.

.
.

30 Haziran 2013 Pazar

PAZARIN GETİRDİĞİ


Kaçıp geldiğimiz Antalya sıcağı Ankara'da da eksikliğini göstermiyor bu aralar sağolsun. Özellikle benim uyuduğum-daha doğrusu uyumaya çalıştığım-oda saunadan hallice oluyor geceleri. Serinlik ve hava girsin diye açtığım pencereden içeriye dolunayda kurt adama dönüşmüş canlılar misali geceyarısından sonra basları son ses açarak patinajlı araba turu yapanların cıstakları, düğün ya da alem dönüşü eğlencenin dibine vurup yolüstünde uyumaya çalışanları da mahrum etmeyelim diyenlerin kornaları ve naraları, çöp kamyonlarının kokuyla karışık tangırtıları ve cep telefonunda kavga eden birilerinin tek taraflı bağırtıları doluyor. İşlek bir caddeye bakan apartmanda oturmanın getirisi de sabah ezanı bitkin düşüp sızmak oluyor böylece. Uykusuzluk bu gece tavan yaptı:; sıcak ve gürültüye rutubetten midir nedir bilmem sızlayan dizlerim (anneanneme dönüyorum yavaştan, anneme benzeme aşamasını transit geçtim:) de eşlik edince yanan gözlerle Gün Benderli'nin "Su Başında Durmuşuz" isimli anılarını hatmettim. 2-3 saatlik huzursuz bir uykunun ardından başağrısı ve kazan gibi bir kafayla kalktım yataktan. Balkondaki sebzelerle günaydınlaştım, bir dolu kızarma aşamasında cherry domates, 3 saksı ürün vermeye başlayan sivri biber, iki kök minimal boyutlu meyvesini büyütmeye çabalayan salatalık ve geçen yıl dökülen tohumlarla gümrah bir şekilde çoğalan fotoğraftaki semizotları hazırola geçtiler beni görünce. "Rahat" dedim onlara ve içeriye yönelip sehpanın üstündeki saksıda beklentili gözlerle beni süzen fesleğenimin kafasını mıncıkladım. Parmaklarımı koklayarak gittiğim mutfaktan tostum ve sallama çayımla gelip ev ahalisi henüz uykudayken bilgisayar başına çöktüm. Faideli bir internet turu yaptım; bir dostun doğumgününü kutladım, bir diğerinden kitap önerisi aldım ve tostumun son lokmasını mideye indirip bilgisayardan tablete geçiş yaptım. 10 gündür uğraşıp bir türlü 147. leveli geçemediğim Candy Crush Saga'da birtakım şekerleri patlatıp jöleleri eritmeye çalıştım ama 5 canımı da heba ettiğim halde yine vuslata eremedim. Kader utansın deyip yeni bir 5 canın meydana gelmesi için gereken süreyi geçirsin diye tableti bir yana bıraktım, yan apartmanın altındaki laundryden gelen mis gibi yumuşatıcı kokusunu izleyerek yine balkona çıktım. İnsan az, araç çoktu. Soldaki apartmanın pembe giysileriyle göz alan gündelikçi kapıcısı merdiven yıkıyordu, köpüklü sular asfalta kadar ulaşmıştı. 3-4 yıldır kirli bir çorabın dallarında seyrana durduğu akasya ağacını tımarlamışlar, artık çorap da üzerine yerleştiği dallar da yok. Sıkı bir budamaya kurban gitmiş. Çiçek petallarinin dökülme zamanı geldiğinde evin içine hücum eden kuru petal sayısında bu sayede bir azalma olacağını umuyorum. Ben akasyalarla meşgulken neredeyse tavuk boyutuna ulaşmış iki güvercin balkon saksılarını didiklemek umuduyla parmaklığa kondular, korkuluk olarak beni görünce vazgeçip karşı komşunun sardunyalarına doğru pike yaptılar. Hele bir tanesi öyle şişmandı ki Mısır'da yaşasa kesin pilav üstü kebap olarak bir sofrada yerini almıştı. Yıllar önce okumuştum Colette Rossant'ın "Tadı Damağımda Kalan Ülke: Mısır" isimli yemek-anı kitabında, güvercin eti Mısır'da çok makbulmüş, neyse ki öyle alışkanlıklarımız bıldırcınla sınırlı. Onu bile nasıl yerler şaşarım, bir lokma şey.

