Kitaplar da olmasa buralar iyice öksüz kalacak. Ekimi de yiyip bitirdiğimize göre bu ay okuduğum kitapları tanıtmaya başlayabilirim. Verimli bir ay oldu okuma açısından, son birkaç kitabın sayfa sayısı çok fazla olmasa da içerikleri sağlamdı, bu da hem kaliteyi, hem kantiteyi arttırdı. Şimdi görelim bakalım Ekim kitapları nelermiş:
-Farklı anlatımı olan bir öykü kitabı idi "Bir Dükkanı Beklemek". Olay kurgusu bir kahramanın gözünden anlatılırken birdenbire diğer bir kahramanın gözünden okumaya başlıyoruz. Biraz kafamı karıştırsa da ilginç bir okuma oldu diyebilirim.
-Alberto Manguel'in bu yaz okuduğum ikinci kurgu kitabı "Dönüş". Aslında bir novella, hayatını Roma'da sürdüren bir adamın yıllar önce terk etmek zorunda kaldığı ülkesine dönüşünde yaşadıklarını biraz fantastik bir dille anlatmış yazar. Açıkcası diğer kitabını daha çok sevmiştim.
-Serra
Yılmaz'ı ve biyografi türünü sevenlere ideal bir kitap "Şimdilik Bu Kadar". Benim için öyleydi
mesela. Tek kusur iki kadının yaşamının bazen birbirine karışıyor
olmasıydı. Serra'yı okuyorum sanırken paragraf sonunda Emine olduğunu
anlıyorsunuz, bir de keşke bazı redaksiyon hataları olmasaydı. Bunun dışında keyifli bir okuma oldu, hele de okurken Serra Yılmaz'ın kocaman açılmış mavi gözlerini hayal ettiğinizde daha da keyifli oluyor :)
-İlkgençlik çağına özgü bir kitap olduğunu bilmeme rağmen yazarının Ian McEwan oluşuna ve kapağının güzelliğine dayanarak aldığım bir kitaptı "Düş Yolcusu". Pişman da etmedi beni Peter'i ve düşlerini okumak çok eğlenceliydi.
-Tür
olarak bilimkurguyu hiç sevmem, bana edebiyattan ziyade fen bilgisi
kitabı okuyormuşum, ders çalışıyormuşum gibi gelir. Hayli gecikmiş bir
okuma olan "Zaman Makinesi"ni normalde tercih etmezdim ama katılmış
olduğum bir challengenin maddelerinden birine uymak amacıyla aldım
elime, haliyle de bayılmadım. Ergenlik çağımda okusam belki ilginç
gelebilirdi ama şu an için biraz anlamsız oldu. Neyse kült olmuş bir
kitabı okumamış olmaktan kurtuldum böylece :)
-Yukarıda da belirttim, biyografi,
otobiyografi, anı okumayı en sevdiğim türlerdendir, bulduğumu okurum o
derece. Ama hiçbirinde "Kavgam"daki kadar detay bolluğu görmedim. Bu nasıl hafıza,
muhtemelen günlükleri vardı diyeceğim ama kitabın bir bölümünde
günlüklerini yaktığından bahsediyordu. Babaannenin evinde yapılan bir
temizlik bile bunca ince ayrıntıyla nasıl anlatılır. Ayrıntılı metinleri
severim esasen ama burada biraz fazla gibi geldi, yine de sevdim mi
sevdim, okuduğuma pişman mıyım, asla. Devamını getirir miyim, işte o
konuda biraz kararsızım. Hele okuduklarım bir otursun hafızada yerine,
sonrasına bakarız.
-Antonio Casas Ros'u "Enigma" ile tanımış ve kitabı çok sevmiştim. Onun kadar olmasa da "Almodovar Teoremi"ni de beğendim. Farklı bir tarzı var yazarın, biraz karanlık. Bir eğlence dönüşü önüne çıkan geyiğin sebep olduğu kaza sonucu ölümden dönen ama yüzünü kaybeden bir adamı, bir matematikçiyi anlatıyor. Evine kapanıp kendini yalnızlığa mahkum eden ve çok sevdiği yönetmen Almodovar'ın çekmesini istediği kendi hayatını konu alan bir senaryo tasarlayan kahramanı kendi adıyla tanıtıyor Ros. Muhtemel ki yaşamından izler taşıyan bir kitap, bugüne kadar yüzyüze bir söyleşiye katılmamış ve kimse yüzünü görmemiş. Muammalı bir öykü, diğer kitabı da okunmak üzere sırada bekliyor. Antoni Casas Ros ilginç bir yazar...
