Doğa Ana'nın birkaç yıllık sabrını sonunda tükettik ve geçen hafta defalarca kafamıza en ıslak ve en ağırından banyo terliğini yedik. Hem de ne yemek, doyduk ama hazmedemedik.
Antalya'ya taşındığım ilk yıllarda kışın yağan yağmurları hayretle içinde seyreder, göğün bunca suyu nereye sığdırdığını, toprağın bunca suyu nasıl çektiğini, gökyüzünün bunca şimşekten nasıl yırtılmadığını çocuk gibi düşünür dururdum. İki saat deliler gibi yağıp litrelerce su yere indikten taş çatlasa onbeş dakika sonra güneş çıkar, yerler kupkuru olurdu. Sanırsınız gökten damla düşmemiş. Resmen dalga geçerdi tabiat bizimle. Kimi zaman günlerce sürer, bunalıp depresyon eşiğine gelirdik. "Kadıkaçıran Yağmurları" derlermiş eski Antalyalılar, bir de öyküsü var bunun ama şimdi anlatıp uzatmayayım. Çok zaman o yağmurun altında sırılsıklam okula gider, kapıdan girdiğimiz anda tatil haberi gelir, aynı berbat yağmur eşliğinde bir de dönüş çilesi yaşardık. Son zamanlar Meteoroloji uyarılarını dikkate alan yetkililer tatili akşamdan ilan etmeye başlamışlardı ama bu defa da tahminler tutmaz, yağış olmaz, öğrenciler gökten gelen bu tatilin mutluluğunu yaşardı.
Birkaç yıldır bu şiddetli yağmurlar kesilir gibi olmuştu, küresel ısınmaya bağlıyorduk, iklim değişikliğine veriyorduk. Hatta kocam yağmur sevmediğim için küresel ısınmadan beni sorumlu tutuyordu 😀 Biz de unutmuşuz bu deli yağmurları, arada kendini gösteren hortumları, devrilen ağaçları, uçan çatıları, perişan olan seraları. Bu kadar geniş alana yayılmaz ve bu kadar yoğun telefat olmazdı belki ama Akdeniz iklimi gereğini yapardı. Yeşil alanları azaltıp şehri betona karınca, altyapı artan nüfusa yetmeyince, bir de alelusul yapılınca "Alın size" dedi doğa, "benimle oynamak nasıl oluyormuş görün". Korkunçtu fırtına ve ardından iki parti indiren dolu. Şehri allak bullak etti, yaralananlar, ölenler, yıkılan harabolan binalar, patlayan trafolar, devrilen ağaçlar, uçan çatılar, hurdaya dönen araçlarla başka yönden benzeyemesek de tropik iklim açısından Florida'ya yetiştik şükür(!). Evde de kendi çapımızda sıkıntılar yaşadık, ödümüzün kopması bir yana pencere altlarından giren sularla ıslanan perdeleri, halıları hala kurutmaya çalışıyoruz.
Ne diyelim umarım ki bu sondur, bir daha böyle felaketler hiçbir yerde yaşanmasın.
Fırtına dışında haftanın en güzel olayı sinemada izlediğim iki filmdi; "Kefernahum" ve "Arakçılar".
Lübnanlı kadın yönetmen Nadine Labaki'nin yönettiği film göçmen, mülteci sorunlarını ele alan şahane bir yapım olmuş. Başroldeki ufaklık ise kelimenin tam anlamıyla döktürmüş. Mutlaka izlenmeli.
Bir Kore filmi olan Arakçılar'ı diğerinden sonra izleyince haliyle daha az beğendim. Finalde ters köşe yapan filmde ufak-tefek hırsızlıklarla yaşamlarını sürdüren bir aile ele alınmış. Neşeli bir film aslında, izlenesi.
Benden bu kadar, fırtına yorgunuyum. ayrıca kutlu, mutlu doğum haftama giriş yapmış bulunuyorum. Çalsın sazlar 😀 🎶 🎉 🎂