Dün her zamanki Ankara gezilerimizden biraz daha fazlasını, biraz daha detaylısını yaptık kız kardeşin yürütücülüğünde, küçük bir grupla birlikte. Instagramda "Şehrin Hikayeleri" adıyla takibe alırsanız farklı Ankara yürüyüşleri hakkında da bilgi alabilir, arzu ederseniz katılabilirsiniz. Kız kardeşim bir süredir bu tarz Ankara yürüyüşlerinin yürütücülüğünü yapıyor, şimdilerde onunla birlikte bazı arkadaşları, öğrencileri de bu yürüyüşlerde ona destek oluyorlar.
Dünkü yürüyüşümüzün ismi "Ulus'un Mekanları" idi. Ben daha önceleri Ankara'nın pek bilinmeyen mahallelerine birlikte yaptığımız yürüyüşlerden, sonraları katıldığım bu tarz yürüyüşlerden onun Ankara hakkındaki ilgisini ve bilgisini zaten biliyordum, dünkü etkinliğe yeni bir rota olduğu için bir kez daha katılmak istedim. Katılımcılarla eskiden "Emlak ve Eytam Bankası" olan, şimdilerde "PTT-Pul Müzesi" olarak kullanılan Avusturya'lı mimar Holzmeister'in imzasını taşıyan binanın önünde buluştuk. Bu arada "PTT-Pul Müzesi"ni gezmediyseniz mutlaka gezin derim, son derece zengin bir koleksiyona sahip, giriş ücretsiz.
Pul Müzesi'nden Heykel yönüne doğru yürüyüp ilk sokaktan sağa dönünce "Kediseven Sokağı"na giriyorsunuz. Şimdilerde tabelasında cadde yazıyor ama cadde olamayacak kadar kısa bir sokak.
Bir tarafında boylu boyunca şimdiki adıyla Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak anılan, 1900'lerin başında açılmış Sanayi Mektebi'nin binası uzanan sokağı Bilge Karasu ile hafızalarımıza kaydetmişiz. Karasu Ankara'ya gönülsüz gelmiş ama ilk rastladığı sokağın adı "Kediseven Sokağı" olunca içi ısınmış. Malum, kendisi "Ne Kitapsız, Ne Kedisiz" diyenlerden. Biz de Bilge Karasu'yu anıyor ve Sanayi Caddesi'ne kıvrılıyoruz. Fotoğrafta görülen Mongeri imzali kubbeli bina, şimdiki adıyla "Yunus Emre Enstitüsü", uzun süre Tekel İdaresi olarak kullanılmış, bulvarı süsleyen çok zarif binalardan biri. Bizi köşede Ankara'nın simge ağaçlarından sonbahar renklerine bürünmüş bir at kestanesi uğurluyor:
Laf aramızda Sanayi Caddesi kalabalık ve sevimsiz bir cadde, aynı zamanda minibüs güzergahının işlediği bir yol. Genelde orta dönem mimarlık binaları yer alıyor ve hemen hepsi işhanı. Biraz daha Heykel'e doğru ilerleyince sol yanda üç katlı, küçük bir apartman var: Yüzbaşıoğlu Han. Ama bugün dış yüzü brandayla örtülmüş ve bir müjde veriyor, Belediye'nin kültür mirasına dahil edilmiş, sadece o değil, yan tarafındaki sokak da, sonuca ulaşırsa düzenlenip Cumhuriyet yolu olacakmış. Ulus açık hava müzesi olmakta çok geç kaldı zaten.
