Bırak sarılıp koklaşmayı doğru dürüst görüşemeden bile sonbahar geçip gider oldu. Hayatımın son bir buçuk ayının baş kahramanları hastane, doktor, hemşire, ilaç, sonda, serum vs idi, halen ara sıra sahneye çıkıp rol çalıyorlar. Antalya'dan Ankara'ya geldiğimizde arkamda mis gibi bir şehir, yazdan kalma günler bırakmıştım, tek bir sarı yaprak bile yoktu ağaçlarda. Ankara bizi pastırma yazıyla karşıladı sağolsun, biz hastanede üç cepheden kuşbakışı Ankara'yı izlerken sonbahar geldi de gidiyor bile. Fırsat bulup sokağa çıktıkça şehrin kendine özgü sonbaharını izlemeye, gözlemeye çalışıyorum. Gönül aheste beste yapraklardan halı serilmiş kaldırımları arşınlamak, parklarda ağaç altlarında yürümek, sarıdan kırmızıya bir renk cümbüşü oluşturmuş tabiatı gözleriyle içmek istiyor ama şartlar uygun değil. Oysa ne kadar tanıdıktır Ankara'nın sonbaharı; atkestanelerinin hareli, meşelerin yanık kahverengi, akasyaların limon sarısı yaprakları toplayıp ceplerime doldurma, eve götürme isteği uyandırır her zaman.
Ankara'nın hemen tüm bahçelerinde ateş dikeni çalıları var, sonbaharda canlanıp gümrahlaşıyor, kırmızı topcukları insanın içini neşeyle dolduruyor.
Hasta bakımı ve nezaretiyle uğraşırken ara ara kaçamaklar yapmıyor değilim, yoksa ruh sağlığım elden gidecek. Snoopy ve şürekasına olan tutkumu biliyorsunuz, haliyle filmini kaçırmak istemiyordum. Çocuklarım sağolsun elimden tutup annelerini götürdüler sinemaya, Snoopy'yi izletip mutlu ettiler :)
Sonra bir sergi kaçamağı yaptım, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin yıllık sergisini gezdim Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde.
Her yıl bu vakitler Antalya'da Altın Portakal Film Festivali koşturması yaşar, o sinema benim, bu sinema senin seyirtir dururdum. Bu sene kısmet olmadı ama baktım Ankara'da Gezici Festival var, 2-3 film izlesem kardır diyerek bilet almaya koşturdum. Dün ve bugün birer film izledim, her ikisi de çok güzeldi.
"Annemle Geçen Yaz" bir Brezilya yapımı. Sınıf çatışmalarını eğlenceli ve güncel bir dille ele almış, oyunculukları çok iyi olan bir filmdi. Zaten yabancı dilde Oscar adaylığı varmış Brezilya'dan.
Bugün izlediğin "Paulina" ise adalet ve fedakarlık konularını sorgulayan siyasal gerilim içerikli bir Arjantin filmi idi. Onu da çok beğendim.
Bunların dışında en çok vakit ayırdığım şey okumak. Hastaneden taburcu olduğumuzdan beri Yıldız Kenter'in yaşamöyküsünü, Melisa Kesmez'in "Bazen Bahar"ını, Sezgin Kaymaz'ın "Sevinç Kuşları Üçlemesi"nden "Deccal'ın Hatırı" ve "Kısas"ı okudum.
Benim cephede durumlar böyle; biraz durgun, biraz sıkkın, yer yer parçalı bulutlu, hastane soslu, ara ara nefes aldıran kaçamaklı ve bolca Antalya ve ev özlemli. Ne diyelim sağlık olsun da bunlar da geçer...