.

.
.

28 Aralık 2021 Salı

YIL DÖKÜMÜ / 28 ARALIK

 

 

Oldukça zorlu bir yılı bitirmeye 3 gün kaldı, ki 2021'i canıma okuyan seneler sıralamasında 1999'dan sonra ikinci sıraya rahatlıkla alabilirim. Dilerim bundan sonra sıralarını muhafaza ederler, rekorlarını kıran ya da egale eden başka bir yıl olmaz. 

Madem ki bugünü kendime dinlenme günü tahsis ettim, oturup bir döküm yapayım dedim. Hoş istediğin kadar dinlenmeye niyet et, mutlaka bir şey çıkıyor seni koltuğundan kaldıracak. Klozet kapağı arıza yaptı değişmesi gerekti. Yeni alınan kapak uymadı, eşim aldığı yere geri götürdü, inatla uygun olduğu, değiştirmeyi bilmediğimiz söylenmiş. Yanında Gulliver Devler Ülkesi'nden çıkmış gibi bir usta ile geldi. Usta kendinden emin adımlarla banyoya yöneldi, "Hıh beceriksizler" ifadesi okunan bir yüzle işe girişti, ben onları klozetle başbaşa bırakıp odaya geçmiştim ki geri çağrıldım. Kapak biraz önce eşim nasıl takmışsa aynı şekilde takılmıştı. Klozetten iki santim içerde, resmen küçük, boyutu uygun değil. "Eee biz de böyle yapmıştık" dedim, "Apla klozet kapağı böyle olur" cevabını aldım. "Sağol ya, bilgilendik" dedim, "ilk kez müşerref oluyoruz klozet ve kapağı ile". "Dalga mı geçiyorsun kardeşim, sök götür şunu" deyip yolladık dev adamı. Başka bir dükkandan alınan kapak biraz çetrefilli idi, ne nereye takılacak çözene kadar epey vakit harcadık ama bunun bedeni uygunmuş, dar ya da bol gelmedi 😃 Yeni yıldan beklentilerim arasına sıhhi tesisatçı tükkanı açmak maddesini de ekleyebilirim, dev adamdan daha iyi anladığım aşikar 😃

Gelelim canımıza okuyan 2021'e, oysa ne ümitlerle beklenmişti, 2021 içeri, pandemi dışarı olacaktı, ortam da güllük gülistanlık. Kimbilir ne pis sırıtıyordur bize bu melun sene, aman kulağı duymasın halefini de ayartır bu intikam için. Ülke gündemini, pandemiyi bir yana koyup kişisel anlamda ele alırsım da iler tutar yeri yoktu. Yılın ilk yarısında pandeminin başında korktuğum, çekindiğim ne varsa tecrübe ederek geçirdim. Sağlık ocağından korkarken girip çıkmadığım hastane, laboratuar, görüntüleme merkezi kalmadı. 2021'in ilk haftasında hanımefendi bulduğum dizim de su koyuverdi. İkisi birden "Yorulduk biz" diyerek erken emeklilik talebinde bulundular. Kuru gürültüye pabuç bırakmam ben diye bir süre direndim, baktım olacağı yok taşıdım hastanelere. 6 ay boyunca ne fizik tedavi, ne dizlerden yediğim iğneler, ne prp kaldı denenmedik. Su içsem süzgeç misali dizlerimden çıkacak hale geldim iğne deliğinden. Nuh dedi, peygamber demedi dizler, başta ne kadar ağrıyorsa misliyle arttı da, bir dirhem azalmadı. Bezmiş canımla deplasmana çıkardım kendilerini, yayla havası alsınlar diye Ankara'ya. Değişen bir şey olmadı, emeklilikte ısrarcı olunca aldım götürdüm SGK'ya, pardon ortopediste 😃 Ortopedist baktı, pert olmuş bunlar, atalım hurdaya dedi. Mecbur emekliye ayırdık, Cevriye'yle Tevriye'yi de alıp defoldular. Nereye gittiler bilmiyorum, hastanenin çöp kutusuna mı, tıbbı atik konteynerine mi atıldılar, toprağa mı gömüldüler, yoğusam köpekler mi yedi, bilemiyorum, merak da etmiyorum. "Gönülsüz köpek sürüye kurt getirir" derdi annem, benimle yaşlanmayı istemiyorlarsa ne halleri varsa görsünler. Yeni elemanlar aldık yerlerine, sıfır kilometre, tıkırtılı aksamlar 😃 Yerleştiren operatör dedi ki, "Bunlar biraz mankafa, bir yılda ancak öğrenirler işlevlerini, o zamana kadar idare et, iyi davran, egzersiz falan yaptır, yemini, suyunu ihmal etme". Dediğini yapıyorum yapmasına da ilk 3 ay canıma okudu şerefsizler. Şimdilerde biraz aramız düzeldi ama oryantasyon süreci hala devam ediyor. Bir yılın sonunda asaletlerinin tasdik olup stajyerliklerinin biteceğini umuyorum. 

