Bulanık, yağışlı, sıkıcı bir Pazar gününü kurtaracak en iyi şeyin film izlemek olduğuna karar vererek başladım güne. Ama öncesinde mutfağa girip biraz hamaratlık gösterisi yaptım. Öyle tembel oldum ki son günlerde, konsantre bir Tatlı Cadı siparişi vermek istiyorum. Şişe içinde bir kenarda duracak, ihtiyaç olduğunda çıkarıp suya ıslatacaksın şişecek, normal boyuta geçecek. Sonra bir oynatacak burnunu şipşak heryer tertemiz, ardından mutfağa, ikinci bir burun oynatma ile kap kap yemekler tezgahın üstüne sıralanacak. Uğraşmasın, çamaşırı ben yıkarım gerçi işaret parmağım biraz yorulacak ama olsun. Ütü zamanı bir burun oynatma daha rica edeceğim sonra sıkacağım suyunu, tekrar şişenin içine. Off, hayali bile güzel.
Hayal karın doyurmuyor ne yazık ki. O yüzden önce dün Trabzon fuarından aldığım kırık mısır ve evdeki kabuksuz buğdayı haşlayıp ağzıma layık bir yoğurt çorbası pişirdim. Yoğurt çorbası hayatımın çorbasıdır, utanmasam bir tencereyi tek başıma içerim. Lakin yoğurt süzme olacak, içine de pirinç yerine aşurelik buğday ya da bugün yaptığım gibi mısır konacak, ohh miss. Çorba kaynarken bir de poğaça yaptım birazı peynirli, birazı kuru domatesli, kekikli. Poğaçayı fırına attım, pişen çorbadan aile boyu bir kupaya doldurdum ve film izlemek üzere konuşlandım ekran başına.
Filmin adı "Hayat Var", bir Reha Erdem yapımı. Çocukluktan ergenliğe geçme sancıları içindeki küçük Hayat, balıkçılığın yanısıra bir sürü yasadışı iş yaparak hayata tutunmaya çalışan bir baba, oksijen tüpüne bağlı yatalak bir dede, bütün sevgisini ikinci kocasından doğurduğu oğlana adamış ilgisiz bir anne, kuralcı bir üvey baba, tuhaf komşular, tacizci esnaflar, eve girip çıkan her tür garip insan, çıkarcı arkadaşlar, anlayışsız öğretmenler arasında, sevgisizliğin doruğunda yoksul yaşamını sürüklemeye çalışmaktadır. İstanbul'un, özellikle Boğaz'ın fon oluşturduğu, cam kırılmalarının, siren ve silah seslerinin, Orhan Gencebay şarkılarının film müziği olarak kullanıldığı, her türlü arabesk ögenin yoğun varlığına rağmen arabesk olmayan bir film. İnsanı çarpan, göğsüne taş gibi oturan bir film. Fırsat buldukça cenin pozisyonu alıp parmağını emen Hayat'ın film boyunca inleme, ninni, şarkı arası bir sesle mütemadiyen mırıldanması çarpıcı etkiyi artırıyor, buna yatalak dedenin gürültülü soluk alışları da dahil. Filmin sonunda Hayat'ın yüzü ilk kez gülüyor gülmesine de bu gülüşün kalıcılığı konusunda pek emin olamıyorsunuz. Hasılı insanın tepesine küt diye inen bir film bu, vurgun yemiş gibi oluyorsunuz ama izlemeye değer. Hele ki Hayat rolünde Elit İşcan'ın oyunu tartışmasız olağanüstü. 2008 Festivalinde saati denk gelmemişti, sinemalarda izleme olanağı da bulamamıştım, iyi ki kızkardeş DVD'sini vermiş yoksa çok iyi bir filmi kaçıracakmışım. Sizlere de tavsiye olunur...
Hayal karın doyurmuyor ne yazık ki. O yüzden önce dün Trabzon fuarından aldığım kırık mısır ve evdeki kabuksuz buğdayı haşlayıp ağzıma layık bir yoğurt çorbası pişirdim. Yoğurt çorbası hayatımın çorbasıdır, utanmasam bir tencereyi tek başıma içerim. Lakin yoğurt süzme olacak, içine de pirinç yerine aşurelik buğday ya da bugün yaptığım gibi mısır konacak, ohh miss. Çorba kaynarken bir de poğaça yaptım birazı peynirli, birazı kuru domatesli, kekikli. Poğaçayı fırına attım, pişen çorbadan aile boyu bir kupaya doldurdum ve film izlemek üzere konuşlandım ekran başına.