Şaka maka Haziran ayı da bitiyor, gündemin yoğunluğuyla nasıl geçti anlamadık bile, bakalım Temmuz bize neler getirecek; umarım huzur, barış ve hoşgörüyle gelecektir...

29 Haziran 2013 Cumartesi

AKLIMDA BİNLERCE KİTAP ADI VE BİNLERCE ŞİİRLE...*




Görsel: Camille Engel

Bu ara kitaplarla fazla içiçeyim, okuma hızım arttı. Ankara'da olmanın getirdiği bir avantaj belki, belki yaz aylarının getirdiği rehavetin sonucu. Canım sıkıldı mı kitapçılara atıyorum kendimi, sadece bakacağım diye kendime söz veriyor sonra dayanamayıp 1-2 kitapla çıkıyorum. Evde bir kule oluştu yine ama bu kez çabuk eriyor. Şu aşağıdaki linke twitterde rastladım, yılın en iyi 50 kitap kapağı seçilmiş. Bir tanesi dışında tamamı yabancı ama hepsini satın almak istedim dil bilgim yeterli olmamasına rağmen. Sanırım yurt dışına çıkarsam zamanın çoğunu kitapçılarda geçirir sonra da sırf kapaklarına vurulduğum için bir valiz dolusu kitapla dönerim. Bakın bakalım siz nasıl bulacaksınız bu kapakları, şuraya bir TIK lütfen...

*Bir Resim Olarak/Ahmet Erhan


28 Haziran 2013 Cuma

HAZİRAN BAŞI'NDAN KALANLAR

Gündeme öyle bir daldık ki günlük hayatta gerçekleştirdiğimiz faaliyetler ikinci plana düştü. Oysa Ankara'ya gelmeden planlamıştım "Salt Ulus"a gitmeyi ve oradaki sergiyi gezmeyi. Gecikmeli de olsa birkaç foto eklemek istiyorum neredeyse bir ay önce gerçekleştirdiğim bu ziyaretten:


"Salt Ulus", Ankara Ulus'ta Atatürk Bulvarı üzerinde, eski Osmanlı Bankası'nın ek binasında açıldı bu yıl.  Böylece yıllardan beri önünden her geçişte içini delice merak ettiğim binayı sonunda gezme fırsatını buldum. 1926 yılında mimar Guilo Mongeri tarafından inşa edilen ve şu anda Garanti Bankası olarak hizmet veren Osmanlı Bankası binası Ankara'nın erken Cumhuriyet dönemi binalarının en güzel örneklerinden biridir. "Salt Ulus"da aynı mimar tarafından müfettiş lojmanı olarak düşünülmüş yan binada faaliyete geçti yakın zamanda. 


Binanın merdivenleri ve sahanlık pencereleri eskiye sadık kalınarak elden geçirilmiş. Bizim gezdiğimiz sergi "O Zamanlar Konuşuyorduk" adını taşıyordu.  


Sergiyi gezdikten, "Salt Ulus" binasıyla ilgili merakımızı da giderdikten sonra yakındaki Evkaf Apartmanına uğradık. Devlet Tiyatroları'nın bazı salonlarının bulunduğu  bu güzelim bina Mimar Kemaleddin tarafından tasarlanmış ve 1928 yılında inşaatına başlanıp 1930 yılında tamamlanmış. Bir süre çeşitli kişiler tarafından konut olarak kullanılmış (Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli gibi), yurt binası olarak hizmet vermiş olan bina günümüzde Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu'na ev sahipliği yapmakta. Çok küçük bir çocukken hayatımın ilk tiyatro oyununu burada izlemiştim, hala büyük bir zevkle her sahnesini hatırlarım: "Peter Pan". Benim için çok özel anlamı olan doyumsuz güzellikte bir binadır. 