Ben yeni elemanlarla uğraşadurayım bir akşam önce güle oynaya telefonda konuştuğum babam sabahına hastalandı. Ameliyatım yeni, ev içinde bile zor yürüyorum, mecburen tüm yapılacak işler kardeşimle oğluma kaldı. Acil, hastane, yoğun bakım hep onlar koşturdular. Son bir kez görüp vedalaşmak için zor da olsa gidebildim hastaneye, iyi ki gitmişim, arkamızdan yoğun bakıma almışlar. 3 gün sonra da vefat etti, koyduk geldik toprağa. Annemle aynı kabristanda ama araları çok uzak. İkisi de huzurla uyusun demekten başka elden bir şey gelmiyor. Pandemi yüzünden her şey çarçabuk halledilmek durumunda kaldı. Zaten yıl içinde yakın uzak aldığımız ölüm haberinin haddi hesabı yok. Hastalıklar cabası. Ameliyat sonrası fizik tedaviye giderken arkadan arabamıza çarptılar, bereket ön koltukta oturuyordum, yoksa yeni tamir edilmiş dizleri önümdeki koltuğa çarpıp eskisinden beter hale getirebilirdim. Bir de arabanın onarımıyla uğraşıldı, 

Öyle böyle, başka ufak tefek aksiliklerle uğraşarak geldik yılın sonuna. Uzun süre mecburi yatak istirahatinden dolayı bu yıl kitap okumakta rekor kırdım diyebilirim. Sanırım 145 kitapla kapatacağım seneyi. Yerli yazarların kitapları içerisinde en beğendiğim Şükran Yiğit'in "Burası Radyo Şarampol"ü idi. Yabanca kitaplar arasında ilk sıraları alanlar ise; Lucia Berlin'in "Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı", John Williams'ın "Stoner"i, Rabih Alameddine'nin "Lüzumsuz Kadın"ı ve Roberto Bolano'nun "2666"sı oldu. Ayrıca Fabien Toulme'nin gerçek bir öyküye dayanan 3 ciltlik grafik romanı "Hakim'in Yolculuğu"da gözardı edemeyeceğim güzellikte bir kitaptı. 

Pandemi nedeniyle sinema, tiyatro, konser, bale hepsinden mahrum olduk. Neyse ki filmlere çözüm var, en yenileri seyredemesem de çeşitli sitelerden ve internetten 100 tane film 24 tane dizi izlemişim.  8 tiyatro oyununu da canlı izleyemesem de online olarak izleme imkanı buldum yılın ilk yarısında, onlar canlı oynadılar sahnede, biz de ekran başında online izledik, en çok Onur Ünsal'ın tek kişi olarak canlandırdığı "Babamı Kim Öldürdü?"yü beğendim. Hatta bir online bale ile konser bile izledim aynı tiyatro oyunlarındaki gibi. "Kardeş Türküler"in canlı olarak seslendirdiği bizim ekran başına izlediğimiz konser güzeldi güzel olmasına ama salonda izlemenin coşkusu yoktu. Çoğu kişi bu etkinliklere salonlarda katılmaya başladı ama ben hala cesaret edemiyorum, hele de Omicron zımbırtısından sonra. 

Kısacası bu yıl dört duvar arasında geçti neredeyse, yürümem yavaş yavaş yoluna girdiği için iki aydır biraz yürüyüş, açık hava etkinliği yapabilir hale geldi, buna da şükür. Kolumuzu 4 kere deldirdik aşı için, iki Sinovac, iki Biontech ile. Vaziyet böyle giderse daha çok şırınga ile muhatap oluruz gibi geliyor. Yine de enseyi karartmayalım, aşıdan sonra ilaç söylentileri de var, virüs terbiyesini takınıp mutasyonlarını hafifletirse belki biraz nefes alabiliriz, umudumuz o yönde.

Şimdiden hepinize sağlıklı bir yıl diliyorum. En önemlisi o, sağlık yerinde olursa gerisini hallederiz bir şekilde...

27 Aralık 2021 Pazartesi

27 ARALIK / HAFTA SONU

Haftasonum hareketli geçti. Kuzenim geldi İzmir'den, uzun zamandır görüşememiştik, iki günlüğüne de olsa birarada olmak bize iyi geldi, eminim ona da iyi gelmiştir. Cuma günü, yemeli-içmeli, sazlı-sözlü bir akşam geçirdik evde. Babamı, halamı ve giden diğer sevdiklerimizi türkülerle, şarkılarla andık. 

Cumartesi sabahı kuzen Börekçi Tevfik'e gitmek istedi kahvaltı için, pandemiyi hesaba katmamıştık tabii ki, maalesef dükkan kapalıydı, uzun süredir de öyleymiş komşularının dediğine göre.  Antalyalılar bilir, Börekçi Tevfik bu şehrin eski ve ünlü esnaflarından biridir. Bir pasajın girişindeki küçücük  salaş dükkan ve önündeki balkonumsu çıkıntıda üç-beş masayla hizmet verir, şahane serpme börekler yapardı. Böreklerin lezzeti bir yana, hamuru havaya atıp çevirerek açmasını seyretmek ayrı bir zevktir. Yaşı oldukça ilerlemişti, umarım pandemi bitiminde tekrar kavuşuruz bu simge esnafa. 

Serpme börek konusunda hayal kırıklığına uğrayınca hem iki yıldır görmediğim Kaleiçi'yle hasret gidermek, hem de belki açık bir mekan bulursak kahvaltı etmek niyetiyle Üçkapılar'a yönelip Kaleiçi'ne giriş yaptık. 

Henüz kargaların bile kahvaltı etmediği sabah ayazında Kaleiçi dükkanları uyku mahmurluğunu üstünden atamamıştı. Aç karnımızı doyuracak simitçi bile bulamadık. Karnımızı doyuramadıysak gözümüzü bari doyuralım dedik ve Karaalioğlu Parkı'nın denizi kucaklayan manzarasına yönelttik adımlarımızı. Ama öncesinde artık kesik olmayan Kesik Minare'yi esefle gözledik, o minare bir simge idi, keşke kesik kalsaydı.