-Almodovar Teoremi'nden sonra İclal Aydın ve "Üç Kız Kardeş", biraz istikrarsız bir gidiş sanki 😀 Referans kabul ettiğim kişilerden övgüsünü duyup, bir arkadaşım da ödünç verince sakin bir ara vereyim istedim. Kolay okunan bir aile öyküsü, dili düzgün ama herhangi bir ilginçliği yok. Sürükleyici bir dizi konusu olabilir...
-Fas asıllı bir yazarın
oldukça akıcı, ilginç bir kitabıydı "Hoş Nağme". İki çocuklarını bakıcıya emanet eden ve başlangıçta her şey mükemmel görünürken umulmadık gelişmeler yaşayan bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Romanın sonuna kadar ilk sayfalarda verilen
finalin çözümünü bekledim. Ne yazık ki net bir cevap alamadım, yazar
psikolojik bilgilerimizin derinliğine güvenmiş olmalı diye düşünmekteyim
:)
-Nihan Kaya'yı o kadar çok
kişiden duydum ki, okumamanın eksikliğini hissettim. Edebi dili iyi,
akıcı bir kitap "Gizli Özne". Biraz kafam karışmadı değil okurken, aşırı psikolojik
okumalar yoruyor beni. Kısacası tarzım olmasa da, anlatım biraz
dolambaçlı olsa da kitaba söyleyecek lafım yok. Psikolojiye ilgi
duyanlar için biçilmiş kaftan...
-"Sessiz Saatler" bir saatte bile okunabilen
keyifli bir novella. Hollandalı ressam Emmanuel De Witte'nin, oturma
odasında klavsen çalan sırtı dönük bir kadını resmettiği tablodan
hareketle bir öykü kurgulamış yazar, kitabın kapağını da bu resim
süslüyor. Günlük şeklinde yazılmış kitap değişik bir deneyim olmuş,
sevdim ben...
-Bir ailenin savaş sırasında
kaybolan oğullarını savaş sonrası arama çabalarını okurken bir yandan
da evin küçük oğlunun telaşına şahit oluruz "Kaybolan"da. "Ya bulunursa, ya odamı
onunla paylaşmak zorunda kalırsam, ya beni ikinci plana atarlar, artık sevmezlerse" gibi. Disiplinli, sert bir baba ile oğlunun kaybı ve o kayıp sırasında yaşadıklarının travmasını üstünden atamamış bir anne arasında şaşkına dönmüş küçük oğulun ağzından yazılmış kitap aslında ciddi bir dram içerse de
çocuğun anlatımı yer yer yüzlerde gülümsemeye neden oluyor. İyi bir
çeviri ve okunası bir kitap...
-Az sayfalı olmasına rağmen dolu dolu edebiyat içeren bir kitap "Kayıp Parça", çok beğenerek okudum. Ressam
babalarının hayatının her safhasını resmettiği rulo tuvallerin kayıp
parçasının peşine düşen iki kardeşin öyküsünü eminim siz de severek okuyacaksınız.
-Bir ilk roman olmasına karşı edebi dili sade ve akıcı bir kitaptı "Mumsema Han". Bir handaki üç işyeri, bunların çalışanları arasında ilişkiler, alavere dalavere halleri, kendini bulmaya çalışan kahramanlar, platonik aşklar ve tahmin edilebilen ama çarpıcı bir son.
-Bulgakov, geç keşfettiğim kral yazarım :) Bilimsel diline, zekice tasarlanmış konularına, aba altından sopa göstermesine, üstü kapalı yaptığı sistem eleştirilerine bayılıyorum. "Ölümcül Yumurtalar" en parlak kitabı değil tabii ki, bir "Usta ve Margarita" seviyesinde olmasa da keyifli bir kitap. Benim içinse en sevilesi eseri "Genç Bir Köy Doktorunun Anıları". Bulgakov'u okuyunuz efendim, pişman olmazsınız...
-Ve Ekim ayının son kitabı; alttaki elbette, "Tuhaflıklar Fabrikası"na Kasım ayında değineceğim. Ayın son kitabı şiirleriyle tanıdığımız Şükrü Erbaş'ın düzyazılarından oluşan "Kuş Uçar Kanat Ağlar" oldu. Her dizesi bir ok gibi yüreğe saplanan Erbaş'ın düzyazıları da şiirleri kadar etkileyici. Kaybettiklerine, en çok da geçen yıl ölen karısına bir ağıt bu kitap: "
"Ölüler, yaşayanlarda yaşar, bunu hiç unutma."
Yeni kitaplarda buluşmak dileğiyle...