Her şey artık iyice eskiyen ve içine tek bir ilave parça bile almamakta direnen giysi dolabını yenileme fikriyle başladı, sonra fikir genişledi, odadaki diğer eşyaları da kapsadı ve tavsiye edilen bir ustayla pazarlığa oturuldu. Çekişmeli bir pazarlık oldu, hem fiyat hem de dolabın görüntüsü açısından. Usta klasikçiydi, ben daha modern bir tarz istedim. Usta sürgülü kapak dedi, bu defa ben klasik oldum, normal kapakta direndim. Usta benim her dediğime itiraz etti, ben ustanın her dediğine itiraz ettim, sonunda ikimiz de yorulduk ve asgari müşterekte mutabakata vardık. Ölçüleri aldı ve "yılbaşından önce teslim edemem ha" diyerek gitti. Ah o arada geçen 1 aylık sakin günler ne güzelmiş :)
Sonra tam yılbaşı günü telefon edip, "dolaplar bitti montaja geleyim mi?" diye sordu. Bir zamanlama harikasıydı, haliyle reddettim. Yılbaşından 2 gün sonra telefon edip çağırdığımızda da o bizi reddetti ve sonunda dün 1 usta, 1 kalfa, 1 taşıma yardımcısı, bir dolu demonte parça, çekiç, çivi, matkap vs donanımıyla "home sweet home"a çıkarma yaptılar. O andan itibaren ev "home sweet home" olmaktan çıkıp "home kaos home"a dönüştü. "Yatak odasının eşyasını değiştirmek=taşınmakla eşdeğer olmak" imiş anladım, an itibarıyla da anlamaya devam ediyorum. Dolap, çekmece, raf niyetine sığınacak ne kadar mekan varsa içindeki her türlü nesne salona taşındı, tabii ki tarafımdan. Salonun eşyaları şu anda görünmez durumda, üzerleri giysiden örtülerle kaplanmış durumda, dalgalı bir deniz gibi. Bu taşınma seferberliği esnasında müthiş nostaljik ve duygu dolu anlar yaşadım. Milattan önceden kalmış bazı giysiler ortaya çıktı, örneğin nişanlığım. Henüz etiketi koparılmamış ve ne zaman aldığımı hatırlamadığım bazı "Unidentified Flying Object"ler buldum, sevindim. 36 bedenle 46 beden arasında değişen giysiler zaman içerisinde enlemesine geçirdiğim metamorfozun açık işaretleri olarak dehşete düşürdü. 10 yıldır bir kere bile üstüme geçirmediğim giysileri görüp hala saklamaya devam ettiğim için kendimden nefret ettim. Rengini, desenini ve hatta kimin tarafından hediye edildiğini unuttuğum ambalajı açılmamış havlu, çarşaf ve benzeri mefruşat eşyasının bolluğu bir daha benzeri şeylere uzun süre para vermeyeceğim gerçeğiyle mutlu etti. Taa çeyizimden kalma el emeği dantelli-neredeyse hiç kullanılmamış-yatak takımlarına bakıp annemi andım, hafiften sulandım. Bazı desenler Denizli'ye götürdü, bir köşede sıkışmış bulduğum yastık kılıfıysa ilk gençliğime. Neyse bu duygu şelalesi akmaya devam etsin ustamız ayağındaki koca postalları çıkarmaya gerek görmeksizin-neyse ki halıları toplamıştım-odayı teftiş etti. O esnada duvardaki çerçeveli nikah fotoğrafımızı görüp inceledi, kocamı çok yakışıklı buldu, beni de hatırım kalmasın diye bir dizide oynayan adını hatırlayamadığı oyuncuya benzetti. "Hangi dizi?" diye sordum, "Huzur Sokağı" dedi, "Ben dizi izlemiyorum, bilemedim" deyince de "Bilgisayarın başında oturacağına dizi seyret hocam" dedi. Hah, bilgisayar yüzünden bir ustadan azar işitmediğim kalmıştı, o da oldu şükür. Bir an babam geldi sandım ama en azından o bilgisayara alternatif olarak dizi önermezdi. Merak ettim gidip internetten baktım, sözkonusu oyuncu Selin Demiratar'mış. Eh, fena bir benzetme olmamış ama bu benzetme iltifat olarak mı, yoksa "İşte geldin gidiyorsun uzak bir diyara/Eskiden turp gibiydin şimdi döndün hıyara" dizelerine atfen mi yapıldı çözemedim, fazla da karıştırmadım :)
Usta yardımcısına ve bize uzun uzun talimat verdikten sonra ağrıyan ayağını göstermek üzere hastaneye gitti, ardından sancılı bir montaj süreci başladı. Kaç kere elektrik süpürgesi kullandım, kaç kere yerleri sildim, kaç kere getir-götür yaptım bilemiyorum. Sonunda montaj işlerinin büyük kısmı bitti, usta elinde sipariş ettiğim bir çerçeveye takılmak üzere minik askılarla "bak ne güzel birşey buldum" diyerek geldi, askılar da yerine monte edildi. Kendisinin perdeleri değiştirip jaluzi takmamız, badana yaptırmamız, avizeyi değiştirmemiz yolundaki önerilerine "hehe" deyip yolcu ettikten sonra derin bir nefes alıp ilk bulduğum yere yığıldım. "Bugünün işini yarına bırak" felsefesini benimseyerek akşamı dinlenerek geçirdim. Şu anda bir salon dolusu giysi ve benzeri çul-çaput elden geçirilip ayıklanmak ve elde kalanları dolaplara yerleştirilmek üzere dört gözle beni bekliyor. Hayli uzun bu yazıyı okurken yoruldunuz biliyorum ama benim kadar yorulmamışsınızdır yine de. Size güzel bir gün diliyor ve kumaştan yapılmış bir denizde kulaç atmak üzere aranızdan ayrılıyorum...