Ve sonra parka yaklaşırken önümüzde karlı Beydağları bir tiyatro perdesi gibi açıldı, bakmalara doyamadım:

Hıdırlık Kulesi'nin altında kazı çalışmaları devam ediyor, bakalım hangi buluntular çıkacak. Antalya'ya ilk geldiğimiz yıllarda kazı alanında bir çay bahçesi vardı, halk tipi, çok keyifli bir mekandı. Hemen her hafta sonu gelirdik, Beydağlarına ve denize karşı semaverle gelen çaylarımızı yudumlardık. Sonra yıkıldı o mekan, yeşillendirildi, park oldu. Şimdilerde de arkeolojik kazılar yapılıyor. 

Kahvaltı işini erteleyip hayli serin de olsa park içinde yürüyüş yaptık. Sanırım buraya da en son iki yıl önce gelmiştim, pandemi bize yaşadığımız şehri unutturdu. Özlemişim, ilk kez görüyormuş gibi baktım her şeye, bilhassa poyraz berraklığıyla ışıldayan denize, dağlara ve heykellere:

Bu parka ne zaman gelsem çitlenbik ağacının yanında Beydağlarına bekçilik yapan "Don Kişot" heykeline selam vermeden geçmem. Cahvar Göktaş'ın eseri olan bu cânım heykelin üstü bir ara vandallar tarafından boyanmıştı, neyse ki temizlendi, eski haline döndü.  

Miradorlardan birinde Mehmet Aksoy'un "İşçi ve Çocuğu" isimli heykeli, diğerinde ise Kuzgun Acar'ın "El" heykeli var. El heykeli ile ilgili bir söylence heykelin içinde heykeltraş ve eşinin evlilik yüzüklerinin olduğu  şeklinde, ne derece doğru bilinmez.

Parkın bitiminde belki açıktır da, yine pişi yapmışlardır, kahvaltıyı orada ederiz diye düşündüğümüz mekanın da kapanmış olduğunu görünce aç midemizi tutarak çıkışa yöneldik. Ben görmeyeli daha önce Konyaaltı plajlarının karşısında yer alan Minicity önündeki heykeller parkın Öğretmenevi yönündeki girişine taşınmış. Bir Mizah Sempozyumu (isim konusunda yanılıyor olabilirim) nedeniyle yapılmıştı bu mizahi yönü olan heykeller, buraya taşınmaları çok isabetli olmuş. Zaten Minicity de Beachpark'taki değişim nedeniyle Dokumapark'a nakledildi. 

Sizleri heykel sergisine götürmüş gibi oldum ama diyorum ya parkı da, içinde yer alan her şeyi de özlemişim. 

Sonunda kuzenim yol üstündeki bir esnafa uygun bir kahvaltı mekanı sordu ve verilen tarif üstüne gittiğimiz börekçide serpme börek olmasa da su böreği ve çay eşliğinde kahvaltı edebildik. Kahvaltı esnasında tüylü bir misafirimiz vardı, su böreğine "Hayır" demedi ama poğaçaya burun kıvırdı 😃

Kadife bakışlı kahverengi gözleri bana artık öbür aleme göçmüş çok sevdiğim birini hatırlattı, bir hissikablelvuku yaşadım ama yazmayacağım, bana kalsın, biraz hüzünlendim.

Karnımız doyunca Kalekapısı'na kadar yürüdük, dönüşte bize börekçiyi tarif eden dükkan sahibini görmeden geçmişiz, arkamızdan seslendi: "Açken yol soruyordunuz, tokken selam yok mu?" diye, hem gülüştük, hem mahcup olduk. 

Güneşli ama ayaz, kristal gibi berrak bir sabahı geride bırakıp eve yollandık.

Bugün hava Antalya için mevsim normallerine döndü, geceden hafif serpiştiren yağmur sabah kesilmiş ve aydınlık, güneşli ve ılık bir güne bırakmıştı yerini. Dilerim yılın son haftası böyle geçer. Kalın sağlıcakla...

15 Aralık 2021 Çarşamba

GEZMELER-TOZMALAR / 15 ARALIK

Komşu sayılabilecek bir yakınlıkta oturan arkadaşım aradı dün, bugün için buluşup açık havada vakit geçirmeyi önerdi. Balıklama atladım teklifin üstüne. Lakin gece öyle bir yağmur indirdi ki sanırsın gök delindi, uykumun arasında şakırtıları duydukça "zor gideriz biz yarın" diye düşündüm. Tabii ki burası Antalya idi ve sabah kalktığımda güneş ışıldıyordu. 

Arkadaşım öğlen arabayla beni almaya geldiğinde "Nereye gidelim?" diye sordu. Hep aynı yerlere gitmekten usanmıştık, ikimizin de hala gitmediği ve merak ettiğimiz bir mekanı önerdim: "Zeytinpark". Burası önceleri Vakıf Zeytinliği idi. Sonradan park ve piknik yeri gibi halka açıldı. Söyleyip söyleyip bir türlü fırsat yaratıp gidememiştik, teklifim kabul gördü ve yola düştük. Navigasyon bizi saçma sapan yollara yöneltmek istediyse de güzel şoförüm ona muhtaç olmadan buldu mekanı. Daha kapıdan girerken içimiz açıldı:

İki yanı palmiyeli yoldan ilerleyip arabayı parkettik. Her yer yemyeşildi, sanırsınız bahar gelmiş, dünkü yağmurun da etkisiyle pırıl pırıldı ortalık. Arabadan inince bizi kibar bir bey karşıladı ve çayı yeni demlemiştik diyerek kafeteryaya buyur etti. Lakin pandemi nedeniyle gelen giden azaldığı için yiyecek bir şey yoktu, mecburen yalnızca çaya talim ettik, bir dahakine simit ve peynirimizle geleceğiz. Zaten yürüyüş yapan birkaç kişi dışında bizden başka sadece aşağıdaki ve arkadaşları vardı, biz yiyemesek de onları besledik.


