Cengiz Sokak No: 69'da bir yılı doldurmuştuk ki bir sabah annemin çocukluk arkadaşı telaşla geldi. Anneannemin oturduğu sitenin bir başka bloğunda-kendisi de orada oturuyordu-bir dairenin boşaldığını, hemen gidersek ev sahibini yakalayacağımızı söyledi. Acil babam arandı ve 17 yaşıma kadar oturacağım, beni büyüten, hayatımın en renkli günlerini geçireceğim eve bakmaya gidildi.
İlk defa gördüğümüz ve son olduğunu henüz bilmediğimiz ev sahibinin yüzündeki gurur ifadesine hiç uymuyordu dairenin hali, adeta bir meydan muharebesinden artakalmıştı. Yerler çöp içinde, duvarlar leş gibi, camlar çatlamış ama ev sahibi hiç oralı olmadan evini övüp duruyordu. Hatta bir ara başını kaldırıp salonun tavanından sarkan tek kolu kırık, şakülü kaymış, kapkara olmuş, ampulü patlak avizeyi göstererek "Avizemiz de var, kontrata yazalım" demişti. Tam o sırada içeriye giren başındaki tülbentle uyumlu ak-pak yüzünde gözleri kara bir boncuk gibi parlayan, yaşlıca kadın "Sen buna avize mi diyorsun?" diyerek gülüverdi. Ardından da çıkan kiracıların pisliğinden, gürültüsünden, kalabalığından söz etmeye başladı. Ne dereceye kadar doğruydu bilmem ama en çok tuhafıma gidense evin kalabalığından tuvalet sırası gelmediği için idrarlarını şişeye yapıp balkondan aşağı fırlattıklarını söylemesiydi. Evin savaş sonrası haline şaşmamak gerekiyordu galiba. Oğlu askerde olduğu için bütün apartmanın "Asker Anası" diye seslendiği Müyesser Teyze ile ilk karşılaşmamız bu vesileyle olmuştu. "Sen iyi bir adama benziyorsun, tut bu evi, komşu olalım" diyerek babamı yüreklendirdi ve 10 yıl sürecek Seylap Sitesi C Blok maceramız böylece başladı.
Ne zaman, nasıl taşındık tamamen silinmiş, sanki Cengiz Sokak'tan eşyalarla uçup bu eve konmuştuk. Çok geniş olmasa da öncekinden daha kullanışlı ve büyük, üstelik anneanneme de komşu olduğumuz için annem memnundu. Kırmızı koltuklarını bu kez evin en büyük odasına yerleştirip kapısını kapatmıştı, haliyle kapatacaktı misafir odasıydı orası 😃 Salon aydınlık ve o zamanki görüşümüze göre büyüktü, oysa genişçe bir odadan halliceydi ama sanırım benim çocukluğumda insanlar daha kanaatkardı, azla yetinmeyi biliyorlardı. Karşılıklı yerleştirilmiş iki somya (üzerleri halı örtülü, adetti o yıllarda), bir yemek masası, evladiyelik tahta koltuklarımız ve anneannemin evinden ayrılırken komşu Ağavni Tantik'in anneme hediye ettiği iki kişilik bir başka somya ile döşenmişti ev. O somya, ki aile arasındaki adı küçük divandı, bir nevi bana oda vazifesi görüyordu. Kitaplarımı orada okuyor, bebeklerimle orada oynuyor, öğle uykularımı orada uyuyor, tüm hayallerimi orada kuruyordum. Annemin gençliğinde ördüğü, rengarenk üçgen parçalardan oluşan bir yastık kıymetlimdi. "Hanım dilendi, bey beğendi" derdi annem yastığın modeline 😀Somyanın baş köşesinde durur, kimi zaman oyunlarımda görev alırdı. Tek çocuk olmanın getirdiği aşırı bir hayal gücüm vardı, elime aldığım her obje ile oyun kurabiliyordum.
Henüz ne tüp gazlı ocağımız, ne de buz dolabımız vardı. Küçük bir teldolap mutfağın köşesinde duruyor, Cengiz Sokak'tan bizimle gelen gaz ocağı ise delikleri tıkandıkça annemi isyan ettiriyordu ki babam bir gün üç gözlü bir ocakla geldi. Gaz ocağı emekliye ayrıldı, Mobil Gaz ile anlaşıldı, yeni tanışmanın şerefine verilen ve tüpçünün uğrayacağı günleri belirten tombul bir tüp şeklindeki takvim mutfağa asıldı, annem gaz ocağı pompalamaktan kurtuldu. Şimdi sıra buzdolabında idi.
Komşularla hemen kaynaşılmış, samimiyet artmıştı. Şefika Abla annemin kankası olma yolunda hızla ilerliyor, Müyesser Teyze babamın manevi anası pozisyonuna geçiyor, bitişiğimizde oturan Gümrükçü Amca (ya da komşular arasındaki adıyla Cümbüşçü Amca) akşamları toplanılan ev gezmelerinde bizi cümbüşüyle neşelendiriyor, en köşedeki İstanbullu genç ailenin 1,5 yaşındaki oğulları Cem ise benim her anımı güzelleştiriyordu.
Sonra o büyük gün geldi, apartman bahçesine giren kamyonet küçük boy bir buzdolabını bize getiriyordu, elbette ki Arçelik 😃 Mutfak o kadar dardı ki kıymetli buzdolabımızı yatak odasının girişine koymak zorunda kaldık. Bir süre sonra geçişi zorlaştırdığı için salona, benim küçük divanın tam dibine konuşlanacaktı. Böylece buzdolabı ile komşu olacaktık. Dolap geldiği gün törenle fişi takıldı, ışığı yandı ve çalışmaya başladı. Anneannem pembe iç duvarına bakıp, "Kurban olurum, pembiş pembiş, nasıl da güzel" diye methiyeler düzüyor, annemin gözleri kırmızı koltukları aldığındaki kadar olmasa da ışıldıyordu. Akşamına Cümbüşçü Amca geldi ve babama çıkıştı: "Dolabı aldın da iyi mi ettin, başıma iş çıkardın" dedi ve gitti. Bir şey anlamadık, gizem ertesi gün aydınlandı. Bahçeye yanaşan bir başka kamyonet bizimkinden bir boy daha büyük bir buzdolabını Cümbüşçü Amcalara getirmişti. Bundan sonra bizim eve alınan her eşyanın bir boy büyüğü ve daha gösterişlisi Cümbüşçü Amcalara alınacaktı. Dolap kurulup çalışmaya başladığının ertesi günü amcamız uzun bacaklarının geniş adımlarıyla açık duran sokak kapısından girip destursuz yatak odasına dalmış, hayretle bakan gözlerimizin önünde buzdolabının önce kapağını, sonra buzluğunu açarken "İyi dolap kar yaparmış, sizinki yapıyor mu?" demişti. Buzluktaki karları görünce fena halde bozulmuş, "Güle güle kullanın" deyip geldiği gibi gitmişti.
İçi pembiş minyon dolabımız hem bize, hem de bloktaki komşularımıza uzun yıllar hizmet verdi. Elinde kabıyla gelene buz, sürahiyle gelene soğuk su verdik, kıymasını, etini getirenin malzemesini buzluğa koyduk ta ki apartmanın tüm daireleri buzdolabı ile donanana kadar. Ne güzel komşuluklardı o zamanın komşulukları...
Taşındıktan iki yıl sonra Cem ve ben, evin arka balkonunda. Oğlum, yiğenim ve torunum dışında tutkuyla sevdiğim tek çocuk. Keşke bir yerlerde izini bulabilsem...