Bir cumartesi gününe bir sürü iş sığdırmış olarak karşınızdayım sevgili takipçilerim. Esasen bunların hiçbirini yapmasam da olurdu ama anamın zamanında şiddetle karşı çıktığım bazı faaliyetleri ne yazık ki genlerime işlemiş, ruhumun tüm protestolarını beynim dinlemiyor. Annem bayram öncesi hafta gelince çıldırma modunda temizliğe sarardı. Sadece yapmakla kalsa iyi, yapacağı her şeyi öncesinde defalarca yineleyerek beynini motive eder, daha işe başlamadan yorulurdu. "Perdeler yıkanacak, perdeler yıkanacak, perdeler yıkanacak", "mutfak temizlenecek, mutfak temizlenecek, mutfak temizlenecek", "camlar silinecek, camlar silinecek, camlar silinecek", bu liste böylece uzar giderdi. "Anne bunları söyleyip duracağına yapsan daha az yorulursun" dediğimdeyse tembellikle, hazır yiyicilikle suçlanır, payıma düşen işleri yaptığımda azıcık şikayetlensem "Gördüğün banaysa öğrendiğin sana" annesel kalıbıyla cevabımı alırdım. Sanırsın üst düzey kalifiye eğitim alıyorum. Alt tarafı ev süpürüp toz almak, nesi öğrenilecek ki bunun, 3 yaşındaki çocuk bile birazcık gayretle yapar. Hele biraz üstünkörü yapayım verilen görevi, "okşama" diye söylenirdi, pataklamam istenirdi mobilyaları, camları, halıları. Annemin en sevdiği temizlik aleti elektrik süpürgesi idi, defalarca süprülmüş halıları temizlik sona erdiğinde perdah niyetine bir kere daha süpürür, babamın sabrının sınırlarını zorlar, geleneksel Arife Günü Kavgası patlak verirdi.
Bizim eve en geç giren temizlik aleti elektrik süpürgesi olduğu için mi acaba annem bunca düşkündü halı temizlemeye yarayan robot benzeri bu garip şeye. Onca yıllık hasretin sonunda erdiği vuslatın tadını çıkarıyordu sanırım. Çok önceleri, ben daha ilkokulun ilk sınıflarındayken, elektrik süpürgesiz günlerimizde ot süpürgemizin yeterince temizlemediğine kanaat getirilen özel günlerde-ki karlı havalarda annem bir miktar karı taban halısının üstüne serper, sonra ot süpürgeyle süpürürdü, karla karışık süpürge otunun ferah kokusu hala burnumdadır-babamın hemşerisi, aynı zamanda da ilkokul arkadaşı olan ve bir üst sokağımızda oturan Ayşe Teyzeler'in elektrik süpürgesi bize misafirliğe gelirdi. Şu uzun sapında torbası takılı olanlardan, hani reklamı vardı: "Ho ho ho Hoover, süpürür döver, her yeri temizleyen, Hoover, Hoover, Hoover". Hoover Hanım sahibiyle birlikte gelir, Ayşe teyze kahvesini içerken, uzun boyuyla bir kenarda sessizce bekler, Ayşe Teyze'nin tembihleri bitince de göreve başlardı: "Yerde iğne falan olmasın ha, torbayı deler Allah korusun, sonra torba bulmak mesele, bulsan da pahalı". Annem hemen emektar ot süpürgeyi çıkarır, önce bir güzel süpürür, sonra Hoover Hanım'ın maharetli ellerine teslim ederdi göbekli kırmızı halımızı. Görev sona erince becerikli kızımız sarılıp sarmalanır, Ayşe Teyze annem tarafından "Allah razı olsun kız Ayşe, içim hiç rahat etmiyordu, sayende temizlendi halı" sözleriyle uğurlanır, babam süpürgeyi kucaklar, Ayşe Teyze'yi ilkokul günlerini ve memleketlerini yad ederek evine bırakırdı.
Çok sonra envai çeşidinin evimize dahil olduğu elektrik süpürgelerinin ilki şu aşağıdaki oldu, her kullanışta ayağımı çarptığım ya da mobilyalara tosladığım, ağır mı ağır Siemens, kullanmalara doyamamış olacağım ki çeyizime de bir tane konmuştu, uzun süre yarenlik ettik yani kendisiyle.