Çayımızı içince yürüyüş yapmak için kalktık. Yüzlerce zeytin var burada, arada tek tük çamlar, çınarlar, başka ağaçlar ve bol bol palmiye.


Bulutlar ve ağaçların arasından görünen Bey Dağları insanda kucaklamak isteği uyandırıyordu.

Çayırlar ve yoncalar bahar gelmişcesine canlıydı, dört yapraklı aradım ama bahtsız bedevi türüne daha yakın olduğum için elbette bulamadım  😁

Gördüğüm her ağaca sarılmak istedim, sanki Green Gable çayırlarında koşan Anne idim (Kitaba fazla kaptırmışım 😊) Anne evlendi bu arada, ben de 5. kitaba geçtim.

Zeytinpark'tan ayrıldığımızda henüz vaktin erken olduğunu görünce epeydir gitmek istediğimiz bir başka yere, eski Dokuma Fabrikası'nın yerinde açılan Dokumapark'taki "Bir Zamanlar Antalya Müzesi"ne uğramaya karar verdik. Müze gerçekten çok güzel olmuş, çok emek verilmiş belli. Antalya ve civarında yetişen ürünler, tarihi, turistik yerler, şehrin meşhur esnafları, arasta çarşısı, folklorik ögeler, sanatsal ve kültürel faaliyetler balmumu heykeller, maketler, minyatürlerle canlandırılmıştı. Aslında daha bol vakitte uzun uzun gezilecek bir mekan olmuş. Çok beğendik.

Terzi Mehmet

Börekçi Tevfik

Meşhur tirmisçi
 

 18'in bağaçaları

Arasta çarşısı
 



 

Antalya'da yetişen tarımsal ürünlerin üretim süreçleri minik maketler aracılığı ile canlandırılmış. Üzüm, pamuk, zeytin, narenciye, sebze-meyve. Çoğunun yerinde yeller esse de...


Ve göçer yörükler
 


 
Altın Portakal Film Festivali ve korteji de unutulmamış. Elhamra Sineması'na tarihim yetmedi. Ben en eski Saray ve Kültür'de kalmıştım.
 
Kırkpınar güreşlerinde başpehlivan olup altın kemer alan Recep Gürbüz de unutulmamış. Yüzündeki terler bile çok sahici idi. 
 
 Ve sürpriz final 😃
Aspendos'ta Teke Yöresi oynayan iki kişi bir yandan oynayıp bir yandan da öğretiyordu. Bu arada siz de oynayarak ekrana yansıyorsunuz. Yalnız benimki biraz "Eller Havaya" modu olmuş. Zaten 40 yıldır bu memleketteyim hala Gaydırıguppak Cemile oynamayı beceremedim.

Sürç-ü lisan ettim ve sizi fotoğrafa boğdumsa affola, zira ben bu günü çok keyifli geçirdim uzun zaman sonra, size de yansıtayım istedim...



13 Aralık 2021 Pazartesi

GÜNE DAİR / 13 ARALIK

Bugün güneş bizimle saklambaç oynuyor, oynasın varsın, onun da eğlenmeye ihtiyacı var elbet. Ben şu satırları yazarken  tüm parlaklığıyla ışınlarını üstümüze gönderiyordu ama kıskanç yağmur durur mu, "rol çaldırtmam" diyerek deli gibi indirdi. Yukarda güneş, aşağıda yağmur, yok teknede hamur, var tarlada çamur. Bir de beklemedeki inşaat çukurunda bol çamur var, hem de en kırmızı cinsinden., terra rossa. Gökkuşağı çıkar diye bekledim ama o çıkamadan güneş kaçtı. 

Bu sabah geç uyandım çünkü yamalı uykumu tamamlamak zorundaydım. Kalkıp çay koydum, çay demini alırken egzersizimi yaptım. Öyküleri dinleyip bitirdiğim için "Nasıl Olunur"a geri döndüm. Nilay Örnek Arif Keskiner'le söyleşmiş geçen hafta, onu açtım. Nam-ı diğer Çiçek Arif'i çok severim, anılarını yazdığı üç kitabı çok keyiflidir. Söyleşide anlatılanların çoğunu o kitaplarda okumuştum ama aradan epey zaman geçtiği için unutmuşum, bir kez de kendi ağzından dinlemek ve hatırlamak güzel oldu, keşke Nilay Örnek sık sık lafını kesmeseydi.