O gün "önünden yıllarca geçilip içi görülmemiş binalar" günü olsa gerek ki son anda ortaya çıkan bir nedenle Ankara Radyoevi'ni de gezmek kısmet oldu.  Aşağıdaki görüntüler oradan:




Radyoevi'nin renkli mozaikli merdivenlerine bayıldım.

Eh bugünlük bu kadar olsun. Yeni binalar ve yeni gezmelerde buluşuruz elbet...

24 Haziran 2013 Pazartesi

"İLKİN SAKİN KİRAZ BAHÇELERİDİR ANDIĞIM ESKİ GÜNLERDEN"*


Biz gündemle hemhâl olurken dalları kiraz basmış


*"İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden"
Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri/Sezai Karakoç
".......
O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir, bir yanda kiraz bahçeleri"


22 Haziran 2013 Cumartesi

CUMARTESİ HAVASI, ANKARA TAVASI

Bugünkü yürüyüşün istikameti Tunalı Hilmi Caddesi üzerinden Kuğulu Park idi. Cumartesi oluşu nedeniyle cadde kalabalık, park sakin, cıvıltılı ve renkliydi. Parkın ayva ağacı gelin gibi süslenmişti:



 

Boş bulunan her duvar graffitilerle donatılmıştı; renkli, esprili, eğlenceli. Barış sembolü en anlamlısı tabii ki:


Gandalf'a da bir çağrı vardı:


Adile teyzem ve Mahmut Hocam olmasa olur mu?


Kuğular gazdan etkilendikleri için şimdilik geçici başka bir mekana taşınmışlar, kuşların bir bölümü de hayatını kaybetmiş ne yazık ki. Güvercinler ayaklarımıza sürtüne sürtüne dolanmaya devam ediyorlar, aralarına bir de sığırcık karışmış:


Ve parkın dışında, cadde üstünde bir sokak topluluğu "Zeytinyağlı yiyemem aman"ı çalıp geleni geçeni coşturmaktaydı:


E o zaman haydi hep beraber:

"Kaaaldım dumaniçi dağlardaaaa
Sevgili yaaarim nereleeeerde?"
:)))


18 Haziran 2013 Salı

ŞEHİR VE ANILAR

"Anılar kocamış beyinlerin koltuk değnekleridir" demiş şair. Bunun ne kadar doğru olduğunu dün babamı çocukluğunun geçtiği topraklara götürünce bir kez daha anladım. Daha belde sınırlarından içeriye girer girmez kocaman bir gülücük oturdu yüzüne, kendisini karşılayan akrabalarını görünce gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Oynadığı sokakları, erik çaldığı bahçeleri, çimentosunda arkadaşının ayak izini bıraktığı duvarı, uzun süre oturdukları istasyon lojmanını değişmemiş olarak bulunca 70 yıl öncesine gitti bir çırpıda. Mutluluğu tavan yaptı gün boyu, sanki yanımdaki babam değil de sokağa oynamaya çıkmış afacan bir oğlan çocuğuydu. Bir kez daha anladım şehirlerin belleğinin korunmasının ne kadar önemli olduğunu, yenileştirip restore edilirken ruhunun yokolmasına engel olunmasının gerekliliğini, elinizle diktiğiniz ya da dikildiğine şahit olduğunuz bir fidanın, gölgesinde kaybolacağınız kocaman bir ağaca dönüştüğünü görmenin güzelliğini. Yıkıp yoketmek yerine koruyup güzelleştirmek bir amaç olmalı, kimliksiz taş yığınlarına dönüşmüş bir şehir konforun en alasını sunsa da geçmişimizi bize geri veremez.


Bu duygularla geçtim dedemin en son 20 yıl önce gittiğim, şimdi başka birine ait tanıyamadığım evinin önünden. Kilerin derinliklerinde keşfedip hazine bulmuşcasına sevindiğim, şu balkonda dağlara bakarak karıştırdığım sepya baskılı eski Hayat Mecmuaları düştü aklıma.


bu duygularla baktım 16. yüzyılda Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış ve pek de güzel olmayan bir şekilde restore edilmiş, şehre adını veren kışlaya. 


Öyküsünü merak ederek geçtim "Ak Fadime Sokağı"ndan.


