Turgut Uyar, "Eylül toparlandı gitti işte/Ekim filan da gider bu gidişle" demiş ya "Acıyor" isimli şiirinde. Mayıs da toparlandı, gece yarısı gider. O da bazı arkadaşları gibi pek gönüllü değil aslında gitmeye, 31. günü de eda edeyim, öyle gideyim der baştan beri. İçlerinde en acelecileri Şubat, bir bakarsın var, bir bakarsın yok. "İki şekerli bir sade, hadi bana müsaade" der kaçar. Giden aslında ömrümüz, aylar falan milyonlarca yıldır oldukları yerde duruyor, isim koymaya pek meraklı olduğumuzdan süslemişiz işte takvim yapıp. Mayıs güzel isim aslında, yağmur ve bereketle ilişkilendiren bir Yunan tanrıçasından almış adını ama bir de sesteşi var ki, o kokuyor, pek sevimli bir şey değil. Baş harfini küçük yazarsak oluyor size inek pisliği, eh işinize gelirse, dilimiz böyle 😀 İşte size ikide bir, tanrıçadan inek pisliğine, hayatın şakaları.
Uzun zamandır sabahları 6.30 ile 7.00 arası uyanıyorum. 7'de almam gereken bir ilaç var, o nedenle beynimi örgütlemiş olabilirim ama esasen bu erken uyanmalar yaşlanma, haydi daha az incitici yazayım, yaş alma belirtilerinin başında geliyor. Zamanında biz yatakta uyumalara doyamazken anneannem sabahın alacasında tepemize dikilir, "Kalkın uşaaak, aş da sabahın, iş de sabahın" diyerek uyandırırdı. Aşı da, işi de sabahın köründe yapanlardan değilim ama illa uyanılıyor işte erkenden. Gelgelelim bu sabah 7 civarında otomatik olarak aralanın göz kapaklarımdan beynime "İlacını iç" komutu gitti gitmesine de kendime gelip ilaca ve suya uzanmam 15 dakikamı aldı. Sonrası yine baygınlık gibi bir uyku. Ara ara iç sıkıntısıyla uyanıp tekrar sızdım. Yataktan çıkacak mecali bulduğumda saat 10'du ve bu uzun süredir benim açımdan görülmüş bir şey değildi. Yorgunluğumu hala atamamış olmanın yanı sıra sağ olsun güzel ülkemiz bizi her gün yormaya devam ediyor. Belki de uykuda kalmak uyanıkken şahit olunacaklardan bir nevi kaçıştır. Tek derdimin annemin Hepatit C taşıyıcılığı ve oğlumun üniversite sınavı olduğu, evde, arabada, her yerde son ses Sezen Aksu şarkıları dinlediğimiz günleri nasıl özlemle anıyorum. Artık o şarkıların da eski tadı yok, yenilerin çok azını tanıyorum ve çok az şarkı bana hitap ediyor, eskiler de bir bir göçüyor ne yazık.
Neyse bu kadar mızıltı yeter. Dün akşam CSO Ada'da sezonun son konserini dinledik, şahaneydi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası "Sirba Orkestrası"na eşlik etti. 2003 yılında kurulan orkestra çeşitli milletlerden elemanların bir araya gelmesiyle oluşmuş 9 kişilik bir grup. Klasik Batı Müziği ile Doğu Avrupa Halk Müziği'ni bir araya getirmeyi amaçlamış, pek de güzel etmiş. Cemi'i Can Deliorman'ın yönettiği konser çok coşkulu, Sirba Orkestrası'nın elemanları ise çok neşeli ve hareketli idi.
Fotoğraftaki balalayka sanatçısı Alexei Birioukov, çok sempatik biriydi, çok da ilginç bir çalış tarzı vardı, arada bir balalaykasını "Hoppaa!" diyerek havaya atıp tutuyordu 😊
Gecenin bir bölümünde konsere küçük bir ara verildi ve CSO'nun 46 yıllık klarinet-saksafon sanatçısı Fethi Günçer'in emekliliği nedeniyle ufak bir veda konuşması ile veda dinletisi yapıldı. Sanatçı emeklilik hayatına ayakta alkışlanarak uğurlandı. Her müzisyenin arzu ettiği bir veda olsa gerek.
Birkaç yıl önce yeni binasında hizmete giren, uzay üssü ile arı kovanı arasında bir görünüm taşıyan CSO Ada'mızın gündüz ve gece görüntülerini de paylaşarak İkide Bir'in üçüncü yazısına veda edeyim: