.

.
.

27 Nisan 2024 Cumartesi

GELDİM BEN, ÖZLEDİNİZ Mİ :) / 27 NİSAN

Bloga girip bir baktım ki bir de ne göreyim, tam 15 gündür tek satır yazmamışım. Bu ne aymazlık bre Leylak! Küstüreceksin blogunu, kapatacak kapılarını sana. Kendisinden özür dileyerek mazeretimi şuracığa bırakayım da beni affetsin. 

Öncelikle geçen haftam çok yoğun geçti, çünkü çocuklarım ve de kardeşim geldi Ankara'dan, haliyle evde bir bayram havası ve de bayram curcunası. Ne bloga bakabildim, ne tek satır kitap okuyabildim, ne kimseleri arayabildim. Ön hazırlıklar, gezmeler, tozmalar derken rüzgar misali geldi geçti, yolculadık. Bunun yanısıra Kocam Bey'in ve benim gözlerime değen bir kem göz mü vardır nedir, çocukların gelmesine yakın bir de sağ gözüm arıza çıkardı. Bir gün öylesine otururken gözümde saçma sapan ışıklar çakıp uçuşmalar başladı. Elimle sinek kovar gibi yapıyorum gitmiyor, ovuşturuyorum gitmiyor, anladım ki bir terslik var. Üstüne üstlük görüşümü de bulandırmaya başladı. Gözümün önünde Arapça harfler elele tutuşmuş halay çekiyormuş gibi bir görüntü. 2-3 gün geçer ya da hafifler diye beklesem de değişiklik olmayınca kuzu kuzu soluğu doktorda aldım. Damlalandım, tomografisi çekildi, muayenesi yapıldı, korkutucu değilse de rahatsız edici bir sonuç çıktı ortaya. Tıbbi terimlerini bilemeyeceğim tabii ama gözde yumurta akı benzeri bir sıvı varmış ve bazen kuruyup ayrılabiliyor ve göz önünde o parçacıklar uçuşabiliyormuş. Bende uzun zamandır göz kuruluğu vardı, o da etkenlerden biriymiş. Çözüm mü? Yok maalesef, ancak şöyle imiş, bir süre sonra beyin bu olaya kendini alıştırıyor ve fark etmemeye başlanıyormuş, o parçacıklar da zaman içinde görme alanından çekiliyormuş. Sabırla bekliyoruz bakalım, ne zaman davetsiz misafirliklerini sona erdirecekler. Benim gibi kitapla, bilgisayarla, yazıp çizmeyle yaşayan biri için hayli şanssız bir durum ama en azından tehlike arz etmiyor. Doktora gidene kadar kornea yırtığından korkmadım desem yalan olur. 

Kardeşim ve çocuklar iki koca demet leylakla geldiler, bendeki sevinci tahmin edersiniz, ev bir süre mis gibi Umut ve leylak koktu, her ikisiyle de hasret giderdim:

Sonra da koştura koştura gezdik, kısacık zamanda ne kadar gezilebilirse. İlk önce Umut Bey'in arzusuyla Falez Park'a gidildi, zira oradaki su kaskatlarını ve havuzları görmesi lazımmış 😊 Bu yıl bahar acele edince normalde bu aralar açması gereken çiçekler çoktan solmuş, ağaçlar yapraklanmıştı ama parkta bol bol sarı papatya vardı:

Ve tabii ki Müze'ye uğramayı da ihmal etmedik, heykellerin olmayan başlarının kedilerle tamamlandığı Müze'mize 😊

23 Nisan kardeşimin doğum günüydü, yemeğe gittik, o sırada Türk Yıldızları'nın gösterisi başladı. Restoran halkı ve parktaki görülebilecek noktalara konuşlananların kalabalığı ve jetlerin gürültüsü içinde yedik yemeklerimizi. 


Bir sonraki durağımız Adrasan'dı. Evcek çok severiz bu sakin, güzel tatil beldesini ama tekne turizmiyle ne yazık ki çok yakında ne sakinlikten eser kalacak, ne de bakirlikten. Sezon dışı gittiğimiz için teknelerin çoğu kalafatta idi, köy de tenhaydı. Çocuklar denize girdi, ben sahilden onları izledim. 

Orman yangınında kavrulan ağaçların yerine yenileri çıkmaya, kel kalan yerler yeşermeye başlamış, çok sevindik. 

Nicedir Aspendos'a yolumuz düşmemişti. Bu kez aklımıza düştü ve "Haydi gidip bir görelim, ne haldedir?" dedik. İyiymiş ve oldukça tenhaymış, Uzakdoğulu resmi bir grup (çünkü çakarlı arabalı eşlikçileri vardı) ve birkaç Hintli vardı. 



Aspendos Antik Tiyatro'yu ilk kez 1975'te kampa geldiğimizde düzenlenen gezide görmüştüm. Hatta şu sahnede kanto söyleyip sahnelere ilk adım atmışlığım da vakidir 😂 Lise yıllarımda başlamıştı Nurhan Damcıoğlu'nun kanto macerası, ben de onun sayesinde bütün kantolarını ezber etmiş söylemeye başlamıştım, boş derslerin aranılan sesiydim anlayacağınız 😂 Söz konusu gezide de sanatımı icra edivermiştim hazır sahneyi ve şahane akustiği bulunca 😊 Sonraları şehrin yerlisi olunca festivaller, konserler, okul gezileri için epeyce gelip gitmişliğimiz var. Şimdilerde zor geliyor mesafeli festivallere iştirak, o yüzden uzun zamandır hatırını sormamıştık, iyi oldu hasret giderdik. 

Onca geliş gidişte sadece tiyatroyu ziyaret etmiştik, bu sefer antik şehre de tırmandık. Benim protez dizler su kemerlerine kadar gitmeyi göze alamadılarsa da kalabalık bir arkeolog ekibinin çalıştığı kalıntıları görmek hoşuma gitti:



Şehrin tamamının ortaya çıkarılması uzun yıllar sürecek olsa da çalışmaların yapılıyor olması şahane. 

Onca yorgunluğun üstüne kendime bir Yat Limanı ikram etmemiş olduğumu düşünmeniz beni üzer. Ne demiş atalarımız: "Acı acıya, soğuk su sancıya" 😂 Bir yıldır uğramışlığım yoktu, beni gördüğüne çok sevindi:

 

Buraya kadar sabırla gelebildiyseniz şunu da belirtip bitireyim. Malum masaüstü bilgisayarım Ankara dönüşü çalışmamıştı, o zamandan bu yana laptopun Q klavyesinde çile çekmekte idim. Oğlum sağ olsun tamir etti, meğer fan yuvası kırılıp zemine düşmüş. O nedenle küsmüş bilgisayar. Antalya'nın Cehennem sıcağına o da dayanamamış sanırım, ortasından çat diye çatlamış zavallı 😂 Yeni parça alınıp takıldı ve masaüstü bilgisayarıma ve F klavyeme kavuştum. Gelgelelim bu kez de parmaklar Q'ya alışmış, bir süre tekleyeceğim. Eğer sürç-ü klavye ettiysem affola. Zira dönüp okumama ve düzeltmeme gözümün önünde uçan elifler, lamlar, mimler, vavlar engel, yeteri kadar zorladım, daha fazla kasmayım. Haydi kalın sağlıcakla...



13 Nisan 2024 Cumartesi

BAYRAM RAPORU / 13 NİSAN

1. GÜN:

-Uyan, kahvaltı yap, internette gezin
-Kakafonik bir şekilde İzmir Marşı çalmaya çalışan, davul-zurna ve bahşiş toplayıcı çocuktan oluşan güzide müzik topluluğunu izlemek için balkona çık, 30 gün boyunca dambırtısıyla kafa ütülediği için bahşişle ödüllendir 😁
-Sülaledeki büyükleri telefonla ara
-Seni büyük kabul edenlerin telefonlarına cevap ver
-"The Taste of Things" izle
-Biber dolması pişir
-"Hasan Ali Yücel" kitabını bitir
-Yat, uyu

2. GÜN:

-Uyan, kahvaltı yap, internette gezin
-Unuttuğun telefon konuşmalarını yap
-Evden çık, otobüs bekle, arkadaşa git
-Pek eneze olsa da arkadaşın bahçesinde bulduğun leylağa sevin


-Durağa git, otobüs bekle, eve dön
-"Kızıl Serap" kitabına başla
-Yemek ye
-Yat, uyu

3.GÜN:

-Uyan, kahvaltı yap, internette gezin
-"Kuş Uçuşu 3. Sezon izle
-"Kızıl Serap" okumaya devam et
-Yat, uyu

Gördüğünüz gibi şapşahane bir bayram geçirmişim. Kendime emir kipiyle hitap ederek olaya renk katmak istedim. Kurban Bayramı'nda, benzer etkinliklerde görüşmek dileğiyle 😃




 

8 Nisan 2024 Pazartesi

HAFTALIK / 8 NİSAN

Nisan ayının ilk etkinliği Cuma akşamı gittiğim, o gün 25. yılını kutlayan Opera'nın "25.Gala Gecesi" oldu. Opera ve balemiz çok başarılı, müzisyenleri de, solistleri de, dansçıları da bence uluslararası düzeyde. Konser çok güzeldi, birinci bölümde ünlü balelerden derlemeler, ikinci bölümde ise operalardan aryalar dinledik. Kulağımızın ve gözümüzün pası silindi. Bu sezon çok sayıda Japon dansçımız var 😊

Görsel: Buradan

Cuma geç vakitlere kadar Opera'da olduğum için artık kabak tadı verip saçmalasa da izlemekten kendimi alamadığım "Kızılcık Şerbeti"ni kaçırdım O yüzden cumartesi sabah gözümü açar açmaz tekrarının başına oturdum. Gına getirdiğim tüm çiftlerden Nursema-Umut ikilisinin de arası açıldı ve Nursema evi terk etmeye karar verdi. Buraya kadar tamam, hakkı da vardı da ev terk etmek uygulamada bu kadar kolay ancak filmlerde ve dizilerde oluyor galiba. Kadın hışımla eve girdi, yatak odasına yöneldi, iki adet valiz anında yatağın üzerindeydi. Şöyle bir düşündüm, Nursema ben olaydım, yüklüğün tepesindeki dolapta duran valizi nasıl indirirdim. Bir kere benim dizler protez, sandalyeye ya da merdivene çıkmamın mümkünü yok. Netcez gari? Kocam Beyi çağıracağız, o indirecek. İyi de orta birden okul terk etmiyoruz, evi terk ediyoruz, koca bu eylemde sahne alamaz. Kaldık mı öylece? E haydi valiz bir şekilde makul bir yerde dursun, açtık diyelim kapağını, bir kere bile görmedim ki giysiler askısız girsin valize. Katmanıyla alıp askılarını şıngırdatarak nasıl tepmektir içine, onca giysi nasıl sığıyor kardeş, valiz değil dipsiz kuyu mübarek. Ben üç günlüğüne bir yere gitsem üç-beş giysiyi zor sığdırıyorum, Nursema koca gardrobu tıktı valize, yetmedi aksesuarlarını, şarj aletlerini, tabletlerini de doldurdu. Edip Cansever'e selam olsun "Masa da Masaymış Ha!" şiirindeki gibi "Valiz de valizmiş ha!"

Dizi bitince tembellik mi yapsam, iş mi ikileminde kaldım, sonunda "b" şıkkı dedim ve geçtim küçük odadaki bir süredir perperişan bekleyen kitaplığın başına. Kitaplar ve raflardaki ıvır zıvırların hepsi yere indi. Tasfiye edilecekler ayrıldı, diğerleri yerlerine yerleşti, sonunda düzenli bir hale geldi ama benim de 4-5 saatimi aldı. Bittiğinde dayak yemiş gibiydim. Kırkayağa sormuşlar: "En çok yorulduğun gün hangi gün?" diye. "Yavrularımın ayaklarını yıkadığım gün" demiş. Kitaplığı olsa fikir değiştirirdi bence 😂

Seçim günü oy verdikten sonra parkta uzun bir yürüyüş yaptık. Bahar Antalya için bile epey erken geldi bu yıl ama görüntü gözlere şölendi:




Polenler ve çöl tozları iki gün boyunca alerjik öksürüğüme tavan yaptırsa da ne gam, şehrin en güzel zamanını kaçırmak olmaz.


Bayramınız şimdiden kutlu, huzurlu ve sağlıklı olsun...

2 Nisan 2024 Salı

MART DÖKÜMÜ

Son gününde bizi ters köşe yapan, yüzlerimizde duvardan duvara bir gülüş oluşturan Mart ayını bitirdik, sana dert ayı diyenler utansın ne diyeyim 😃 Ülkemize hayırlı olsun dilekleriyle kişisel dökümümüze geçelim. Bu aya bir blogger buluşması (Banu Tozluyurt ile), iki sergi, bir konser, birkaç arkadaş birlikteliği, parklar-bahçeler, on film, yedi kitap ve bir adet göz ameliyatı (Kocam Bey'in) ile kontrollerini sığdırdım. Bana bir zamanlar kız kardeşimi hediye eden Nisan hoş geldi, güzelliklerle gelsin.

Filmlerden başlarsak, malum Mart başı Oscar Ödül Töreni vardı. Sanal olarak katılıp geleneksel yazımı yazabilmem için hazırlık olarak Ocak ayından beri aday filmleri izlemekteydim. Mart başında eksik birkaç filmi tamamladım, Mubi'ye ödediğim parayı amorti için oradan birkaç film izledim ve biraz de eskilere döndüm. "Yol", "Arkadaş" ve "Derman" beni gençliğime ışınladı.


Üç eski filmi bir yana bırakırsak izlediklerim arasında evlatlık alınıp Fransa'da büyümüş bir genç kadının köklerini bulmak amacıyla Seul'e dönüşünü konu alan "Return To Seoul" ile bir megamarketin koridorlarında yaşanan ilişkileri konu alan "In Den Gangen"i izleyin derim.

