Sabahın köründe evden çıkma sebebim kuaföre gitmekti, zira beyaz teller "İşte geldim burdayım, ben bu işte ustayım" demeye başlamıştı. Sokak buz gibi soğuk, kuaför salonu sokaktan biraz daha az soğuktu. Kuaförüm "Bi tey iter mitiniz?" şeklindeki rutin sorusunu yineleyip olumsuz cevabı aldıktan sonra işine döndü. Zaten konuşkan biri değildir, kalfası da keza. Bu da benim çok işime geliyor, zira çok konuşan kuaförlerden rahatsız olurum. Saçım boyandıktan sonra yıkanıncaya kadar geçen süreyi bir yandan üşüyüp bir yandan İnci Aral'ın kitabı "Sadakat"i okuyarak değerlendirdim. Yıkama zamanının gelişi ile kitabın bitişi senkronize oldu, son sayfayı okudum ve boyaları akıtmak için eviyeye oturdum. "Sadakat"; güzeldi diyebilirim ama yazarın daha güzel kitaplarını da okudum. Bende garip bir saplantı vardır, bir yazarı seversem eğer onun külliyatını takip ederim, bütün kitaplarını alır ve okurum. Beğenmediklerim de olur elbette ama bu önemli değildir, her yeni çıkan kitabı almaya devam ederim. Benim için İnci Aral'ın en sevdiğim kitabı K.Maraş olaylarını anlattığı "Kıran Resimleri" dir, içim ezile ezile, insanın insana yaptığına şaşa şaşa okumuştum o zehirden acı öyküleri. Kısacası İ. Aral'da benim vazgeçilmez yazarlarımdandır, kendisiyle Antalya'da bir imza gününde tanıştım, okuruna bu kadar yakın, bu kadar alçakgönüllü çok az yazar gördüm. Bir Cumartesi günüydü ve Antalya'da çok fazla kültürel etkinlik vardı, o nedenle hayli tenhaydı imza gününün yapıldığı kitabevi ve bu da benim için çok cazip bir durumdu, zira imza alan az sayıda kişiyi savdıktan sonra birkaç okurla uzun uzun sohbet etmiştik. Fotoğraflarından çok daha hoş, şık, zarif ve son derece sıcak bir insandı. Nelerden konuşmadık ki. Sonra elimdeki ateller dikkatini çekti, o sıralar carpal tunnel sendromum atağa kalkmış ellerimdeki uyuşma artmıştı, her iki elimde de koruyucu çelik atel taşıyordum. Sebebini sordu, anlattım. Eşinin çok iyi bir fizyoterapist olduğunu ve bu konuda ne yapabileceğimi danışıp bana haber vereceğini söyleyerek telefon numaramı aldı. Numarayı verdim ama işin açıkcası bir beklentim yoktu. Aradan üç gün geçti, bir ikindi üstü telefon çaldı, açtım. "Merhaba" dedi kibar bir ses, "Ben İnci Aral". Eşiyle konuştuğunu, uzaktan birşey söylemenin zor olduğunu, İstanbul'a gelirsem aramamı, muayene için eşiyle görüştüreceğini söyleyerek telefon numarasını verdi. Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı, verdiği sözü tutması, alt tarafı bir kez görüştüğü bir okuru ile bu şekilde ilgilenmesi çok duygulandırmıştı beni. Artık vazgeçilmez yazarlarım arasında daha bir üst sıraya yükselmişti. İki yıl sonra tatil için gittiğim Akyaka'da düzenlenen "Edebiyat Günleri" etkinliğinde tekrar karşılaştık ve çok şaşırtıcı ki hatırladı, hem de elimdeki atele kadar. Bu kadar sıcak, bu kadar okuruna yakın bir yazarı sevmemek mümkün mü? "Sadakat" psikolojik yönü ağır basan bir roman; evliliği, ihaneti, karı-koca, kardeş ilişkilerini sorgulayıp derin ruhsal çözümlemeler yapıyor. Zaman zaman okuru gerilime sokan durumlar da ortaya çıkıyor. Sonuçta ben okudum ve sevdim, sevmemem mümkün değil zaten, söyledim ya İnci Aral benim yazarlarımdan biri, alışveriş listesini bile okuyabilirim ama daha güzel romanları var tabii ki.
