Efendim, bugün 4 aylık Ankara macerasının ardından sonunda Antalya'ya, evime kavuştum. Çok özlemişim, Antalya da beni özlemiş olacak ki kraliçelere layık bir törenle karşılandım. Önce elinde portakal tutan altından kız,
Sonra Türkan Şoray ve Belediye Başkanı
Ve sonra olarak da davul ekibi
bana hoşgeldin demeye gelmişler. Aman nasıl memnun ve mütehassis oldum, nasıl duygulandım, nassıl goksüm gururla doldu, nassıl koltuklarım kabardı anlatamam. Oturdum kaldırımın kenarına zırıl zırıl ağladım, "Hiç gerek yoktu değerli okurlarım, beni blogdan takip etmeniz yeterdi" dedim, "Sen de kimsin?" dediler. Çaktırmadan sıvıştım:)
Beni asıl karşılayanlara gelirsek; dün gece saat 01.00'de yatıp delikli bir uykuyla 03.00'de uyanıp bir saat sonra yola düşünce doğal olarak yine sütçü beygiri modunda tamamladım yolculuğu. Hatırladığım yegane şey sabahın köründe İkbal'de yediğim karışık tost ve duble çaydı. Gerisi uykuyla uyanıklık arası bir tuhaf durumda geçti. Bu kadar erken yola çıkınca öğle olmadan vardık evimize. Eve girip balkona çıkınca tahmin ettiğiniz şeyi gördük, bir numaralı karşılayıcılarımız yavru kuşları. Biz gelene kadar epey yol almışlar. Gitmeden önce yuva yapmamaları için bütün tedbirleri almıştım oysa, saksıları ters çevirmiş, tüm çukur yüzeyleri ortadan kaldırmıştım ama bu sefer suit oda kiralamışlar kendilerine uyanıklar. Patates-soğan koyduğum çekmeceli dolabın çatı katına sermişler postu. Post ki ne post, kuş gübresinden mütevellit kalın bir halı. Ne desem boş, sadece "Hoşgeldiniz bebekler, bir siz eksiktiniz" diyebildim. Sonra Dedem Korkut geldi, boy boyladı soy soyladı, bebeklere isim koydu. Tam Film Festivali zamanı doğdukları için birinin adını "Türkan", birinin adını "Cüneyt" koydu ve "sıcakmış bu iller ben kımız içip serinlemeye gidiyorum" deyip vedalaştı.
Buyrun, Cüneyt'le Türkan, gübreleri mozaiklenmiş olarak huzurunuzda. Bir an önce uçsalar da temizlesem enkazlarını.
Neyse efendim Cüneyt'le Türkan en azından balkonda, oysa bir diğer karşılayıcım mutfağı mekan tutmuş yokluğumda; bir adet kertenkele ki biz ona aile arasında Süleyman diyoruz. Sıcak yaz günlerinde ara sıra balkon ya da mutfak duvarında görür ses çıkarmazdık ama biz yokken gel de mutfağımıza pansiyoner ol dememiştik yani. Arkadaş babasının evi gibi kullanmış evimi, her yere imzasını atmış. Ben, zavallı Leylak o yol yorgunluğuyla önce kuşların gübrelediği iki koca balkonu temizleyip ardından mutfak sterilizasyonuna giriştim doğal olarak. Çamaşır suları ellerimi hamura çevirdi, ne kadar kap kacak vardı bulaşık makinesinden geçti. Buzdolabı kırklandı. Bu arada elektrik bağlantısını kestiğimiz için ev telefonunun hattı kopmuş, arıza bildirimi yaptık falan filan derken ikindiyi bulduk. Yeteri kadar çalıştığıma kanaat getirince hemen Festival mıntıkasına attım kendimi, niyetim önceden belirlediğim filmlere bilet almaktı. İlk sinemada sorunsuz aldım istediğim seans ve filmlere lakin AKM'de yani ulusal yarışmanın yapıldığı merkezde biletlerin çoğu tükenmiş, kaldık iyot gibi açıkta. Öğretmen olmanın avantajını burada gördüm, alamadığım biletlerin üstüne soğuk su yerine kahve içmek için oturduğum cafede rastladığım öğrencim bir davetiye verdi bana, böylece en çok görmek istediğim "Küf" filmine girebilme şansını yakaladım. Gerisini de o kadar önemsemedim, gidip o seanslara başka filmler için bilet aldım. Şimdi 15 biletim var ve start almak için yarını bekliyorum.
Günün raporu budur sevgili dostlar, şimdi izninizle ben gidip yorgunluktan bayılayım...