Gününüz aydın, yeni haftanız keyifli olsun sevgili kârilerim. Bu sayfada saçını ağartmış takipçilerim bilirler, her yıl sizin için hiçbir güçlükten kaçınmayarak Oscar törenini izlemeye giderim Los Encılıs'a. Haliyle bu yıl da gereğini yerine getirdim, hem artık davetiyeler evime geliyor, öyle kaçak-göçek, pencere kenarlarından, kapı aralıklarından, kırmızı halı yırtıklarından izlemiyorum. Yayılıyorum koltuğuma seyreyliyorum Holivut yavrularını. Öncesinde bir hazırlık süreci var tabii, ne de olsa ülkemizi ve blog alemini temsil ediyoruz, dersimize çalışmamız lazım. Allah sizi inandırsın bütün aday filmleri seyrettim, Mad Max Fury Road hariç, 10. dakikada hafakanlar bastı, kalktım ekran başından. Aksi gibi soruların çoğu da oradan geldi ya, neyse.
Bir de giysi seçimi var tabii, onca kokoşun arasında mahcup olmamak lazım. Resmi bir şeyler giyeyim istemiştim, aklımda lacivert eşofman takımım vardı ama aksiliğe bakın ki sabahtan yıkamıştım, kurumamış. Ben de grileri giydim. Pek soluk göründüm kendi gözüme, kırmızı terliklerimi geçirdim ayağıma, biraz parladım. Yanıma yolluk olarak sabah yoğurduğum mercimekli köftelerden almaya karar verdim. Belli mi olur, o yıl boyu beden ölçülerini korumak için aç gezen artistcikler "senede bir defa Oscar'da yenen kilo yapmaz, üstelik de beleş, yumulun" diyerek After Party'de yığılırlar açık büfenin önüne, ben elin gurbetlerinde aç kalırım. Doldurdum sefertasına köfteleri, yanına da üç-beş marul, bir limon, oh mis. Sefertasını da çanta sanır bunlar nasılsa, sorana "klaç" derim. Hem Yekta Kopan bile öğrendi programa katılan modacılar sayesinde "klaç" neymiş, ha bir de tek omuzlu kıyafetle kolye takılmazmış, onu da öğrettiler, takmaz artık Yekta Kopan. Zinhar siz de takmayın, karizmanız yerle bir olur.
Böylece hazırlıklar tamamlandı ya ışınlandım "red carpet"e. Kimin yanına yanaşsam diye bakınırken ne göreyim bizim Vupi, ay pek severim, ne "Mor Yıllar"ımız geçti birlikte.
O da beni görünce pek sevindi, gözü sefertası klaça takıldı, yavaşça kulağına eğildim, "Mercimekli köfte var ayol, bir ara yeriz" dedim, çak yaptık, girdim koluna, başladık kırmızı halı gıybetine.
Ötelerde paraşüt benzeri sarı bir kumaş görünce yanaştık, meğer bizim "Danimarkalı Kız"ın Alicia'sı imiş, kumrala dönüşmüş taze, neredeyse tanımayacaktım. Paraşüt eteğiyle mahcup mahcup salınıyordu ortalıkta, pek sevimli, pek mahcuptu, yanağından bir öpücük alıp devam ettik.
Brie Larson'u Vupi farketti, "Gel kız gel" dedi, "ne giymiş bu yavrucak böyle abuk sabuk, yakından bakalım". Gittik yanına, sorduk "Ne iş?". Meğer aceleye gelmiş, kostümü yetişmemiş, annesi koşmuş imdadına, Brie'nin doğumunda aldığı lohusalık gecelik-sabahlık takımını çıkarmış sandıktan, sabahlığı koymuş kenara, geceliği giydirmiş kıza, "Valla yıkamadım bile, bir tek doğum yaptığım gün giydiydim, yepyeni duruyor. Zaten yatabildim mi ki, kolikli, ağlak bir bebektin zır zır, seninle uğraşırken lohusalık mı bildim" diye lafı da geçirmiş giydirirken. Hazır sandık açılmışken anneannenin annesinden kalma gümüş kemer de çıkmış ortaya, takıvermişler beline. Rahmetli Barış olsaydı "Aynalı kemer ince bele/Bu can kurban tatlı dile/Seher vakti ben Brie'ye vuruldum" diye şarkı bile söylerdi. "Hayırlısı yavrum" dedi Vupi kıs kıs gülerek, "Oscar"ı alınca eteğine bohçalarsın artık, dikkat et de topuklarına takılmasın". Kaçtık oradan acele.
Vupi'ye bir ara TV muhabirleri el etti, "Müsaadenle" diyerek söyleşmeye gitti, ben de gözümü alan kırmızılının yanına yanaştım, aman da aman bir afet-i suzan ki yanaşanı yakıyor. "Af buyur tanıyamadım" dedim, "Aaa aşkolsun, ben Çarliz, teyzecim" dedi. Densize bak, teyze ne be, "teyze yok, teyze yok" diye atarlandım biraz, kendine geldi, "Hangi filmde oynadın sen bakayım" dedim, "Mad Max" demesin mi? "Ay sen yoksa o kara suratlı, kel kafalı Furiosa'mıydın" dedim, "Ta kendisi" dedi. "İlahi yavrum, şu güzellikle bir Sindirella, bir Anastasya falan olaydın, ne o kömüre bulamışlar kafanı gözünü" diye vahlanırken cevap vermeye tenezzül bile etmeyip hamburger tezgahına doğru yürüdü gitti, "teyze" demesinden belliydi zaten ne saygısız olduğu, Allah güzellik vermiş ama zerre nezaket vermemiş. Neyse Vupi geldi o arada, çekti götürdü beni.
Jennifer'e rastladık yürürken, bişiler olmuş ayol kıza, botoks mu yaptırmış ne, gülümsemesi bile değişmiş. Hep kırmızı giyerdi bu, kilo mu aldı ki siyahlara bürünmüş. Pek de sakardır, düşmeden şaşmadan getirse bari törenin sonunu.
Vupi yine mikrofonlu birine takıldı, ben kırmızı terliklerimle uyumlu kırmızı halıda sağa sola bakınırken iki balmumu heykel gördüm.
Ay bir mutlu olayım ben, Yılmaz Büyükerşen Oscarlara bile el attı canını sevdiğim, bak yapmış heykelleri yollamış Los Encılıs'a diyerekten. Kadını balmumundan dökerken de birkaç yıl öncenin Oscar'ındaki Ancelina Coli'den ilham almış, "yırtmaç açılsın, bacak görülsün" hesabı. Yanaştım şöyle kıyın kıyın, uzattım parmağımı, dokundum yanağına, amanın canlandı: "Hanım hanım, noluyoruz, yaş kemale erdi diye dövüşmeyi unuttum mu sandın çıkarırım bir sağ kroşe, uçarsın Dolby Theatre'ın çatısına". Ossaat İngilizce'yi falan unuttum, döndüm anadilime: "Aboovv, heykel canlandı dostlaaar, yok mu bir Allah kulu, yetişin" diye çığrınırken Vupi koştu geldi. "Görgüsüz müsün nesin ayol, hiç mi ömründe "Rocky, Rambo" seyretmedin. Bildiğimiz Silvestır o, Stallone olanından. Yalnız araziye biraz fazla dolgu yaptırmış, suni duruyor. Ondan şaşırdın sen" dedi aldı götürdü beni oradan. Vupi olmasa halim harap, pot üstüne pot kıracağım, yine de sevindim, "teyze" demedi en azından.
Heykellerin, pardon Rambo Raki'nin az gerisinde şu mahcup oğlan duruyordu karısıyla, hani geçen yıl Stephen Hawking, bu yıl Trans Elbe olan yetenekli şey. 2015'de kaptıydı Oscar'ı, gönlüm bu yıl da onun almasından yana ama kazara verirlerse Leo hem jürinin, hem bunun gözünü oyar. Adam alıştı ayılarla güreşmeye, şuncacık Eddie'den mi korkacak. Vupi'ye "Van münit" deyip gittim yanına, yanağından bir makas aldım, "gönlümün Oscar'ını sana takdim ediyorum çocuuum" dedim. Baktım karısı da hamileymiş, "Bir avazda inşallah, hayırlısıya alın kucağınıza, haber ederseniz bir çeyrek yollarım" diyerek veda ediyordum ki "Sağol teyze" dedi arkamdan, bak şimdi merhametten maraz doğar. "Teyze yok, teyze yok" diye parmak sallayıp yürüdüm Vupi'nin yanına.
Ve derken ilahe göründü, Keytimiz, Blancetimiz çiçek bahçesinden çıkmış da gelivermiş gibi süzülüp geçti yanımızdan, dilim lâl oldu, bir kelime edemedim. Hoş o çiçekler biraz fazla olmuş ya neyse (fesatlık no:1). Böyle kasılırsan Oscar'ı da sana değil gecelikli Brie'ye verirler işte. (fesatlık no:2)
Bir ara WC'ye gitmem gerekti, eh ortamın yabancısıyım ya, kafamı çevirdim sorayım diye, Vupi yine bir yerlere kaybolmuş. Baktım karşıda hanım hanımcık bir hatun, eh yaşını başını da almış, alışkındır buralara ona sorayım bari dedim. "Teyzecim pardon WC nerde acaba?". Oy, kadın bir kükredi, "Teyze sensin densiz" dedi bana, "tuvalet bekçisi miyim ben, filmin adı "45 Yıl" diye teyze mi olduk, yıkıl karşımdan". Amaan, nasıl kaçtım oradan bilemedim, meğer kadın Şarlot'muş. Her gördüğün Şarlot pasta, her Rampling teyze değilmiş işte Leylak hanım, Vupi'nin elini tut bırakma sen, bu bile teyzeyi bana iade etti ya ona yanarım.
