Puslu ve rutubetli bir Pazar gününe her yanım ağrıyarak uyandığım için kahvaltı sonrası ilk işim ağrı kesici almak oldu. Her ne kadar bir nefrolog arkadaşım ağrı kesicilerin böbreklerin baş düşmanı olduğunu ve zinhar içmemem gerektiğini söylese de bu tavsiyeyi gözardı etmek zorunda kaldığımı belirteyim. Hem bunu bana değil ağrıyan organlarıma tebliğ etsin ki belki ekip arkadaşları olan fasulyelere acıyıp bir daha ağrımazlar.
Bir parti çamaşırı makinenin sıcak kucağına emanet ettikten sonra yerleştim yine bilgisayarın başına. Koca bir çiftlik arazisi dolusu kuşkonmazı hasat edip yerine gelincik ektim. Onca kuşkonmazı nerede pazarlayacağımı kara kara düşünmekteyim, en iyisi Nişantaşı-Etiler civarındaki manavlarla ve 5 yıldızlı otellerle bir görüşmek. Bloglararası ufak bir gezintiden sonra biraz garip isimli kitabımla (Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar) ilgilendim, edebi bir değeri olduğunu söyleyemeyeceğim ama konu olarak ilgi çekici, gerçek bir olaydan hareketle beat kuşağını anlatıyor. Yazarlardan birinin, Jack Kerouac'ın "Yolda" isimli kitabını da alınacaklar listeme ekledim. Yeteri kadar okuduğuma kanaat getirdikten sonra ani bir ilhamla kurabiye pişirmeye karar verdim. Aslında pişirmesem iyi olacaktı, zira saatlerce bilgisayar başında oturup atıştırmaktan koordinatlarım epey genişledi. Buna çözüm olarak da boy aynasına bakmaktan kaçınmak dışında birşey yapmıyorum. Pasta tariflerini aklımda tutamam, tarif defterimi Antalya'da bırakmış olmamdan dolayı da internetteki yemek bloglarında şöyle bir gezinip basit bir kurabiye tarifi aradım ve abartısız birinde karar kılıp geçtim mutfak tezgahına.
Ana malzemeleri eksiksiz ve ölçüsüne uygun olarak ekledim birbiri ardınca. Genel olarak kurabiyeden, özelinde de içinde ekstra çerez barındırmayanlarından hoşlanmadığım için bir miktar ceviz, likapa denilen yaban mersininden bir avuç, yarım çay kaşığı zencefil ve iki çay kaşığı tarçın ekledim. Sonuçta ortaya hamur değil un helvası kıvamında birşey çıktı. Yok ben bir daha internet tarifleriyle iş yapmayacağım, geçen gün yaptığım poğaça da hiç güzel olmadı, hayatımda yediğim en güzel kurabiyeyi ise geçen gün ziyaretine gittiğim arkadaşımın annesi yapmıştı, tipik anneanne kurabiyesiydi, muhteşem bir kıvam ve lezzet. Önünde şapka çıkarıyorum Müjgan teyze.
Neyse, uğraş didin malzemeyi önce hamur kıvamına, sonra yuvarlayıp kurabiye formuna getirdim, üstlerine birer ceviz yapıştırıp verdim fırına. Gidip gelip fırın camından içeriye baktıkça gözlerim büyüdü. Zira benim yuvarladığım ceviz boyutundaki kurabiyelerin koordinatları da aynı benim gibi genişlemiş, şekilleri de daireden kareye dönüşmüştü. "Kader utansın, üzüm üzüme baka baka kararırmış" dedim ve çıkardım pişince tepsiyi fırından. Görünümü yukarıdaki fotoğraftan da anlayacağınız gibi çay kurabiyesinden ziyade acıbadem kurabiyesine benzemişti. Tadınca farkettim ki lezzeti de benziyor. Biraz sert olmasının dışında sorun yok, neyse ki kaplama da olsa henüz dişlerimiz var, yiyebilecek durumdayız.
Hasılı Pazar kurabiyesi macerası bu şekilde sonuçlandı. Ben bir süre unlu işlere girişmesem iyi olacak. Şimdi gidip çay koyayım ve kare formlu çakma acıbadem kurabiyelerim eşliğinde içeyim. Kalın sağlıcakla...
*Yuvarlağın Köşeleri: Özdemir Asaf şiiri
Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.
