Evimizin yanında kocaman bir boş arsa vardı ve bir gün oraya bir yazlık sinema yapıldı. Şenlik ayağımıza gelmişti, üstelik sinemanın duvarları alçak tutulmuştu yani perde dışardan tabak gibi görünüyordu. Sinemanın sahibi aklını ve parasını toparlayıp da dış duvarları yükseltene kadar tam 1 yıl kilimlerimizi serip bardağı 25 kuruştan ayçekirdeği külahlarımız elimizde çitleye çitleye keyifle beleş sinema izledik. Haa, Allah için arada bilet alıp içerden izlediğimiz de oluyordu ama çoğunluk arsadaydık. Ertesi yıl duvarlar yükselince eskisi kadar sık olmasa da film izlemeyi sürdürdük bu defa duvarların içinde. Yalnızca film değildi izlediklerimiz; konserler, folklor ve illüzyon gösterileri, çeşitli derneklerin yararına yapılmış eğlenceler ve siyasi parti liderlerinin seçim konuşmaları. Birgün sinemaya bitişik arsada bir grup yakantop oynuyorduk, hareketlenmeler oldu. Nedir, ne oluyor derken baktık İsmet İnönü geliyor. Bıraktık topu daldık sinemaya, yaşlanmaya başlamış İnönü ile genel sekreteri gencecik ve incecik Bülent Ecevit'i dinleyip tempo tuttuk.
Yazlık sinemaların üç vazgeçilmezi vardı: Tahta sandalyelere koymak için minder, gazete kağıdından yapılma külahlarda ayçekirdeği ve gazoz. Gazoz içilince şişesinin sandalyenin altına bırakılması adettendi. Ayçekirdeği kabukları ise sinemanın çakıl döşeli zemininin üstünde ikinci bir tabaka oluştururdu. Filmin sonuna doğru serinlik başlar, yanımızda getirilen hırkalar giyilir, hırkamızı unutup üşüdüm diye sızlanırsak da bir güzel azar işitirdik yanımızdaki büyüklerden.
Bir süre sonra komşu yazlık sinemamız Güneş'in, yine çok yakınımıza bir de kışlık salonu açıldı. Artık 3 sinemamız olmuştu. törenle açılışı yapıldı kışlık Güneş sinemasının ve neredeyse bütün Yenimahalle halkı gidip gördü oynayan filmi: "Tayga Kahramanları". Tabii ben de gittim ama pek birşey hatırlamıyorum izlediğim filmden. Güneş Sinemasına'da çok gittik ama asıl maceralarımız Seyran Sineması'ndadır. Kısmen renkli filmler olurdu o zamanlar, genellikle Zeki Müren filmleri. "Hayat Bazen Tatlıdır"ı izlemiştim, hiç unutmam, Zeki Müren'in şarkı söylediği sahneler renkli olarak gösteriliyordu. "Bu yağmur, ah bu yağmur, seni bana getirse" adlı bir şarkıyı söylemişti, rüya gibi renkler ve rüya gibi bir dekor hatırlıyorum, çok hoşuma gitmişti.
Sanırım ortaokulun ilk yılındaydım, çok yakın bir mahalle arkadaşımla gidiyordum genellikle filmlere. Bu arkadaşımın 4-5 yaşlarında sarışın, mavi gözlü, tombul bir taşbebek kıvamındaki kızkardeşi nereye gitsek annesi tarafından peşimize takılırdı. Bu durumdan hoşnut olmasak da el mahkum taşırdık ufaklığı. Yine birgün Seyran Sineması'nda "Oliver Twist"i izliyoruz. Filmin en heyecanlı yerinde minik kız tarafından dürtüldük: "Çişim geldi". "Tut biraz" dedi ablası, "Şimdi çıkamayız tuvalete". "Ama çok geldiii" diye mızıldanmaya başladı ufaklık. Film çok heyecanlı, bırakıp çıkmak işimize gelmiyor, öte yandan çocuk neredeyse altına kaçıracak. Dahice bir plan yaptık, oturttuk koltukların arasına küçüğü, "Yap" dedik, çok sıkışmış gariban, saldı şırıl şırıl. Sinema anfi tarzı, arkadan öne doğru eğimli, tabii dere gibi aktı ön tarafa ufaklığın ifrazatı, bir yandan da şırıltı. Evdeki hesap çarşıya uymadı, yakalanacağız. Başladık ayaklarımızla yere vurmaya şırıltıyı kamufle için, ıslaklığı soran olursa "gazoz döküldü" diyeceğiz hesapta. Kokuyu pek kaale aldığımız yok. Ne oldu, nasıl oldu, yakalanmadan atlattık bu vartayı ama çektiğimiz heyecandan filmi hakkıyla izleyebildiğimizi hiç sanmıyorum. Çocukluk işte...