Annemin bir hafta önce başlayıp arife günü doruğa çıkardığı temizlik faaliyetleri yüzünden bayramları hiç sevemedim, hala de sevmem. Ev resmen kalkıp otururdu günlerce, annemin suratından düşen bin parça, ben peşinde yancı koşturup dururduk. Akşam yemekleri geçiştirilir, annem sürekli yorgunluktan şikayet eder, babam kıyametleri koparır, ev temizliğinin çoğunluk erkekler gibi gökten inen melekler tarafından yapıldığını düşündüğü için önünde cereyan eden faaliyete tahammül edemez, tartışmaların dozu günden güne artarak sonunda Arife Günü Meydan Savaşı'na dönüşürdü. Kavgalı, küsmeli, bağrışmalı temizlik geceyarısına yakın nihayete erer, annem iki saat önce açtığı elektrik süpürgesini, bir kez daha açmaya niyetlenirken babamın şimşek saçan bakışlarıyla karşılaşıp askere giden yavuklusunu uğurlar gibi hüzünle süpürgeyi yerine kaldırır, bu defa çamaşır derdine düşerdi. Bize bayram ziyaretine gelen misafirler banyoya girip kirli sepetini kontrol ettiği için (!) üç-beş parça da olsa çamaşırlar yıkanıp asılmadan temizlik bitmiş sayılmazdı. Son mandalı takan annem bu defa termosifondaki su soğumadan hepimizi yıkanmaya davet eder, "Ben daha yeni banyo yapmıştım" diye itiraz ettiğimizde de "Arife suyuyla yıkanan büyür" diye zorla sokardı banyo kapısından. Eğer arifelerde yıkanmasaydım sanırım cüce olarak kalırdım, şükür bu günüme 😃
Bunca badirenin üzerimde bıraktığı baskıyla bayramda gelen-giden olmayacağı, bir yere gitmeyeceğimiz, çoluk çocuk uzakta olduğu halde anneminki kadar olmasa da kendime bir bayram öncesi yorgunluğu hediye ettim bugün. Ama dikkatinizi çekerim arifeye bırakmadım 😃 Sabahın 6'sında hortlayıp daha fazla büyümek istemediğim için arifeye bırakmadan kendimi banyoya attım. Sonra da "Başka Sinema Online"dan satın aldığım beş filmin ilkini izlemek için ekran başına konuşlandım. Ee bizde temizlik böyle, eğlence soslu. "Yol Ayrımı" isimli bir Fransız filmi idi, severek izledim. Sarı yeleklilerin gösterileri esnasında bir acil servisde eksik personelle yaşanan kargaşayı konu alan hem eğlenceli, hem düşündürücü bir filmdi. Film bitince makineye çamaşır attım ve annemi anarak elektrik süpürgesini çalıştırdım, sadece annemi değil Ayşe Teyze'yi de andım. Havalar ısındığı için elektrik sobalarını yerine kaldırdım, yıkanan çamaşırları astım. Toz alma eylemini de bitirip dinlenmeye geçtim ve MUBİ'de, yönetmen Serhat Karaaslan'ın Sundance Film Festivali'nde ödül alan kısa filmi "Suçlular"ı izledim, tavsiye ederim. Filmi bitirip sona bıraktığım kitaplığın tozlarını aldım ve mutfağa geçtim. Domatesli, biberli meyhane pilavı pişirdim, kuruttuğum naneleri ovaladım, köfteleri buzluktan çıkardım. Kuruyan çamaşırları katlayıp kaldırdım ve "Eee, bu kadar yeter" diyerek kitabımı elime aldım. 50 sayfası kalmıştı, okuyup bitirdim ve hiç beğenmedim, siz de okumayın: "Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi". Ve ardından okumakta olduğunuz yazıyı yazdım. Bu kadar uzun yazıyı bitirirken sabrınızın karşılığı olarak kardeşimin ta Ankaralardan yolladığı leylak fotoğraflarıyla içinizi açayım: