Yılın bana göre en sevimsiz ve en uzun ayını geride bırakırken Mart okumalarını yazayım dedim sıcağı sıcağına. Şu anda okumakta olduğum ve akşama bitirmeyi umduğum Ayfer Tunç'un "Suzan Defter"ini de sayarsak 12 kitap oldukça verimli bir sayı elde etmişim. Umarım böyle devam eder ve yıl sonu hedefim olan 120'ye ulaşırım.
Ayın ilk okuması Prof.Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın kendisinin ve annesinin anılarını harmanlayarak yazdığı bir biyografi idi. Lüla ya da asıl adıyla Süheyla Çizakça yazarın annesi ve eşi İhsan Çizakça ile Bursa'nın ilk özel okulu olan "Özel İhsan Çizakça İlkokulu"nu kurmuş bir kişi. Kendi yazdığı anıları ölmeden önce bir kitapta toplamış. Çiğdem Kağıtçıbaşı annesinin anılarından hareketle kendi çocukluğunu ve büyüme sürecini de dile getirmiş kitapta. Akıcı, keyifli bir kitap, özellikle benim gibi anı okumayı seviyorsanız hoşunuza gidebilir, ayrıca bazı yakın dönem olaylarına da ışık tutuyor.
"Savruluş" bana bir arkadaşımın adıma yazarından imzalı olarak hediye ettiği bir kitap idi ve bir süredir kitaplıkta okunma sırasını bekliyordu. Bir önceki tanıtımda bahsettiğim "Lüla"yı okurken birden bu kitabın adı geçti. Çiğdem Kağıtçıbaşı kolej yıllarından bahsederken çok sevdiği bir arkadaşıyla uzun yıllar ilişkisini sürdürdüğünü fakat daha sonra Amerika'ya yerleşen bu arkadaşının orada serebral palsili kızıyla birlikte intihar ettiğini, yaşam öyküsünün de ablası tarafından "Savruluş" adıyla kitaplaştırıldığını yazıyordu. "Savruluş" ismini okur okumaz zihnimde oluşan çağrışımla kafamı sağa çevirdim ve kitaplıkta "sonunda sıram geldi" diye gülümseyen kitabı gördüm. "Kitaplar okunma zamanlarını kendileri seçiyor" galiba diyerek kitabı alıp yanıma koydum ve "Lüla" biter bitmez başladım. Acı bir öyküydü aslında anlatılan ve gerçek oluşu daha da acı kılıyordu. Tavsiyede bulunmayacağım, merak eden okusun demekle yetineceğim.
"Rüzgar Gibi Geçti"yi duymayan, bilmeyen, en azından filmini görmeyen yoktur sanırım. Ben de yıllar önce yeni versiyonuyla Ankara'daki Akün Sineması'nda uzun bir kuyruğun ucuna eklenerek bilet almış ve iki seans halinde izlemiştim. Scarlett ile Rhett'i unutmak imkansız elbette ama araya giren seneler detayları yokettiği için bu defa okumaya karar vermiş ve geçen yılın sonunda sipariş etmiştim. Neyse ki puntoları büyük iki ciltlik tuğla çıktı kargodan. Kitabı ilginç bir şekilde okudum. Birinci cildin yarısına gelince filmin 1. bölümünü izledim, bitirince 2. bölümünü. İkinci cildi de bu minvalde okuyarak hem filmi, hem kitabı senkronize yürüttüm. Hoş bir uygulama oldu, filmi yeniden izlemek oldukça keyifliydi. Bir Güney öyküsü okusam ve zenci-beyaz ayrımcılığının ne kadar had safhada olduğunu bilsem de yine de kitaptaki ırkçı yaklaşımlar beni yer yer sinirlendirmedi desem yalan olur. Eh nostaljik bir okuma yapmak isterseniz buyurun, Scarlett ve Rhett sizleri bekliyor.
Ayla Kutlu ne yazsa okurum dediğim yazarlandandır. Son kitabının çıktığını duyunca okunmak için bekleyen onca kitaba "siz biraz daha bekleyedurun" dedim ve hemen başladım. Ayla Kutlu'nun sık sık konu ettiği göç olgusu vardı kitapta, bu defa Balkanlardan, Saraybosna'dan İzmir'e uzanan bir göç öyküsü kahramanı Hasret aracılığı ile dile getirilmiş. Ayla Kutlu külliyatının tamamını okumamış bir yeni başlayan için evet güzel bir kitap diyebiliriz ama kesinlikle "Bir Göçmen Kuştu O", bir "Emir Beyin Kızları", bir "Islak Güneş" ya da "Zehir Zıkkım Hikayeler" değildi. Araya sıkıştırılmış tarihsel bilgiler beni yer yer ana konudan koparttı ve final bölümünde bir eksiklik, bir tamamlanmamışlık duygusu hissettim. Yine de okunabilir düzeyde, eli yüzü düzgün bir kitap, Ayla Kutlu sevenlere tavsiye olunur.
Bu kadar kurmacanın üstüne araya farklı bir tarz gerekir dedim ve Katalan yazar Juan Goytisolo'nun "Kapadokya'da Gaudi'nin İzinde"sine başladım. İlk bölümde Kapadokya ile Gaudi'nin bağdaştırıldığı fantastik bir anlatım var. Sonra İstanbul, Konya Mevlana, Edirne Kırkpınar güreşleri, Kahire ve Marakeş yazarın kendine has diliyle öykü tadında anlatılmış. Bu türün meraklılarına önerilir.
Ve bizim kızlarla vedalaşma zamanı. Napoli romanlarının sonuncusu ve Lena ile Lenu'nun yetişkinlik ve yaşlılık halleri. En az diğerleri kadar güzel, akıcı, şaşırtıcı idi. Şunu biliyorum ki bu kızları özleyeceğim. Ben öneriyorum ama sadece bu olmaz, ilk üç kitapla birlikte okunmalı.
Mustafa Çiftci'nin kısa öykülerinden oluşan bir kitap "Adem'in Kekliği ve Chopin". Yozgatlı bir yazar M. Çiftci, öyküler de memleketinden ve yöre insanlarından esintiler taşıyor. Beni en çok "Çati", "Portakal" ve "Diyeşet" isimli öyküler etkiledi. Yazarın "Bozkırda Altmışaltı" isimli kitabını da okumak niyetindeyim. Öykü okumayı seviyorsanız bu kitabı da seveceksiniz.
Ardarda edebi kitaplar okuduysanız kafa biraz dağılmak istiyor, araya bir polisiye-gerilim sıkıştırmak iyi oluyor. "İlik" bu alanda tavsiyelerine güvendiğim bir arkadaşım sayesinde alıp okuduğum bir kitap oldu. Çocuk tacizinin ve tecavüzün gündemimizi işgal ettiği şu dönemde okumak da hayli anlamlı oldu. Tarryn Fisher polisiye-gerilim tarzını sevenler için iyi bir seçenek, evde beni bekleyen bir kitabı daha var.
Macar yazar Agota Kristof'un "Büyük Defter-Kanıt-Üçüncü Yalan" isimli kitabını epeydir okumak istiyordum. Eş-dost aracılığı ile de referanslar almıştım hakkında, lakin kitap ne piyasada, ne de kitap sitelerinde mevcut değildi. Sonunda sağolsun bir arkadaş pdf formatında yolladı da okuyabildim. Savaş nedeniyle anneannelerinin yanına sığınan ikiz kardeşler aracılığıyla savaşın, yıkımın, açlığın, göçmenliğin ve insanlığın sorgulandığı bir kitap. En çok Büyük Defter bölümünü sevdim. Son kısımda kafam biraz karıştı desem yalan olmaz. Tavsiye etsem de temin etmeniz zor, çetin okumaları seviyorsanız arayıp bulun derim.
"Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz" Raymond Carver'in okuduğum üçüncü kitabı ve en çok tanınan kitabı. Ben yazarı okumaya "Katedral" ile başlamış ve çok sevmiştim. "Azgın Mevsimler"deki öyküler de güzeldi lakin bu kitabı çok sevemedim. Kuru ve anlamsız geldi bazı öyküler, "niye okudum ki bunu?" diye düşündüğüm bile oldu. Eğer bir Raymond Carver öyküsü okumak istiyorsanız "Katedral"i tercih edin derim.
Evet, "Suzan Defter"i henüz bitirmediğim için hakkında yazmıyorum ama bir Ayfer Tunç fanı iseniz zaten okumuşsunuzdur ya da okuyacaksınızdır. Mart ayını kapatırken Nisan için en güzel okumalar olsun diyorum, kalın sağlıcakla...
Not: Dikkat ettim de her kitabın yanına bir çiçek kondurmuşum neredeyse, bu hem kitaplar kadar çiçeklere de düşkün oluşumun hem de baharın kapıdan kafasını uzattığının resmidir :)
Not: Dikkat ettim de her kitabın yanına bir çiçek kondurmuşum neredeyse, bu hem kitaplar kadar çiçeklere de düşkün oluşumun hem de baharın kapıdan kafasını uzattığının resmidir :)