Kahvaltıda kendi yaptığımız dilme zeytinlerin kurdelesini kestim, övünmek gibi olmasın güzel olmuş. Şimdi bu biraz "Alet işler, el övünür" gibi oldu zira yeşil zeytinlerin imalatçısı kocam bey. Sakıncası yok, zira her başarılı erkeğin yanında ne yapacağını söyleyen bir kadın vardır 😃

Kahvaltı sonrası günlük sokak teftişimi yapmak üzere balkona çıktım. Hafiften yağan yağmur eşliğinde kolaçan ettim dört bir yanı. İki gündür karşı apartmandaki tam hizamıza denk gelen dairenin kedisi balkon parmaklığına asılı çiçekliklerin üstünde oturup benim gibi mahalleyi seyran eyliyordu. Açık gri, alacalı tüyleri olan pek güzel bir kedi, bu sefer yan gelmiş yatıyordu, ne yağmur, ne dünya umurunda değildi. Derken çaprazdaki apartmanın penceresinde bir başka kedi çarptı gözüme, camın dibine yerleşmiş seyir halindeydi. Bu kadar kedi beslendiğini bilmiyordum, ya kediler yeni geldi o evlere, ya ben farkında değildim. Derken bir şakırtı oldu gökyüzünde, kafamı kaldırdım, o da ne? Bir grup güvercin bir çatıdan öbür çatıya taklalar atarak uçuyordu, sonra bir ıslık sesi duyuldu ve toplaşıp geldikleri yere geri döndüler. Sanırım arka sokakta bir güvercin terbiyecisi var. Bu şehirde kuş popülasyonunda güvercine çok ender rastlanır, kumrular ve serçeler çoğunluktadır. Birkaç yıldır kargalarla saksağanlar da katıldı nüfusa. İnanın benim ilk geldiğim yıllarda martı bile bulunmazdı, şimdilerde çok yoğun olmasa da onlar da mevcut. Deniz şehrinde martı olmaması ilginç ama martılar kirliliğe mi geliyorlar bilemedim. Bir seferinde parkta, göletten hangisinin tuttuğu belirsiz bir balığın başında martıyla karganın sıkı bir kavgasına denk gelmiştim. Sonunda yenişemediler ve balığı oracıkta bırakıp gittiler.

Kitaplara gelince, bu ayı Yeşilin Kızı Anne ciltlerine ayırıp ergenlik günlerime geri döneceğimi yazmıştım. 4. cilde başladım. Anne lisans eğitimini bitirip Avonlea dışında bir kasabada okul müdürlüğüne başladı ama pek iyi karşılanmadı, bakalım ilerleyen günlerde ne olacak. Bu arada Gilbert ile nişanlandı, Gilbert tıp eğitimi alıyor, bitirene kadar evlilik yok. Kendimi yaz tatilinde, Yenimahalle'deki evde, salonun girişine yerleştirilmiş sahiplendiğim küçük divanda uzanmış, bir yandan bir şeyler tıkınıp bir yandan okur gibi hissediyorum. Sanki birazdan annem gelip, "Yeter tembellik ettiğin, kalk sofrayı kur, baban gelir neredeyse" diyecek. Öfleye püfleye kalkıp aklım Anne'de, balkona tabak çanak taşımaya başlayacağım. Hayali bile güzel. 

Kitapları bir hafta içinde bitirmem gerek. Zira 4 arkadaş kendimize bir oyun kurduk Instagramda, moderatörümüz olan genç arkadaş 30 görev belirledi ve her gün birini yerine getiriyoruz. Bazıları çok zorlu gerçekten. Görevlerden biri de ayın kitabı olarak belirlediğimiz Hakan Günday'ın "Zamir"ini okuyup yorumlamak. Önümüzdeki haftadan itibaren onu okumaya başlayacağım. Anne'in maceraları bitmezse ara vereceğim mecburen.

Bu posta başladığımda öğlendi, neredeyse akşamı buldum kalk-otur derken. Dişe dokunur bir şey de yapmadım. Yazıyı bitireyim artık, sonra da Yeşilçam dizisinin yeni bölümlerinden son kalan ikisini izleyim, o görev de bitsin. 

Size ben Instagramdaki öykü yazma görevini yaparken yardımcı olmak için kendi de daktilo başına oturan Charlie ile veda ediyorum. Güneş eksik olmasın ruhumuzdan...



7 Aralık 2021 Salı

FIRTINA / 7 ARALIK

Sabah kalkıp mutfak kapısının önüne geldiğimde balkona çıkmaya bile cesaret edemedim. Dışarısı veremli bir insan suratı gibi sapsarıydı, ürktüm resmen. Bir yandan yağmur yağıyor, bir yandan da şiddetli bir rüzgar var. Zaten rüzgarın çıkardığı tangırtı, tungurtularla uyandım. Ağaçlar haşmetmeapları fırtınanın önünde yerlere kadar eğilip "Amman avcı vurma beni" türküsünü söylerken, ortalıkta ne kadar çer, çöp, poşet, karton, tahta parçası varsa ahenkle dansediyor. Çöp konteynerleri de tekerleklerinin üstünde sağa sola kalça kırarak dansa iştirak ediyor. Karşımızda açılan ve belediyeden onay bekleyen inşaat çukuruna gelişigüzel atılmış sac levhalar havalanıp havalanıp çöküyor, birinin arabasının tepesine uçmaz umarım. 

Antalya geleneksel kış atraksiyonlarından birini icra etmekte bugün. Evde olduğuma şükrederek okul zamanlarını düşünüyorum. Yağmurdan sırılsıklam, fırtınadan yamulmuş okula ulaşır, daha 10 dakika geçmeden, üstümüz başımız kurumadan "Okullar tatil edildi" haberi gelir, aynı yolu yine ıslanıp yamularak geri dönerdik öğrencilerle birlikte. Onlar ıslansalar da tatilden mutlu çığlıklar atarak, biz de bu durumu önceden saptamayıp tatili geciktiren yöneticilere söylenerek yola düşerdik. Bu memleketin iklimine güvenilir mi, üstümüzü başımızı ancak değişmişken bu defa güneş çıkar, biriken sular gökten gelen mi, yerden emilen mi bir sihir gücüyle aniden yok olur, hayal gördük sanırdık. Artık evdeyiz ve bu havaları çay- kahve içip kitap okuyarak geçiştiriyoruz.

