Aslında neredeyse bir yıl olmuştu alalı, okunmamış kitap yığınlarının altında tutsak kalmış, unutturmuş kendini. Ne zamanki şu yemekle ilgili anılarımı anlattığım blogu açtım, o zaman hatırladım "Sofranız Şen Olsun"u. Başlamamla bir solukta yarısına gelmem bir oldu. Mutfak kültürüne özel bir ilgi duyan benim için yazılmıştı sanki, hem değişik yemekler, hem değişik bir kültür, hem de doyumsuz anılar.
Kitabın yazarı Takuhi Tovmasyan Ermeni bir ailenin torunu olarak ninelerinin mutfağını ve mutfak kültürünü anlatıyor "Sofranız Şen Olsun"da. Birkaçı dışında tanıdık bir yemek çıkmadı karşıma, bu merakımı ve ilgimi iyice kamçıladı. Ama yakaladığım bazı ipuçları beni çocukluğuma, hiç unutamadığım Ermeni komşularımıza götürdü. Çocukluğumun en eski ve en sevgili arkadaşlarından, saçlı ve gözleri açılıp kapanan bebeğini içten içe kıskandığım Elizabet'i, ağabeyi Noman'ı, annesi yardımsever ve iyi yürekli Valentin teyzeyi andım özlemle. O Valentin teyze ki annemin uzun süre yatmak zorunda kaldığı bir hastalık sırasında o yıllarda pek az ailede bulunan merdaneli çamaşır makinesini ortak balkondan sürükleyerek bizim eve taşımış ve çamaşırlarımızı yıkamıştı. İki yılımız canciğer bir komşuluk ilişkisiyle birlikte geçmişti Valentin teyzelerle, sonra mücevher ustası olan kocasının işleri bozulunca İstanbul'a göç etmişler, bir daha da haber alamamıştık.
Kitabın yazarı Takuhi hanımın da babası mıhlama ustası, takılara taş yerleştiriyor. Yani aynı meslekten. İsmine gelince o da bir komşumuzla ortak; çocuk aklımızla "Takunya" olarak dillendirdiğimiz ve böyle bir ismin neden konduğuna akıl erdiremediğimiz Takuhi teyze ve zarif kızı Olga abla alt katımızda otururdu. Beş yaşımın hamhalatlığıyla bir türlü beceremediğim ip atlamayı bana beş dakika içinde öğretip gönlüme taht kuran Olga abla, Valentin teyzelerden de erken terketti apartmanımızı. Hayalime incecik vücudu, selvi boyuyla yerleşen Olga ablayla 2 yıl evvel bir vesilyle tekrar karşılaştım. Birileri söylemese tanımam mümkün değildi. Hatırladığım kadar uzun boylu olmadığı gibi inanılmaz derecede kilo almıştı. Herşeye rağmen eskilerden uzun uzun söyleştik.
Apartmanımızda en uzun süre oturan, anneannemin bitişik komşusu Madam Ağavni ise apayrı bir alemdi. Ağavni ismi yalnızca kendi ailesinde kullanılırdı, yıllarca komşularının Avniyanım'ı, biz çocukların da Avniyanım teyzesi olarak anıldı. Ufak-tefek sessiz kocası Ohannes ve üç yetişkin oğlu ile o küçücük, sosyal konut tipi daireye nasıl sığarlardı şimdi hafsalam almıyor, üstelik kısa süre sonra büyük oğul evlenecek, gelin de aynı eve gelecek, çok geçmeden iki de torun eklenecekti bu kalabalığa. Nice bayramları, nice yılbaşlarını birlikte geçirdik onlarla. Doğumgünümü kutladıklarında neden "İsim günü" olarak adlandırdıklarını ise bu kitaptan ancak öğrendim. Hediye olarak getirdikleri, 7 yaşımın parmağına bol gelen, ucundan burcumun simgesinin oyulduğu minik bir paranın sarktığı altın yüzük ise zamanın kuyusuna düşüp yitti gitti. Keşke kalabilseydi de bu kitabı okurken serçe parmağıma geçiriverseydim, keşke Valentin teyzeninkini hayal ederek bir kadeh vişne likörü içseydim yanında.
Bu kitapta sözü geçen yemeklerin hiçbirini yemedim onların elinden, bir tek Valentin teyzenin vişne liköründen artan alkollü vişneler düştü payıma Elizabet ile birlikte. Muhtemel ki kendi aile sofralarında benzer yemekler tükettiler ama onun dışında herşeyleri bizimle aynıydı sanki. Tek ayrıksı şey balkona bakan mutfak penceresinin kıyısına dizilen boş şarap şişeleri idi. Çoğunluğunu muhafazakar insanların oluşturduğu apartman halkının kadınları fısıldaşırlardı aralarında "onlar yemekte hep şarap içerlermiş". Ama ne beis, bayram ziyaretlerinde de ağırladık onları, çay sofralarında da. Derin bir komşuluk ilişkisi farklı dinsel inançların ötesine geçmişti. Madam Ağavni'nin ortanca oğlu Civan'ın nikahında kilise sıralarına dizilmiş bir grup başörtülü komşuyu hiç unutamam.
Pişirme ve yiyip içme ritüelleriyle anlatılmış yemeklerin çoğu o cemaate özgü yemekler ama içlerinde tanıdıklarımız da var, bizim aşureye benzer bir tatlıyı onlar yılbaşlarında "Anuşabur" adıyla pişirmekte ve bereket getirdiğine inanmakta, biz de aynı amaçla yapmaz mıyız? Bildiğimiz pilav ve zerde, patlıcan kızartması, isimleri değişik olsa da yapılışları benzer daha nice yemek. Ve hepsinden ilginci, ölüleri anmak için pişirilen hep aynı: İrmik helvası.