Kışlanın duvarında yeşermiş otlar gibi yeşerttim umutlarımı,


Ve veda ederken şehre babaannemin bir trafik kazasında hayatını kaybettiği E5 karayolundan, geride bıraktığım herşey aslında benimle birlikte geliyordu...

14 Haziran 2013 Cuma

SERGİLERDEN

Gündemle gelen ruh sıkıntısını hafifletmenin en güzel yolu sanattır diyerek Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki "AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)"nin fotoğraf sergisine yollandım dün. Tüm salonlar AFSAD'ın farklı konulardaki atölyelerine ayrılmıştı, ilk kattan başladım gezmeye. "Belgesel Fotoğraf Atölyesi", "İskilip ve Köylerinde El Sanatları" adıyla bir sergi düzenlemişti. Şahsen İskilip civarında bu kadar çok yaşayan el sanatı olduğunu bilmiyordum, çok mutlu oldum; hem bu çokluğa, hem de belgelenmiş olmasına:


Üst salona çıktığımda ilk bölüm "Doğadan" adıyla "Doğa Fotoğrafçılığı Atölyesi" sergisine ayrılmıştı:
(Tıklayıp büyüterek bakınız)


Fotoğraf: İbrahim Yücel


"İçsel Manzara Atölyesi"nin sergisinden:



Fotoğraf: Hüseyin Berkem


"4 Ankara: Bir Başkentin Anatomisi" Sergisinden:



Ankara'nın Özgün Caddesi Yüksel
Fotoğraf: Esin Karagülmez

Dikmen Vadisi'nde Kış
Fotoğraf: Şule Aybar


Dünyayı Verelim Çocuklara
Fotoğraf: Esin Karagülmez


Gençlik Parkı'nda Renkli Geceler
Fotoğraf: A. Güzin Göker


"Fotoğraf Sanatında Kompozisyon, Işık, Renk Semineri Sergisi"nden:



Fotoğraf: Emel Korkut

Uzunbacak
Fotoğraf: Taner Kıral


"Güneş Baskı Teknikleri, Natürmort Çalışma Grubu Sergisi"nden:



Fotoğraf: Neslihan K. Tamyaman
(Bu ve sergide yer alan birkaç fotoğrafta imzası olan "Yaz Güneşi" blogunun sahibi blogger arkadaşımızı kutluyorum)

Fotoğraf: Özlem Akyıldırım


"Portre Çalışmaları Atölyesi Sergisi"nden:


Fotoğraf: Meryem Yıldız



"Fotoğrafın F'leri Atölyesi/Özportre Sergisi"nden:



Fotoğraf: Ayşe Ebru Abalı

Fotoğraf: Seda Güner


"Beklemek Sergisi"nden:


 


 Fotoğraf: Turgut Kaçar


"Güneş Baskı Teknikleri Sergisi"nden:



Fotoğraf: Nale Eylik


"Antrakt Fotoğraf Sergisi"nden:


Fotoğraf: Mehmet Ölmez


"Üzülmez Maden Ocağı Fotoğraf Sergisi"nden:


Fotoğraf: Sevda Kabadayı

Fotoğraf: Beril Türkoğlu

Ben bu sergiyi çok beğendim. Ankaralılar, Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde 18-19 Haziran'a kadar açık kalacak, gidip görün, pişman olmazsınız. Ne demiş şair: "Dünyayı güzellik kurtaracak..."


6 Haziran 2013 Perşembe

GÜNDEM


Yürek çarpıntıları, gaz kokuları  içinde günler geçiriyoruz. Ankara'da hayat rutinimiz değişti, Kızılay tüm trafiğin aktığı, alışverişin merkezi, yolların kavşak noktası yer olmaktan çıktı, kocaman, gazlı bir gösteri alanına dönüştü. Yukarıdaki görüntü de o meydandaki en güzel görüntülerden biri, gaz maskesiyle etrafı temizleyen genç kızlar. Benimse her dakika endişeyle elim kalbimin üstünde. Bu kargaşada küçük bir merhaba diyor ve huzur ortamının bir an önce sağlanmasını diliyerek kaçıyorum...