Aman da aman, kimleri görüyorum "Hateful Eight"in Daisy Domergue'su değil mi bu, gönlümün Oscarının sahibi Cenifır. Lavrıns değil Ceysin Liyh olanından. Biraz yaşlanmış ama yine de zarif ve o ne rol kesmekti öyle. Yediler koçumun hakkını diyeceğim ama Alicia'yı da hor görmeyelim yani.
Bu Roni Mara kızımız filmde daha güzeldi yahu. O ne öyle, kafasında Gülürüz Sururi topuzu, göbeğinde pencere. Sanırsın Çıkrıkçılar Yokuşu'ndaki perdeciler giydirmiş.
Vupi'yi aranırken Rachel Mc Adams'a rastladım. Sade her zaman güzel derim de daha da bir şey demem. Yeşiller pek yakışmış haspaya ama bir yeşilli daha vardı ki evlere şenlik:
Şu kızcağız, adını bir türlü kimseler doğru söyleyemiyor: "Saoirse". Kimi Serse diyor, kimi Sorşe, az sıksan Porşe. Kim giydirmiş bu garibanı böyle bilmem, yoldan geçerken görsem kek çırpıp dantel ören komşu kızı sanırım, o giysi öyle emanet üstünde. Daha dünkü çocuk ayol, o kadar dekolteye ne hacetti ki, saçlar dersen ayrı bir facia, kuaför en sona bırakmış galiba bunu, fönü şöyle bir tutup yollamış. Küpesinin tekini de bulamamış zaten aceleyle, biri yeşil biri beyaz :)
Dekolte dedim de, işte bu. Bunu da Nükdet Duru giydirmiş galiba, tam onun tarzı. Ama Allah için yakışmış hasbaya, hele sırt dekoltesinde bir kanatlar vardı ki sanırsın melek. Klaça gelince, keşke benim sefertasını alsaydı, daha havalı dururdu.
Aa kimleri görüyorum, 6. Haçlı-pardon-Oscar seferine çıkmış aslan yürekli, ayı bilekli Leo abimiz. "Ayıyla dövüş dediniz dövüştük, atın karnına gir dediniz girdik, karda buzda telef ol dediniz olduk. Bu sefer de alamazsak seneye benden paso, gidip figüranlığa yazılıcam. İyisi mi şu Oscar'ın önünde bir foto çektireyim de hatıra olsun" diye düşünüyor burada, siz görmüyorsunuz ama ben konuşma balonunu okudum.
Ben Leo'nun balonunu okurken Vupi nefes nefese geldi, "Neredesin ayol, haydi tören başlıyor içeri girelim" dedi, çekti kolumdan götürdü. "Girmeden köftelerden biraz atıştırsaydık, içim kıyılır şimdi benim" dedimse de dinlemedi. Girdik oturduk, yorgunluktan içim geçmiş, gözümü açtığımda ortalık alkıştan yıkılıyordu:
Leomuz canımız, feda olsan kanımız-yok be niye feda olacakmış, olmasın. Kafiye olsun diye söyledim-sonunda Oscar'ı kucaklamış, tamam artık emekliliğini isteyebilir bence. Muradına erdi. Aslında Nürgül Yeşilçay gibi eline ödülü alıp "Bu muymuş?" diyebilirdi demedi, firaklı iki çift laf etti ama ben uyku sersemi anlamadım. O ödülüyle gurur duyarkene çöp poşeti giyip gelmiş Keyt Vinslet'in gözyaşları da elbisenin plastiğinden kayıp yerde bir göl oluşturuyordu:
"Hadi" dedi Vupi, "bitti tören çıkıyoruz salondan, gidip bir şeyler yiyelim, açık büfeye yanaşamazsak senin klaçtaki köfteleri götürürüz". "Van münit" dedim Vupi'ye, "çıkmadan söylenecek iki çift sözüm var birine".
Gittim İnarritu'nun yanına, "Alehandıro birader" dedim, sen ve başoyuncun Oscar neyin aldı diye havalara girme, bize yutturamazsın. Bu "Revenant" dediğin insanın içini üşüten filmi saymayoruz. Ne "Amores Perres"in, ne "21 Gram"ın, ne "Biutiful"un, ne de "Babel"in yanına yanaşamaz. Bu sana son ikazım, onlara benzer film yaptın yaptın, yapmadın izlemem o filmi" dedim ve cevabını bile beklemeden sırtımı dönüp çıktım. Vupi'ye yavaşca dedim ki, "Bak bakalım kız çok etkilenmiş mi?". "He" dedi Vupi, "ağlıyor hıçkıra hıçkıra, yürü çatlak yürü, açık büfenin önü doldu, aç kalacağız".