Filmin adı "Hayat Var", bir Reha Erdem yapımı. Çocukluktan ergenliğe geçme sancıları içindeki küçük Hayat, balıkçılığın yanısıra bir sürü yasadışı iş yaparak hayata tutunmaya çalışan bir baba, oksijen tüpüne bağlı yatalak bir dede, bütün sevgisini ikinci kocasından doğurduğu oğlana adamış ilgisiz bir anne, kuralcı bir üvey baba, tuhaf komşular, tacizci esnaflar, eve girip çıkan her tür garip insan, çıkarcı arkadaşlar, anlayışsız öğretmenler arasında, sevgisizliğin doruğunda yoksul yaşamını sürüklemeye çalışmaktadır. İstanbul'un, özellikle Boğaz'ın fon oluşturduğu, cam kırılmalarının, siren ve silah seslerinin, Orhan Gencebay şarkılarının film müziği olarak kullanıldığı, her türlü arabesk ögenin yoğun varlığına rağmen arabesk olmayan bir film. İnsanı çarpan, göğsüne taş gibi oturan bir film. Fırsat buldukça cenin pozisyonu alıp parmağını emen Hayat'ın film boyunca inleme, ninni, şarkı arası bir sesle mütemadiyen mırıldanması çarpıcı etkiyi artırıyor, buna yatalak dedenin gürültülü soluk alışları da dahil. Filmin sonunda Hayat'ın yüzü ilk kez gülüyor gülmesine de bu gülüşün kalıcılığı konusunda pek emin olamıyorsunuz. Hasılı insanın tepesine küt diye inen bir film bu, vurgun yemiş gibi oluyorsunuz ama izlemeye değer. Hele ki Hayat rolünde Elit İşcan'ın oyunu tartışmasız olağanüstü. 2008 Festivalinde saati denk gelmemişti, sinemalarda izleme olanağı da bulamamıştım, iyi ki kızkardeş DVD'sini vermiş yoksa çok iyi bir filmi kaçıracakmışım. Sizlere de tavsiye olunur...
Öyle bir şişeye acilen benim de ihtiyacım var. Biri gelmese hiç bir şey yapacak halim yok kendim için.Allahtan gecikmiş bir Koray doğum günü kutladık da biraz ayağa kalktım.
YanıtlaSilPirinçli yoğurt çorbası benim de favorim. Buğdaylısını bir komşum güzel yapar bana da verir. Mısırlı hiç denemedim.Kuru domates ve kekikli poğaça senden duydum ve çok ilgimi çekti.
Anladığım kadarıyla film tgerçekten güzel.İlk Fırsatta bir şekilde edinip seyretmeli.
İyi haftalar Leylak' cım...
Yoğurtlu çorba mı? mmmmmhh,koktu burnuma sanki...
YanıtlaSilSıcak sıcak iyi giderdi.Rica teske tarif alabilir miyiz,ben bir yayla çorbası versiyonunu biliyorum da...
Filmi de izleyelim,kaçırmayalım...
Leylak Dalıcım bu yorumu sana bahar gibi bir İstanbul gününden yazıyorum. Henüz uyanmış bile sayılmam hatta:)))
YanıtlaSilFilm çok güzele benziyor ama bu günlerde daha neşeli bir şeyler izlemek okumak istiyorum. Hatta elimdeki Muz Sesleri bitsin, Sofi Kinsella okuyacağım:))) .
ben de diyorum ki bu kızcağız o dizideki rolünden daha iyi olmalı diye. haklıymışım :)
YanıtlaSilAsucum,
YanıtlaSilBahar gelmeden çarptı hepimizi, bir de gelse ne olacak halimiz bilmiyorum valla. Ah o şişe, olsa ne iyi olurdu değil mi? Kuru domatesi kekik ve yağla karıştırılmış ve doğranmış olarak bir markette buldum ve peynir yerine onu koydum pohacaya çok da güzel oldu. Koray'a tekrar nice yıllar, rahmetli ablanın oğluydu değil mi yanılmıyorum? Film gerçekten güzel ama iç acıtıcı, izlemek sana kalmış artık. Çok öpüyorum.
Buğdaycım,
Yayla çorbası gibi yapıyorum bende. Yani yumurta, biraz un ve yoğurdu çırpıp haşladığım kırık mısır ve buğdayı ılıyınca yavaş yavaş ekliyorum, oy oy oy, yeme de yanında yat, ne yatcan be, ye götürrrr:)) Öptüm canım.
Lalemcim, canımcım,
Valla bura bahar gibi falan değil daha, ben de bıktım. Antalyaaa diye melemekteyim ya az kaldı neyse ki. Sofi Kinsellanın kitabı bende de vardı, dur okuyayım unutmuşum. Sevgiyle...
Nalancım,
Gerçekten o dizi çok sudan kalmış bu kızdaki yetenek için. Filmi izlemeni öneririm, olağanüstü bir oyun çıkarmış. Sevgiyle...