Bu küçük apartman 1940-1966 yılları arasında, Hasan Ali Yücel tarafından kurulan Maarif Tercüme Bürosu olarak hizmet veriyormuş. Bugün hala aynı şekliyle okuduğumuz pek çok klasik burada çevrilmiş. Nurullah Ataç, S. Eyüboğlu, S. Ali, Yaşar Nabi, Reşat Nuri, Orhan Veli, Nahid Sırrı gibi pek çok yazar çevirmenlik yapmış, yolları buradan gelip geçmiş. En çok devam ettikleri mekanlar da yine restore edilmek üzere üzeri kapatılmış yan sokakta yer alan ve tabii ki şimdilerde mevcut olmayan Kürdün Meyhanesi ve Şükran Lokantası imiş. Aşağıdaki kapı onlardan birinin kapısı imiş:
Binanın kültür mirası olarak restorasyona alınmasına çok sevindim, zira son zamanlarda mezbebelik gibiydi. Yıllar önce katlara yayılmış ayakkabıcılar vardı, ünlü mağazaların ellerinde tek kalan ürünler epey indirimli fiyatlardan satışa sunulurdu. Birkaç ayakkabı almışlığım da vardır 😀
Tekrar bulvara çıkıp Ulus İş Hanı'na giriyoruz. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin pek çok anısını, ayak izini taşıyan bir mekandır burası. 50'li yıllarda inşa edilen ve zamanın en ünlü alışveriş merkezlerinden biri olan iş hanının zemin katında mağazalar, diğer katlarında ise bürolar mevcut. Ara avlulardaki tek başına inşa edilmiş iki katlı yapılardan biri uzun süre Akman Pasta Salonu ve Dodanlı Yerli Mallar adıyla kumaşçı olarak hizmet vermişti. Bugün ikisi de yok, biri Mado, diğeri de kebapçı olarak çalışıyor şimdilerde. Bir ara yıkılması gündeme gelmişti ama sonra vazgeçildi, çevre düzenlemesi yapılıp hizmet vermeye devam etmekte. Aslında yapıldığı yılların mimari özelliklerini taşıyan özgün bir iş hanı ve umarım uzun süre öyle kalır.
Tavan dekoruna, sütün seramiklerine dikkatinizi çekerim, ayrıca ara katlarda da çok güzel seramikler var, spiral merdivenler de ilgi çekici.
Eskilerden kalan iki eski mağaza, Ali Uzun Şekercisi ve Eyüp Sabri Tuncer Kolonyaları. "Kolanyacı 1968" 😀
Ve geldik Atatürk Anıtı'na ya da halk diliyle Heykel'e:
Halkın parasal destekleriyle Avusturyalı heykeltraş Krippel'in yaptığı, Atatürk'ü Sakarya isimli atının üstünde temsil eden anıt 1927'de açılmış, harf devrimi henüz yapılmadığı için kitabesi de (atın hemen altında görünüyor) Osmanlıca olarak eski harflerle yazılmış. Şimdilerde anıtın altında Türkçesi'nin yer aldığı levhalar eklenmiş: "Düşmanın anâsırı asliyesi imhâ edilmiştir. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!"
Sırada Roma Yolu var. Uzun süre Ulus'un çarşı kalabalığında toprak altında kalmış olan Roma Yolu bir çarşı kazısı sırasında bulunmuş ve yenilerde halen devam eden ciddi bir restorasyona başlanmış. Tarihin ilk kanalizasyon buluntularına da burada rastlanmış:
Roma Yolu'ndan ters istikamete dönüp eski Sümerbank, şimdi ise bir üniversiteye tahsis edilen binanın önüne geliyoruz.
Milli Mücadele ve sonrasında ikamet yönünden çok önemli rol oynayan Taşhan'ın yerine mimar Martin Elsaesser tarafından 1937-38 yılları arasında yapılan, arkasında son yıllarda müzeye dönüştürülen İş Bankası'nın tarihi binasının yer aldığı, Ankara taşından yapılma kunt bina çocukluğum boyunca benim okul ayakkabılarımı, evlerimizin perde-çarşaf, giysilerimizin basma-pazen kumaşlarını temin etti. Serin ve loş büyük salonun kumaş kokusu hâlâ burnumda. Artık Sümerbank ile de vedalaşıldı, zihinlerimizdeki ve anılarımızdaki yeriyle vedalaşmak ise mümkün değil. Zaten bakınız "Sevgim kalbinde, resmim albümde dursun" dercesine bir anı bırakmış üniversite binasına:
Ulus Şehir Çarşısı yıkıldıktan sonra parka dönüştürülen alana bir göz atıyoruz. Yıkılan çarşıdan önce benim çocukluğumda yerinde başka bir çarşı vardı ve ünlü Karpiç Lokantası da orada yer alıyordu. Aynı şahıs tarafından mı işletiliyordu, yoksa sadece ismini mi taşıyordu bilmiyorum ama ben 5-6 yaşlarındayken lokanta hala mevcuttu. Asıl Karpiç, yani devrim sonrası Rusya'dan göçen bir beyaz Rus olan Baba Karpiç tarafından işletilen, Atatürk'ün de sık gittiği, devrin ileri gelenlerinin uğrak yeri olan, kravatsız girilmeyen Karpiç ise Cumhuriyet'in ilk yıllarına damgasını vurmuş, Ankara halkını yeme-içme konusunda geliştirmiş, şehrin en önemli lokantası imiş.