Öğlen arkadaşımla birlikte yemek yedikten sonra birkaç alışveriş için sağa sola uğradım. Girdiğim dükkanlar arasında bir şarküteri de vardı. Kitapçılardan sonra en sevdiğim alışveriş mekanlarından biridir şarküteri mağazaları. Ekmeğimi kolumun altına alıp oradaki kokuları koklayarak doyabilirim, öyle caziptir yani benim için. Her neyse hemen önümden yaşlı bir hanım girdi. 80 civarında, özenli giyimli, kibar görünümlü bir hanımdı. Pastırma-sucuk satılan tezgahın önünde durup sırasını bekledi sonra da satıcıya vitrindeki pastırma kalıplarından hangisi tavsiye edeceğini sordu. Satıcının hepsi güzel, seçin birini demesi üzerine de bir tanesini işaret etti. Kesmek için tezgaha alan görevliye "Güzel mi?" diye sordu, "Güzel" cevabını alınca da "Çok güzel olanı yok mu?" dedi. Tezgahtar hoşgörüyle gülümseyip "Bu da çok güzel" diye överek doğramaya başladı ve miktarını sordu. "Bir kilo" dedi yaşlı hanım, "2 tane 250 gramlık, 1 tane de yarım kiloluk paket yapın lütfen". Neredeyse "Vaaaaavv" diye tezahürat yapıp alkışlayacaktım hanımı, bu devirde hangi insan evladı bir batında bir kilo pastırmayı tereddütsüz alır yahu? İçimden hanımın fotoğrafını çekip "Günün Müşterisi" başlığı altında duvara asmak geçti. Sonra senaryoyu kurguladım, 2 adet 250 gram, 1 adet yarım kilo pastırmayı bu hanım kendi yiyemeyeceğine göre muhtemelen çocuklarına götürecek. Acaba 250 gramlıklar kızlara, yarım kilo olan oğluna mı yoksa tam tersi mi? Gelinden memnunsa yarım kilo oraya gider muhtemelen, yok eğer damatla arası iyiyse oğullar 250 gramla kifayet etmek durumundalar. Bu konuya o kadar kafa yormuşum ki o arada hanım çıkmış gitmiş, tezgahtarın bana seslenmesiyle kendime geldim. Alacağımı alıp kendime gülerek çıktım dükkandan.
Gerek sokakta, gerek kuaför salonunda epeyce üşüdüğüm için bir ilaç alıp hasta olmamayı umarak fıstık yeşili battaniyemin altına büzüldüm TV izlemek için. Gün ola harman ola...
Bu gün ışığını görmeyince merak etmiştim bende,
YanıtlaSilgüle güle kullan saçlarını.
Yazıyı okudum, sevdim, her zamanki gibi çok şirin yine,hepsini anladım da o en sonundaki "gün ola harman ola"yı çözemedim.
Sevgiler...
Yani Nurcuğum, hafiften bir kırıklık halim mevcut, hasta olup olmama babında kullanmıştım o lafı. Sevmediysen kaldırırım canımcım:)) Biraz politikacı lafına benzemiş di mi:)
YanıtlaSilİyi geceler diliyorum...
Yok be gülüm sevmedim değil de nereye çekeceğimi bilemedim. Aman dikkat yine mikroplar tozu dumana katıyor ortalığı. Hastayım bende atamıyorum bir türlü.
YanıtlaSilSevgiler
Güzel bir pazar hem de İnci Aral'lı.Sen de pastırma aldın mı?
YanıtlaSilSevilay
Aman sakın hasta olmayın! Ben de ne zaman kuaföre gitsem vücudum kırılır,nezle olurum. Dikkat edin kendinize..sevgiyle.
YanıtlaSilSakın hastalanma Nurşen'cim.
YanıtlaSilHava gerçekten çok soğuk.
İnci Aral yazdıysa güzeldir, okounmaya değerdir mutlaka.
Ben de başlayacağım en kısa sürede.
Hatta şimdi bu gece bile başlayabilirim:)
umarım hasta olmazsınız. Ama sanki aklınız pastırma alan kadın da kalmış gibi geldi bana. Keşke deyiverseydiniz "Hanımefendi buyrun bana gidelim şu pastırmacıklara birer yumurta kıralım, iki çift muhabbetinde belini kırıverelim" nasıl olur du? :)))
YanıtlaSilSevgili arkadaşlarım hasta olmadım şükür. Pastırma meselesine gelince, ben de aldım tabii ki. O mandranın pastırması süper olur ama elbette 1 kilo değil, cüzi bir miktardı benimki. Sadece pahalı oluşundan değil tabii, bu lezzetli şey heryeri pek fena kokutuyor:))
YanıtlaSilHepinize sevgiler yolluyorum...