Bir parti çamaşırı makinenin sıcak kucağına emanet ettikten sonra yerleştim yine bilgisayarın başına. Koca bir çiftlik arazisi dolusu kuşkonmazı hasat edip yerine gelincik ektim. Onca kuşkonmazı nerede pazarlayacağımı kara kara düşünmekteyim, en iyisi Nişantaşı-Etiler civarındaki manavlarla ve 5 yıldızlı otellerle bir görüşmek. Bloglararası ufak bir gezintiden sonra biraz garip isimli kitabımla (Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar) ilgilendim, edebi bir değeri olduğunu söyleyemeyeceğim ama konu olarak ilgi çekici, gerçek bir olaydan hareketle beat kuşağını anlatıyor. Yazarlardan birinin, Jack Kerouac'ın "Yolda" isimli kitabını da alınacaklar listeme ekledim. Yeteri kadar okuduğuma kanaat getirdikten sonra ani bir ilhamla kurabiye pişirmeye karar verdim. Aslında pişirmesem iyi olacaktı, zira saatlerce bilgisayar başında oturup atıştırmaktan koordinatlarım epey genişledi. Buna çözüm olarak da boy aynasına bakmaktan kaçınmak dışında birşey yapmıyorum. Pasta tariflerini aklımda tutamam, tarif defterimi Antalya'da bırakmış olmamdan dolayı da internetteki yemek bloglarında şöyle bir gezinip basit bir kurabiye tarifi aradım ve abartısız birinde karar kılıp geçtim mutfak tezgahına.
Ana malzemeleri eksiksiz ve ölçüsüne uygun olarak ekledim birbiri ardınca. Genel olarak kurabiyeden, özelinde de içinde ekstra çerez barındırmayanlarından hoşlanmadığım için bir miktar ceviz, likapa denilen yaban mersininden bir avuç, yarım çay kaşığı zencefil ve iki çay kaşığı tarçın ekledim. Sonuçta ortaya hamur değil un helvası kıvamında birşey çıktı. Yok ben bir daha internet tarifleriyle iş yapmayacağım, geçen gün yaptığım poğaça da hiç güzel olmadı, hayatımda yediğim en güzel kurabiyeyi ise geçen gün ziyaretine gittiğim arkadaşımın annesi yapmıştı, tipik anneanne kurabiyesiydi, muhteşem bir kıvam ve lezzet. Önünde şapka çıkarıyorum Müjgan teyze.
Neyse, uğraş didin malzemeyi önce hamur kıvamına, sonra yuvarlayıp kurabiye formuna getirdim, üstlerine birer ceviz yapıştırıp verdim fırına. Gidip gelip fırın camından içeriye baktıkça gözlerim büyüdü. Zira benim yuvarladığım ceviz boyutundaki kurabiyelerin koordinatları da aynı benim gibi genişlemiş, şekilleri de daireden kareye dönüşmüştü. "Kader utansın, üzüm üzüme baka baka kararırmış" dedim ve çıkardım pişince tepsiyi fırından. Görünümü yukarıdaki fotoğraftan da anlayacağınız gibi çay kurabiyesinden ziyade acıbadem kurabiyesine benzemişti. Tadınca farkettim ki lezzeti de benziyor. Biraz sert olmasının dışında sorun yok, neyse ki kaplama da olsa henüz dişlerimiz var, yiyebilecek durumdayız.
Hasılı Pazar kurabiyesi macerası bu şekilde sonuçlandı. Ben bir süre unlu işlere girişmesem iyi olacak. Şimdi gidip çay koyayım ve kare formlu çakma acıbadem kurabiyelerim eşliğinde içeyim. Kalın sağlıcakla...
*Yuvarlağın Köşeleri: Özdemir Asaf şiiri
Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.
canımmmm,
YanıtlaSilne tesadüf
dünya ne kadar küçük değil mi???
bakarsın biz de buluşuruz bir gün
haberleşelim görüşelim bence
tesadüflere bırakmadan
kurabiye güzel görünüyor
kendine haksızlık etme bence
lezzeti yerindedir
öptüm seni
bazen tarfilerin tutmadığı olur üzülme.... belki yazan dalgınlıkla birşeyler yazmayı unutmuştur....
YanıtlaSilellerinize saglik afiyet olsun.
YanıtlaSilLeylakcığım vallahi nefis görünüyor kurabiyeler.Ellerine sağlık!
YanıtlaSilGörünüş gerçekten enfes. Tadı da güzel diyorsun.
YanıtlaSilBelki senin düşündüğün farklı bir şeydi. Bu kilolar nasıl verilecek Leylakcım yaw. Bu arada depresyondan herhalde habire yiyorum ben de.
Umarım neşeli bir haftaya uyanırız.
Merhaba, dert etmeyin kendinize, tariflerin bazen tutmayacagi tutuyor:)) Demek sabah sabah sizde ciftlikle ugrasiyorsunuz:)) Ürünlerinizi pazarliyacak yer buldunuzsa bana da haber verirmisiniz, bende de bir tarla dolusu üzüm varda:))
YanıtlaSilKilo vermek istiyorsaniz, Mehtabin oraya bir ugrayin derim "mevsimlerdenroma.blogspot.com"
Sevgilerimle
Olmuş olmuş :) Karesi de şişmanlatıyor, yuvarlağı da :)) Afiyet olsun öğretmenim,sevgiler Zehr@
YanıtlaSilAfiyet olsun.
YanıtlaSil