O yıllarda "Ses Dergisi" yayınlanırdı, sinema ağırlıklı bir dergi idi. Bir dönem ünlü sanatçıları, başvuran okuyuculardan kurada çıkanların evine çaya götürdükleri bir kampanya başlatmışlardı. Tesadüf bu ya, o sıralar ününün doruğundaki Murat Soydan Yenimahalle'li bir okuyucunun evine denk geldi kurada. O kalabalığı unutamıyorum. Siyah bir Chevrolet İmpala ile gelen Murat Soydan kalabalıktan zor sıyrılıp gideceği eve ulaşabilmişti. Annelerimiz, anneannelerimiz bile Murat Soydan'ı görmek uğruna dalmışlardı o kalabalığın içine, sonraki günlerde de kabul günlerinin baş konusu olmuştu Murat Soydan'ın bu ziyareti.
"Yumurcak"lar, "Ömercik"ler, "Küçük Hanımefendi"ler, "Tarkan"lar, "Camoka"lar, "Karaoğlan"lar, "Turist Ömer"ler geldi geçti, farkına varmadan büyüdük, Türk filmlerine burun kıvırır olduk. Başka dünyaların, başka yaşamların filmlerine merak saldık. Derken sinemalarda izlenecek film bulamaz olduk. Seks furyası sinema salonlarını girilmez hale getirdi, unuttuk film izlemeyi, sonra bir dönem videolara takıldık. Neyse ki Türk filmleri eski saltanatına kavuştu, sinema eski itibarına ulaştı. Bize de bu şenliğin tadını doya doya çıkarmak kaldı...
Yazlık sinemaların üç vazgeçilmezi vardı: Tahta sandalyelere koymak için minder, gazete kağıdından yapılma külahlarda ayçekirdeği ve gazoz. Gazoz içilince şişesinin sandalyenin altına bırakılması adettendi. Ayçekirdeği kabukları ise sinemanın çakıl döşeli zemininin üstünde ikinci bir tabaka oluştururdu. Filmin sonuna doğru serinlik başlar, yanımızda getirilen hırkalar giyilir, hırkamızı unutup üşüdüm diye sızlanırsak da bir güzel azar işitirdik yanımızdaki büyüklerden.
Bir süre sonra komşu yazlık sinemamız Güneş'in, yine çok yakınımıza bir de kışlık salonu açıldı. Artık 3 sinemamız olmuştu. törenle açılışı yapıldı kışlık Güneş sinemasının ve neredeyse bütün Yenimahalle halkı gidip gördü oynayan filmi: "Tayga Kahramanları". Tabii ben de gittim ama pek birşey hatırlamıyorum izlediğim filmden. Güneş Sinemasına'da çok gittik ama asıl maceralarımız Seyran Sineması'ndadır. Kısmen renkli filmler olurdu o zamanlar, genellikle Zeki Müren filmleri. "Hayat Bazen Tatlıdır"ı izlemiştim, hiç unutmam, Zeki Müren'in şarkı söylediği sahneler renkli olarak gösteriliyordu. "Bu yağmur, ah bu yağmur, seni bana getirse" adlı bir şarkıyı söylemişti, rüya gibi renkler ve rüya gibi bir dekor hatırlıyorum, çok hoşuma gitmişti.
Sanırım ortaokulun ilk yılındaydım, çok yakın bir mahalle arkadaşımla gidiyordum genellikle filmlere. Bu arkadaşımın 4-5 yaşlarında sarışın, mavi gözlü, tombul bir taşbebek kıvamındaki kızkardeşi nereye gitsek annesi tarafından peşimize takılırdı. Bu durumdan hoşnut olmasak da el mahkum taşırdık ufaklığı. Yine birgün Seyran Sineması'nda "Oliver Twist"i izliyoruz. Filmin en heyecanlı yerinde minik kız tarafından dürtüldük: "Çişim geldi". "Tut biraz" dedi ablası, "Şimdi çıkamayız tuvalete". "Ama çok geldiii" diye mızıldanmaya başladı ufaklık. Film çok heyecanlı, bırakıp çıkmak işimize gelmiyor, öte yandan çocuk neredeyse altına kaçıracak. Dahice bir plan yaptık, oturttuk koltukların arasına küçüğü, "Yap" dedik, çok sıkışmış gariban, saldı şırıl şırıl. Sinema anfi tarzı, arkadan öne doğru eğimli, tabii dere gibi aktı ön tarafa ufaklığın ifrazatı, bir yandan da şırıltı. Evdeki hesap çarşıya uymadı, yakalanacağız. Başladık ayaklarımızla yere vurmaya şırıltıyı kamufle için, ıslaklığı soran olursa "gazoz döküldü" diyeceğiz hesapta. Kokuyu pek kaale aldığımız yok. Ne oldu, nasıl oldu, yakalanmadan atlattık bu vartayı ama çektiğimiz heyecandan filmi hakkıyla izleyebildiğimizi hiç sanmıyorum. Çocukluk işte...
O yıllarda "Ses Dergisi" yayınlanırdı, sinema ağırlıklı bir dergi idi. Bir dönem ünlü sanatçıları, başvuran okuyuculardan kurada çıkanların evine çaya götürdükleri bir kampanya başlatmışlardı. Tesadüf bu ya, o sıralar ününün doruğundaki Murat Soydan Yenimahalle'li bir okuyucunun evine denk geldi kurada. O kalabalığı unutamıyorum. Siyah bir Chevrolet İmpala ile gelen Murat Soydan kalabalıktan zor sıyrılıp gideceği eve ulaşabilmişti. Annelerimiz, anneannelerimiz bile Murat Soydan'ı görmek uğruna dalmışlardı o kalabalığın içine, sonraki günlerde de kabul günlerinin baş konusu olmuştu Murat Soydan'ın bu ziyareti.
"Yumurcak"lar, "Ömercik"ler, "Küçük Hanımefendi"ler, "Tarkan"lar, "Camoka"lar, "Karaoğlan"lar, "Turist Ömer"ler geldi geçti, farkına varmadan büyüdük, Türk filmlerine burun kıvırır olduk. Başka dünyaların, başka yaşamların filmlerine merak saldık. Derken sinemalarda izlenecek film bulamaz olduk. Seks furyası sinema salonlarını girilmez hale getirdi, unuttuk film izlemeyi, sonra bir dönem videolara takıldık. Neyse ki Türk filmleri eski saltanatına kavuştu, sinema eski itibarına ulaştı. Bize de bu şenliğin tadını doya doya çıkarmak kaldı...
Leylak' cığım çok değerli anılar bunlar.Baba inönü ve karayağız genç genel sekreter Ecevit.Ne güzel, ne komik ne heyecanlı anılar. Hayat bazan tatlıdır' da Belgin tekerlekli iskemledeydive koca tembel ben bir dönem ona özendim. Ben oturayım birileri beni istediğim yere götürsün.(Töööbe) O filmin rüya sahneleri renkliydi ve bol balonluydu. Bir benzer anı daha yakaladım. Ses dergisi furyasında Fatih' teydik. En üst kattaki Esin ablaya Gönül yazar gelmişti.