Kitap deyince, L. M. Montgomery'nin "Yeşilin Kızı Anne" serisini okuduğumu yazmıştım, Aralık ayını çocukluk ve ergenlik günlerime tahsis ettiğimi de. İlk kitap bitti. Meğer TV'de 3 sezon izlediğimiz dizi tek kitaptan senaryolaştırılmış. 2. kitap "Avonlea"da "Anne" 17 yaşına giriyor ve yaşadığı kasabada öğretmenliğe başlıyor. İster inanın ister inanmayım büyük bir keyifle okuyorum. İlk kitapta, diziyi de izlediğim için "Anne" adeta karşımda kanlı canlı konuşup duruyordu o çilli suratı ve kızıl saçlarıyla. O kadar kaptırmışım ki kendimi kanepenin yanındaki sehpada duran yeni aldığım yılbaşı çiçeğinden pembe bir çiçek ve bir yaprak pıt diye yere düştü. Yanımda oturan kocam, "Ne o düşen?" diye sordu. "Çiçekle yaprak" dedim. "Allah Allah, yepyeni çiçekten niye düştü ki?" dedi adam. Ben o anda birdenbire "Anne" (tabii sonunda E var :) oluverdim. "Şey" dedim, "bu çiçekle yaprak birbirine aşıkmış ama aileleri birlikte olmalarına, evlenmelerine asla izin vermiyorlarmış, onlar da elele tutuşup uçurumdan aşağı atlamışlar". Kocam suratıma "Fesüphanallah" der gibi baktı ve çözmekte olduğu bulmacasına geri döndü. Ben de kitaptan sirayet eden "Anne"nin hayal gücünden kendimi kurtarmak için kapağını kapattım, şeker patlatayım biraz da aklım başıma gelsin diye tableti elime aldım. 

Aslında dün sabahtan da hava yağmurlu idi, çok sürmedi güneş çıktı, baktım güneşli havanın gideceği yok, bari biriken çamaşırları halledeyim dedim, yıkayıp astım. Sonra içimden yürümek geldi, hazır hava güneşliyken biraz açılsın bacaklarım dedim ve alelusül giyinip maskelenip çıktım. Gözüm deniz tarafını yemedi, sokak aralarından yürümeye başladım. Pek keyifli bir şeyler görmedim haliyle, bir fotoğrafçının önünde kafası fotoğraf makinesi şeklindeki devasa şişme adam eliyle gel gel ederek ısrarla davet etse de daha önce orada çektirdiğim pasaport fotoğrafları aklıma gelince "Aman kalsın" dedim. Arananlar listesinde ilk sıraya oturmam işten değildi o fotoğrafla, bereket sınır kapısında alıkoymadılar 😁 Yaprakları tozlanmış turunçların, çiçek açmış yeni dünyaların, meyveleri yozlaşmış zeytinlerin, gövdeleri insanın giysilerini tırtıklayan, egzotik olmaları dışında bir numaraları olmayan palmiyelerin, devasa benjaminlerin altından yürüdüm de yürüdüm. Niyetim her zaman uğradığım çiçekçime gidip eğer tazeleri gelmişse kokina almaktı, üstgeçide çıktım o yüzden. Hazır çıkmışken şehre bir doğu, bir de batı yönünden bakayım dedim. Kocaman binalar yüzünden pek albenili olmadı ama birer de fotoğraf çektim, şehri özlemişim zira, en sıradan yerini bile:


Eve dönerken elimde kokina değilse de bir demet papatya ve bir de ayçöreği vardı. Sonrası kahve-çörek-çiçek. Kalın sağlıcakla...


4 Aralık 2021 Cumartesi

KASIM KİTAPLARI /4 ARALIK

Bu sabahın egzersiz öyküsü Sibel Eraslan'ın yazıp Gülen Karaman'ın seslendirdiği "Sümbül ile İsmail" idi, öyle güzeldi ki. Bence bu öyküleri dinlemediyseniz zararın neresinden dönerseniz kârdır.

Egzersizi bitirip çayı koydum, balkona çıktım. Kaldırımın yanına panel van tipi beyaz bir araba park etmişti. Orta kapısı açıktı ve oradan üst yanı görünmeyen bir çift kot pantolonlu bacak sallanıyordu. Öyle komik bir görüntüydü ki, izlemekten kendimi alamadım. Lakin neredeyse 5 dakika beklediğim halde belden yukarısını ve kafasını görmem mümkün olmadı şahsın. İçeride ne için eşiniyordu, bu kadar uzun süre ne aradı bilemedim. Bereket pantolon sıkı sıkı beline çekilmişti de şu meşhur karikatürlerdeki tamirci durumu ortaya çıkmadı 😀 Bacakları kendi haline bırakıp girdim içeri kahvaltı hazırlığına başladım. 

Yağmakla yağmamak arasında kararsız bir yağmur, ıslak, gri, pis bir hava var dışarda. İki parti sanal market siparişi ve bir parti kargo kabul ettim. İkinci parti market elemanı çok suratsızdı, ağır taşıdığını fena halde belli eden bir yüz ifadesiyle getirdi poşetleri ve adeta attı kapıdan içeri. Kendisini her zaman verdiğim bahşişin iki misliyle ödüllendirdim salladığı surata teşekkür olarak 😀 Ne yapayım kardeşim bu dizlerle benim taşıyacak halim yok ki, mecburen yardım alıyoruz, bu eleman yeni gelmiş galiba, normalde güler yüzlü tombik bir genç getirirdi siparişleri. Neyse işte üstü kapalı azarımı da alıp cebe koydum ve yerleştirme işlemine giriştim. Artık sabunla, dezenfekte et olaylarını geride bıraktık bereket ama hala biraz bekletiyorum dolaba koymadan, henüz o zinciri kıramadım.

