Onlarca telefon konuşması, sıfır misafir sayısı ve dudak çevresinde üç uçukla bayramı bitirdik, yeni normal ya da yeni anormale sabahleyin iki adet dondurma kadehi kırarak başladık şükür. Tamamen sakarlıktan yoksa dondurma falan yok evde. Zaten günlerdir evdeydik ama bayramları sevmesek de el böğürde geçirmek pek hoş olmadı. Keşke akşam yemeğine çocuklar, kardeşler geleydi de ben yemek yaparken yorulaydım. Zil çalmadı, bol bol telefon çaldı, vatsap zırtladı, Facebook dırtladı, eh o da bir şeydir, en azından hatırlandık. Balkonda otururken tepemizden üç tane leylek geçti, geçecek zamanı bilmiyorlar, "Nereye, nereye?" diye seslendim arkalarından, "Biz gideriz sen bakarsın, yok bu sene leyleği havada gördüm ayağıyla gezmek" diye telsiz mesajı yolladılar. Bayramın birinci günüydü, ıskartaya çıkmış halkın teneffüs zamanıydı, "Kalk" dedim kocaya, "şehir dışına gidemiyorsak şehir içine gidelim, leyleklere ağızlarının payını vermiş oluruz hem". 2,5 aydır 3. kez haşortman dışında bir şey giyip aksesuar olarak maskemi taktım ve düştük yola. Akşama doğru çıktığımız için tenhaydı ortalık, maskeli 65+ ve ben gibi refakatçıları ile uzaktan bayramlaşarak parka yürüdük. Yolda rastladığımız çiftin erkek olanı Suriyelilere benzetti kendisini, "kendi şehrimi tanıyamıyorum yahu, yabancıyım sanki, iltica etmiş gibiyim" dedi. O kadar uzun süredir hapisiz ki gerçekten bildik sokaklar, mekanlar yabancı geliyor. Geçen gün gölge diye uzun zamandır sapmadığımız bir sokağa girince ağzımız açık kaldı, Kasım'da Ankara'ya gittiğimizden bu yana uğramamışız demek ki, dörder katlı, bahçeli apartmanları, tam ortadaki meydanımsı açıklık ve çeşit çeşit ağaçlarıyla son derece sevimli bir sokaktı, bambaşka bir yer çıktı karşımıza. Dokuzar kat inşa edilmiş, sevimsiz ve hepsi birbirine benzeyen binalarla kale duvarı misali çevrilmiş, bahçeler yok edilmiş, ağaçlar kesilmiş, gri bir beton yığınına düştük. Baharda limon ve portakal çiçeği kokularıyla geçtiğim sokak ruhsuz bir mekana dönüşmüş, inanın ağlamak geldi içimden. Üçüncü kez yakındır diye aynı parka attık kendimizi, Cevriye malum nazlı biraz, fazla yürümeye gelmiyor. Park yine tenha, yine rengarenk ve yine boynu büküktü. İçim sızladı. Bey Dağlarını çok özlemiştim, insan eli değmemiş bölgelere indik biraz daha net görmek için, harikaydı:
Kargalara el salladık:
Kedilere "Merhaba" dedik ama tenezzül edip cevap vermedi, uyumaya devam etti:
Yürüdükçe yürüdük:
Tarihi eserlere benzeyen kayalar gördük:
Ve coşmuş begonviller:
Geri dönerken şehre de uzaktan bir selam vermeyi ihmal etmedik:
Yorulmuşuz, eve gelip maskeleri attık, kahveleri kaptık, yanında Silva Likör'ün kızılcık likörü ile, sefamız olsun, bu da tatsız bayramın tadı olsun...