Çarşının yerine yapılan park solda, Karpiç Lokantası da yüzü Bulvar'a bakmak üzere bu lokasyonda idi.
Son duraklarımızdan birine, Ankara Palas'a doğru yürüyoruz. Sağımızda İlk ve İkinci Meclis ve İkinci Meclis'in eskiden Millet Bahçesi olarak kullanılan, su kaskatlarıyla ünlü bahçesi var. Çocukluğumda giriş serbestti, anneannem her Ulus'a inişimizde götürürdü beni, şimdilerde giriş yasak.
İkinci Meclis'in güzelim binası ve ne mutlu ki hala mevcut olan, zincirlerle birbirine eklenmiş beton kürelerden oluşan dış duvarı. Çocukken bu kürelere elimi sürmeden geçmezdim, o alışkanlığı hâlâ sürdürüyorum desem bana gülmezsiniz değil mi?
1924-27 yılları arasında inşa edilen, mimar Vedat Tek'in başlayıp Mimar Kemalettin'in tamamladığı bina Cumhuriyet'in ilk yıllarında barınma ihtiyacına cevap vermek amacıyla düşünülmüş. O yıllarda şehrin kalburüstü simalarına ev sahipliği yapan, balolarla, ziyafetlerle tanınan mekan bir süre otel olarak işletilmiş, sonraları Sanayi Bakanlığı'na hizmet vermiş, daha sonra Devlet Konukevi olarak kullanılmış ve sanırım bu yıl da müze olarak ziyarete açılmış. Fotoğrafta arkada görülen yüksek bina bir zamanların en ünlü otellerinden Stad Otel idi, şimdilerde el değiştirdi ve şehirde açılan onca lüks otelden sonra eski debdebesini yitirdi. Yalnız Ankara Palas'ın bu kinin sarısı rengini hiç sevmedim 😕
Ve son durağımız, Ankara'nın en sevdiğim binası, Evkaf Apartmanı.
Mimar Kemaleddin tarafından tasarlanan (eline sağlık vallahi, şahane tasarlamış) ve 1930 yılında tamamlanan bina şimdilerde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olarak kullanılıyor, Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu'na da ev sahipliği yapıyor. Vakiıflar Genel Müdürlüğüne ait olan bina önceleri yurt ve lojman olarak da kullanılmış, oda oda kiraya verilmiş. Reşat Nuri, Tanpınar, Yahya Kemal, Hasan Ali burada kalan ünlülerden. Orhan Veli de bir dönem burada çalışmış, şiirlerinden birinde de söz eder: "Beni bu güzel havalar mahvetti/Böyle havada istifa ettim Evkaf'taki memuriyetimden".
Binada bir Tiyatro Müzesi var, izinle gezilebiliyor. Ayrıca eski yıllardan kalma ama pek kullanılmayan kafesli bir de asansöre sahip. Devlet Tiyatroları Müdürlüğü yapan Muhsin Ertuğrul ve Cüneyt Gökçer'in çalışma odaları da sergilenenler arasında.
Yalnız bina epey yıpranmış, arka tarafın balkonlarının sıvaları dökülmüş, tuğlaları görünüyor, bir elden geçse çok iyi olacak.
Evet turumuz burada bitiyor, grup vedalaşıp ayrılıyor, biz de pek kimselerin bilmediği, çocukken anneannem ve annemle kestirme olsun diye otobüsten inip bulvara çıktığımız merdivenlere yöneliyoruz:
Genel hatlarıyla söz ettiğim Ulus turu ilginizi çektiyse, çok daha fazlasını, anekdotlar eşliğinde görüp tanımak isterseniz "Şehrin Hikayeleri" sayfasını Instagram'da takibe almanızı bir kez daha öneriyorum. Yeni rotalarda buluşmak dileğiyle...