Eskiden uzun uzun kitap tanıtımı yapıyordum ama ameliyattan bu yana bıraktım, kısaca genel bir tanıtımla yetiniyorum bu aralar. Kolumdaki ve omzumdaki sıkıntı hala devam, hayat bu yıl beni kemiklerim ve kaslarımla sınıyor bakalım hayırlısı. Neyse dr çok vahim bir durum görmedi, tedaviyle toparlıyorum hafiften.

Kitaplara gelince, 9 kitapla kapatmışım Kasım ayını, çok sıkmadım kendimi, zira her yıl kendime koyduğum kotayı çoktan geçmiştim. 


Genel olarak "Neden okuyorum ki bunu?" deyip yarısında fırlattığım bir kitap olmadı, "Aman da bayıldım şahaneymiş" dediğim de ama iyi kitaplar çoğunluktaydı. Baştan başlayayım: Leylak Kızlar'ı sırf adında leylak var ve kapağı ve iç sayfasındaki leylak desenleri çok güzel diye aldım itiraf edeyim. Ama kitap ummadığım kadar  güzel çıktı. Biri Polonyalı, biri Alman, biri ABD'li üç kadının ağzından yazılmıştı kitap. İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor. Polonyalı olan toplama kampında buluyor kendisini annesi ve ablasıyla birlikte ve pek çok işkenceye maruz bırakılıyor. Alman olansa aynı kampta doktor, bu işkencelere başta gönülsüz olsa da sonraları pekala dahil oluyor. ABD'li olansa önceleri bilmeden, sonra bilerek onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Esasen sevdim ben kitabı, biraz kalın ama okuması çok rahat.

Beni biraz tanıyorsanız yemek kültürüne olan düşkünlüğümü bilirsiniz. Takuhi Tovmasyan'ın bu kitabını okudum sanıyordum ama atlamışım, çok tatlı bir anlatımla hem evlerindeki yemek kültürünü anlatıyor, hem de tarifler (yapılması zor maalesef) veriyor. Beni gibi bu kültüre meraklıysanız seversiniz.

"Defterler" Kutlukhan Perker'in yıllar içinde defterlerine çizdiği illustrasyonların bir toplamı. Şahane çizimler, ben sevdim.

İlk kez okuduğum bir yazarın kitabıydı "Haydarpaşa'nın Son Memuru", gerçekten severek okudum, tavsiye edebilirim. Sonra aynı yazarın "Kefe" isimli hukuki bir polisiye olan podcastini de aynı keyifle dinledim. 

"Behçet Hoca" şair Behçet Necatigil'i anlatan, Hilmi Yavuz'un kaleme aldığı bir biyografi. Sona doğru biraz akademik olmaya başlıyor, Behçet Hoca'yı tanımak için kızı Ayşe Sarısayın'ın kitabını tercih edin bence.

"Köken"e gelince, sevsem mi, sevmesem mi bilemedim. Aslında çok ilginç bir kitap, dağılan Yugoslavya'dan Almanya'ya göç eden bir ailenin oğlunun köken arayışı. Babaanne ile olan bölümleri çok sevdim, sona doğru ise biraz kafam karıştı açıkcası

"Ölüler Kıraathanesi" çok methini duyduğum, ödül almış, çokca paylaşılan bir kitaptı, haydi okuyayım dedim, aslında fazla methedilen ve ödül alan kitaplara uzak dursam da. Başlarda iyi gidiyordu ama sonlara doğru kendini tekrarladı adeta. Kötü diyemem ama bayıldığımı da söyleyemem.

"Bir Masalda İki Kral Olmaz" sansasyonel bir kitap. Ünlü gazinocular kralı Fahrettin Aslan'ın oğlu Sacit Aslan yazmış ve ne kadar pislik varsa dökmüş ortaya. Neler döndüğünü anlamak açısından ilginç, edebi bir değeri ise yok.

Ve son olarak Sibel Oral'ın kaleme aldığı, Nazım Hikmet'in oğlu Mehmet'i anlattığı "İşitiyor musun Memet?". Zaten biliyordum da, okudukça "Mum dibine ışık vermez" deyip durdum. Dünyayı kurtarmaya soyunan insanların yakınlarından nasıl uzaklaştığını pek çok kere okudum. Yılmaz Güney bunlardan biriydi mesela, kızının kitabını okuduğumda içim yanmıştı, başka örnekler de var şimdi aklıma gelmeyen. Mehmet hepsinden çok yalnız kalmış, annesinin ve dostlarının desteği onu yaşama bağlamış, çok ilginç bir karakter. Sevenleri, yakınları hep iyi bahsediyor ondan. Annesiyle birlikte Türkiye'den kaçırılıp Polonya'da bir otelde babasıyla uzun yıllar sonra karşılaştığında bir kucaklama bile alamıyor ondan, görüşme ise sık sık Vera'nın telefonlarıyla kesiliyor. Ve daha çocuk yaşta, daha babalığını bile anlamadan ölen babasının soğuk cesedini öpmek zorunda bırakılıyor. Dünyaca tanınmış insanlarla birliktelikte beklenti içine girmemek gerekli sanki ve de çocuk yapmamak. Zira en çok onlar mutsuz oluyor. Ben hüzünle okudum ve kapattım kitabı, o duygum hiç geçmedi. Merak ediyorsanız bu kendini yakın çevresi dışında neredeyse gizlemiş adamı okuyun derim. 

