dükkanlardan alınırdı. Kumaş kokardı, deri kokardı, yün kokardı. Annem o sıradaki bir pastaneden "frigo"alırdı kendine, çok soğuk diye bana almaz, dondurma ile kandırırdı. O buharı tüten buzlu yiyeceğe hep imrenerek bakardım ama boğazım ağrır diye izin çıkmazdı. Hâl'e girerdik sonra, orada her şey kokardı; sebze, meyve, çiçek, sucuk, pastırma, vanilya, şeker, gübre, çürük gıda. Kokular ve sesler birbirine karışırdı sersem olurdum. Anneannem yanımızdaysa mutlaka hemşerisinin dükkanına girilirdi. Neyle iştigal edildiğini bilmediğim yazıhanemsi bir dükkandı burası, anneannemin yerel şivesiyle Hasan Hüseyin Aççı (Aşçı) ve Hasan Hüseyin Meççi (Mesci) olarak adlandırdığı iki Hasan Hüseyin'den birinin yeriydi ama Aççı'nın mı, Meçci'nin mi hala bilmiyorum. Hatırımda koyu maviye boyalı duvarlar ve duvarlarda Verem Savaş afişlerinin olduğuydu. Annemler Aççı veya Meççi'nin ikram ettiği çaylarını içerlerken ben gözümü afişteki elinde tebeşirle "BCG" yazan kurdeleli sarı kızdan alamazdım.