Bu ay ana akım dışında iki dizi izleyebildim, ikisi de yerli yapım. 


-"Kuvvetli Bir Alkış" ya çok sevildi ya nefret edildi. Tüm absürdlüğüne rağmen ben seven taraftayım. -"Düğüm"ü Prime Videoda izledim. Biraz "Kuş Uçuşu" havası var ama daha polisiye.


Bu ay tek bir konser izleyebildim. Kuzinimin kurup şefliğini yaptığı "Talya Quartet"in 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle verdiği konserdi, çok güzeldi ve usta bir çiftin konser boyunca tango eşliği de renk kattı.

Kitaplara gelirsek, bu yıl okuma planımı değiştirdim, her ay kendime bir konsept belirliyor ve kitapları ona göre seçiyorum. Aksi takdirde okumadıklarım rafta beklerken yeni gelenlere saldırıyorum, eskiler yine beklemeye devam ediyor. Mart ayını bu zamana kadar ihmal ettiğim Javier Marias kitaplarına ayırmıştım. Artan zamana da üç başka kitap sığdı:


Marias'ın okuduğum dört kitabı sonrası bende oluşan duygular şu şekilde oldu: Bir kere çok iyi edebiyat, çok zekice kurgu ve mutlaka okuyucuyu başta verdiği ipucu ile meraklandırıp ters köşe bir final yapıyor. Ancak uzun cümleleri ve bilinç akışı ile ortaya çıkan çağrışımlar okuru ana konudan uzaklaştırıp afallatabiliyor, okuma sürecini ağırlaştırıp zorlaştırıyor. Öyle su gibi aktı gitti cümleleri kurdurmuyor. Her şeye rağmen okuduklarımdan mutluyum, uygun bir zamanda diğer kitaplarına da döneceğim. 

-"Kurtarma Mesafesi" biraz fantastik, aynı zamanda hüzünlü ve insanı etkileyen bir kitap. Lakin herkes sever mi? Hayır. Anne-evlat ilişkilerini insanı çaresiz hissettirecek bir öyküyle kaleme almış Samanta Schweblin.

-Bir kitabını sevdiğim yazarın izini sürme konusunda üstüme yoktur, mutlaka yeni çıkanları da alır, çoğu zaman da pişman olurum. Vigdis Hjorth'u uzun süre gündemde kalan "Miras" romanı ile tanımış ve kitabı çok beğenmiştim. "Postane Günlükleri"ni de o gazla edindim. Lakin kahramanın varoluş sıkıntılarını okumaktan ve Norveç posta hizmetlerinin sorunlarıyla uğraşmaktan içim çıktı. Tüm mektuplarım PTT'mizin kara deliğinde kaybolurken, ülke gündemiyle kafamızı hangi taşa vuracağımızı düşünürken postanıza da, ruh halinize de diye söylene söylene bitirdim kitabı.

-Ve Mart ayının güzel mi güzel son gününde bir solukta okuduğum, Gabo'muzun öbür alemden bir selam gibi yolladığı "Ağustos'ta Görüşürüz". Ağustos'ta olmasa da Mart'ta görüştük ve çok mutlu olduk Gabo Üstad. Oğulların iyi ki arzun hilafına yayınlatmış bu kısacık öyküyü, keşke ömrün vefa edeydi de devamını getireydin. İflah olmaz bir Marquezsever olarak çok sevdim ben kitabı, siz de seversiniz belki...

Dinlediklerime gelince:


-Dinlediğim altı kitap içinde en etkileyicisi Jehan Barbur'un çeşitli sanatçılara, ünlülerin oğulları ya da kızlarına babalarını anlattırdığı "Baba Öyküler" oldu. Hemen hepsi çok hüzünlü idi.

-Şermin Yaşar'ın son kitabı "Söyleme Bilmesinler"i ummadığım kadar beğendim. Bir aile içi hesaplaşma ve bireylerin ağızlarından aynı olayları dinliyor ve ilginçtir ki hepsine ayrı ayrı hak veriyorsunuz. Seslendirme de çok iyiydi.

-Peyami Safa "Bir Tereddüdün Romanı"nda kullandığı aşırı ağır Osmanlıca ile bu defa sıktı.

-"Yılkı Atı" biraz hırs, biraz yoksulluk nedeniyle yılkıya bırakılan bir atın öyküsü. Etkileyici...

-"Yakup Abla Beni Unutma" vakit geçirmek için eğlenceli sayılacek bir dinlemelik ve son olarak feminist kızlar yetiştirmek isteyenler için faydalı öğütler: "Feminist Manifesto".

Eh, bunca okuma ve izlemenin üstüne kahveyi hak ettik, değil mi 😅


O kadar uzun yazdım ve yoruldum ki kontrol edemeyeceğim. Yazım yanlışlarım varsa affola...