Efendim Aralık ayını çocukluğuma ve ergenliğime ayırdım. Birkaç ay önce Koridor Yayınları'nın yayınladığı bez ciltli kitaplardan "Yeşilin Kızı Anne" serisini toplamıştım, hani şu dizisi de olan kızıl saçlı, çilli, geveze kız. 7 ciltlik diziyi bu ay okuyacağım ve çocukluğuma döneceğim bir anlamda. Hep yüksek edebiyat olmaz ya biraz da alçaklara kar yağdıralım değil mi/ Haydi kalın sağlıcakla...


2 Aralık 2021 Perşembe

GÜZ BİTERKEN BAŞLAR / 2 ARALIK

Sabahları adet haline geldi egzersiz esnasında öykü dinlemek. Bugünün öyküsü Reha Maden'in yazdığı, Hakkı Ergök'ün seslendirdiği "Cemile" idi ama asıl dünkü öyküye bayıldım. Şahane bir seslendirme ve çok tatlı bir konusu vardı: "Küçük Bir Diploma Töreni". Spotify bana en çok dinlediğim müzik olarak Göksel Baktagir'in albümünü gösterdi ama yalan söylüyooor 😀 Tamam şahane kanun parçalarına bayılırım ama hiç mi başkasını dinlemedik yahu, ayıptır ayıp 😋

Kaç gündür memleketin her yeri gibi yağmur kıyamet götürdü buraları da, çok şiddetli bir fırtına olmadı ama epey estirdi. O yüzden dışarı çıkma hayallerimi ertelemek zorunda kaldım. O kapalı, nemli, esintili günlerde "Yargı" dizisinin son bölümünü, "The Kominsky Method'un 3. sezonunu, "Beni Çok Sev" filmini ve üstüne cila niyetine abuk subuk bir Christmas yapımını izledim: "Benim Güzel Noel Şatom". "İnanasım gelmeyor" dedim ama başrolda Brooke Shields vardı. Yahu o kadın elini eteğini çekmemiş mi idi bu alemden, ben mi takip etmiyorum, bu durumda ikinci şık doğru sanırsam. Brukcuğumda cami yıkılmıştı ama mihrap yerindeydi Allah için, vücut hala genç kız, lakin suratındaki o eski büyülü havanın yerini sevimsiz, itici bir çehre almıştı. Çirkin diyemem, çarpılırım ama bir şey vardı yani, çözemedim, aşırı estetiksel dokunuşlardan olabilir belki. Bir de sarı herif bulmuşlar Bruk'un karşısına Dük diye, ay valla o da pek sevimsizdi. Filmdeki en güzel şey pek bi kocaman şatoydu ve amanin nasıl da pırıl Noel süsleriyle donatılmıştı. Şöminenin karşısına yayılıp kitabım elimde bir ay rezervasyon yaptırasım geldi. 

Dün hava açtı aslında ama rüzgar devam ediyordu, nazik bedenim incinmesin diye caydım sokağa çıkmaktan, nohut üstünde prensesim zira ben, marulun dikeni elime batar mazallah 😂 oturup Nazım Hikmet'in oğlu Mehmet'in anlatıldığı, Sibel Oral'ın kaleme aldığı "İşitiyor musun Memet?"i okudum. Sinirlendim bir miktar, mum dibine ışık vermiyor işte. Kitap okumanın dışında tembellik ettim, yemek bile yapmadım, zira kolumun ağrısı hala geçmedi, Cuma kontrole gideceğim. Pide siparişi verip karbonhidrata gömdük kendimizi. 

Bugün baktım hava güneşli, rüzgar da durmuş, artık bir yürüyüşü hakettik dedim. Bizim mutfak balkonuna kışın zemherisinde çıksan hava güzelmiş intibaını alırsın, oraya güvenemeyip salon balkonunu denedim ve bir ceket eşliğinde vurdum kendimi yollara. Öyle tuhaf bir hava vardı ki güneşte pişerken bir ağaç gölgesine geçiverdin mi üşüyorsun. Eve yakın parka attık önce kendimizi, sonra da falezler üstünde sahil boyu park bitimine kadar yürüdük. Epeydir çıkmadığım için hamlamış vücut, yorulmadım desem yalan olur. Dönüşte müzeye uğradık bahçesinde oturmak için ama öyle bir kalabalık vardı ki girmekten cayıp eve çevirdik yönümüzü. Niyetim kokina almaktı ama kokinalar şimdiden sararıp boynunu bükmüş, caydım. Nasılsa yenileri gelir, daha erken. Şimdi sizi de yürüyüşüme dahil etmek istiyorum, yorulduğunuzda haber verin lütfen 😊

Falezlerden şehre bakış

Parkın delice zeytinleri

Parkın kuytu köşeleri var, ağaç minesi çalılarının arasından, delice zeytinlerin arasından geçip merdivenlerle inilen, denize daha yakın. Çok seviyorum o kuytuları.

Sonra böyle bir manzara seriliyor gözlerinizin önüne



Güneşi görünce bazıları uykuya dalmış


Ah benim Beydağlarım 💓


Bütün çiçekler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği zambağa verdiler


"Gül diye kokla güz dalgınlıklarını"
Ahmet Telli


Kalay eritip dökmüşler denize


Tesbih ağacıyla "Ya sabır!" çekerek bitireyim bu yazıyı
Kalın sağlıcakla...