Not: Keyifsiz bir günümdeydim, bu nedenle kitabıma bu kez kahve değil, sevgili Yurdanur'un önerisiyle ballı, limonlu adaçayı eşlik etti.
Kitabın yazarı Takuhi Tovmasyan Ermeni bir ailenin torunu olarak ninelerinin mutfağını ve mutfak kültürünü anlatıyor "Sofranız Şen Olsun"da. Birkaçı dışında tanıdık bir yemek çıkmadı karşıma, bu merakımı ve ilgimi iyice kamçıladı. Ama yakaladığım bazı ipuçları beni çocukluğuma, hiç unutamadığım Ermeni komşularımıza götürdü. Çocukluğumun en eski ve en sevgili arkadaşlarından, saçlı ve gözleri açılıp kapanan bebeğini içten içe kıskandığım Elizabet'i, ağabeyi Noman'ı, annesi yardımsever ve iyi yürekli Valentin teyzeyi andım özlemle. O Valentin teyze ki annemin uzun süre yatmak zorunda kaldığı bir hastalık sırasında o yıllarda pek az ailede bulunan merdaneli çamaşır makinesini ortak balkondan sürükleyerek bizim eve taşımış ve çamaşırlarımızı yıkamıştı. İki yılımız canciğer bir komşuluk ilişkisiyle birlikte geçmişti Valentin teyzelerle, sonra mücevher ustası olan kocasının işleri bozulunca İstanbul'a göç etmişler, bir daha da haber alamamıştık.
Kitabın yazarı Takuhi hanımın da babası mıhlama ustası, takılara taş yerleştiriyor. Yani aynı meslekten. İsmine gelince o da bir komşumuzla ortak; çocuk aklımızla "Takunya" olarak dillendirdiğimiz ve böyle bir ismin neden konduğuna akıl erdiremediğimiz Takuhi teyze ve zarif kızı Olga abla alt katımızda otururdu. Beş yaşımın hamhalatlığıyla bir türlü beceremediğim ip atlamayı bana beş dakika içinde öğretip gönlüme taht kuran Olga abla, Valentin teyzelerden de erken terketti apartmanımızı. Hayalime incecik vücudu, selvi boyuyla yerleşen Olga ablayla 2 yıl evvel bir vesilyle tekrar karşılaştım. Birileri söylemese tanımam mümkün değildi. Hatırladığım kadar uzun boylu olmadığı gibi inanılmaz derecede kilo almıştı. Herşeye rağmen eskilerden uzun uzun söyleştik.
Apartmanımızda en uzun süre oturan, anneannemin bitişik komşusu Madam Ağavni ise apayrı bir alemdi. Ağavni ismi yalnızca kendi ailesinde kullanılırdı, yıllarca komşularının Avniyanım'ı, biz çocukların da Avniyanım teyzesi olarak anıldı. Ufak-tefek sessiz kocası Ohannes ve üç yetişkin oğlu ile o küçücük, sosyal konut tipi daireye nasıl sığarlardı şimdi hafsalam almıyor, üstelik kısa süre sonra büyük oğul evlenecek, gelin de aynı eve gelecek, çok geçmeden iki de torun eklenecekti bu kalabalığa. Nice bayramları, nice yılbaşlarını birlikte geçirdik onlarla. Doğumgünümü kutladıklarında neden "İsim günü" olarak adlandırdıklarını ise bu kitaptan ancak öğrendim. Hediye olarak getirdikleri, 7 yaşımın parmağına bol gelen, ucundan burcumun simgesinin oyulduğu minik bir paranın sarktığı altın yüzük ise zamanın kuyusuna düşüp yitti gitti. Keşke kalabilseydi de bu kitabı okurken serçe parmağıma geçiriverseydim, keşke Valentin teyzeninkini hayal ederek bir kadeh vişne likörü içseydim yanında.
Bu kitapta sözü geçen yemeklerin hiçbirini yemedim onların elinden, bir tek Valentin teyzenin vişne liköründen artan alkollü vişneler düştü payıma Elizabet ile birlikte. Muhtemel ki kendi aile sofralarında benzer yemekler tükettiler ama onun dışında herşeyleri bizimle aynıydı sanki. Tek ayrıksı şey balkona bakan mutfak penceresinin kıyısına dizilen boş şarap şişeleri idi. Çoğunluğunu muhafazakar insanların oluşturduğu apartman halkının kadınları fısıldaşırlardı aralarında "onlar yemekte hep şarap içerlermiş". Ama ne beis, bayram ziyaretlerinde de ağırladık onları, çay sofralarında da. Derin bir komşuluk ilişkisi farklı dinsel inançların ötesine geçmişti. Madam Ağavni'nin ortanca oğlu Civan'ın nikahında kilise sıralarına dizilmiş bir grup başörtülü komşuyu hiç unutamam.
Pişirme ve yiyip içme ritüelleriyle anlatılmış yemeklerin çoğu o cemaate özgü yemekler ama içlerinde tanıdıklarımız da var, bizim aşureye benzer bir tatlıyı onlar yılbaşlarında "Anuşabur" adıyla pişirmekte ve bereket getirdiğine inanmakta, biz de aynı amaçla yapmaz mıyız? Bildiğimiz pilav ve zerde, patlıcan kızartması, isimleri değişik olsa da yapılışları benzer daha nice yemek. Ve hepsinden ilginci, ölüleri anmak için pişirilen hep aynı: İrmik helvası.
Not: Keyifsiz bir günümdeydim, bu nedenle kitabıma bu kez kahve değil, sevgili Yurdanur'un önerisiyle ballı, limonlu adaçayı eşlik etti.