YanıtlaSilGazeteciler, fotoğraflar.
Çok güzeldi, yine zevkle heyecanla okudum. Ellerine sağlık. Sevgiler...
Tüm yaşadıklarımın yansıması çok güzel oldu bu gece.
YanıtlaSilYazlık sinemanın yanında arkadaşımız otururdu, her filim değiştiğinde ordaydık. Tabi taşınana kadar.
Sonrada minder, gazoz, çekirdek şenliğine başladık tabi ki.
Ellerine sağlık, çok teşekkürler.
Sevgiler...
Nasıl bir hafızadır bu ? Özel bir ilacı mı var, genetik mi? Pes dedim satırları okurken.
YanıtlaSilBu hafızanın onda biri yok bende. Eğer bir yerlere not aldıysam ya da atmayıp fişini falan sakladıysam eskiden yaptıklarımı hatırlayabiliyorum ancak :)
İzmir'de Yapıcıoğlu semtinde 3 yazlık sinema hep gitmişizdir. Evimizin karşısındaki Çiçek sineması, Ünal sineması ve Şenocak sineması.
YanıtlaSilFilmin sonuna doğru yere atılan çiğdemler bir rüzgarla savrulurdu :)-özellikle yaz sonu gibi-
Film başladğında kantinde kırmızı ışık yanardı. Film aralarında da mutlaka kızlar oğlanlar gezinirlerdi sinemada niyeyse?
Yine film ara verdiğinde kantinci gazoz açağını gazozlara sürter ses çıkarır satış yapmaya çalışır, ne kadar tok gitsek te o sucuklu tostun kokusu başımızı döndürürdü.
Localar vardı oraya iki üç aile birleşerek otururdu.
Ünal sinemasında bir akşam ;Orhan Gencebayın filmi ama elektirkler bi kesildi. Say say 50'ye 100'e kadar gelmez elektrikler.Biletlerin arkasına yazıldı ertesi akşam tekrar gittik izlemeye :)
Birde en kötüsü küçüğüz önümüze uzun boylu biri oturdumu aman Allah'ım filmi izlemek ne mümkün sinir olurduk yaaa...
Bi gece kardeşimle gittik zaten sinema evin karşısında birden kardeşim yana doğru düşmeye başladı sandalyede uyumuş.arkamızdan bir ses "ayyy çocuk düşüyor" filmin sonunu beklemeden karanlıkta çıktık bizi tanımasınlar diye o kadar utandık yani :)))
ayy daha neler neler yaaa.
ahh o yazlık sinemalar...
Ne şanslıyız yazlık bizim hayatlarımızdan yazlık sinemalar geçtiği için Nurşen'ciğim.
YanıtlaSilBenim de en imrendiğim şey, yazlık sinema etrafında bir yerlerde oturmak ve balkondan bedava film izlemekti. En azından 1 sene boyunca keyfini sürmüşsünüz yandaki arsadan. Murat Soydan hikayesine bayıldım:)Aklıma eski türk filmlerinden sagneler geldi...
YanıtlaSilBiz sahil çocukları, akşama kadar denizde pestilimiz çıktığı, yazlık sinema satine kadar da sahillerde , bisiklete bindiğimiz için tam sinema başlayacağı zaman, uykumuz gelirdi. Ama çok küçüğüm , akşam çay bahçesinde oturuyoruz. Çok kalabalığız hatırımda kalan. Hadi sinemaya dediler. Film nedir ne değildir, daldık hep birlikte. Oynayan film Anjelik Sarayda. Biz çocuklar ilk kez böyle bir şeyle karşılıyoruz, ohooo , ama annemle babam bizi topladıkları gibi filmin ilk çeyreğinde çıktık dılarıya.
YanıtlaSilSizn arsadan film izleme hikayesi aynı Vizonteledeki gibi olmuş. Desene her o yıllar da yaşayan her Türk insanının böyle bir hikayesi var. Sevgilerimle