Bugün benim günümdü. Böyle bir adetim vardır, 2-3 ayda bir aklıma esen bir günü kendime tahsis eder, kafama göre takılırım. Normalde almayacağım şeyleri alır, yemiyeceğim şeyleri yer, kısıtlamadan yaşamanın tadını çıkarırım. Akşamdan karar vermiştim, sabah da uygulamaya koydum. Evden çıkana kadar birtakım aksilikler olmadı değil, ayakkabılarımı giyerken gördüm ki ojelerimi silerken aseton damlattığım bluzumda iki adet kocaman pembe leke oluşmuş. Mecburen değiştirdim, tekrar ayağımı ayakkabıya uzattım çorabım kaçmış, hadi onu da yeniledik. Nihayet kapıdan çıktım iki kat indim ki şemsiyemi almadığımı farkederek geri döndüm. Hasılı maceralı bir çıkış yaşadım ama sonunda kendimi otobüse yerleştirmeyi başardım. Tıklım tıklımdı otobüs. Neyse ki benden başka öksürüp aksıran yoktu, ben de utandığım için öksüremedim inene kadar zorladım kendimi. Arkadaki beşli koltuğun tam ortasına yerleşip şeref tribününde maç seyreder gibi gözledim otobüstekileri. Pazar yerine yakın bir duraktan ellerinde sebze meyve torbalarıyla hanımlar bindi. Yanımda oturan orta yaşlı bey şöylece bir süzdü onları, torbalarının ağzını bağlamalarını emretti. İnerlerken de aceleyle birkaç mandalini yere düşürünce arkalarından epeyce söylendi, "bunlar da kadın mı, beceriksizler, torba taşımayı bile bilmiyorlar" diye. Öksürmeye başlarım diye dilimi tuttum ama içimden adamı dövmek geldi. Zaten otobüsün ön tarafında oturanlarla şoför arasında içerisinin çok sıcak olduğu, kaloriferlerin kapatılması gerektiği konusunda sıkı bir tartışma yaşanıyordu, bir ikinci fazla olacaktı.
Neyse kazasız, belasız, tartışmaya falan karışmadan indim otobüsten ve yine yokluğumda açılmış nisbeten mütevazı ölçülerde bir alışveriş merkezine daldım. Niyetim internetten ayırttığım "Piyano Festivali" konser biletlerimi almaktı Biletix noktasından. Biletleri halledince alt katta farkettiğim D&R'a girdim. Bazı kitaplarda indirim, indirim de değil, sabit fiyat uygulaması vardı. Selim İleri'nin Doğan Kitap'tan çıkan bütün kitapları 4 lirayla etiketlenmişti. Lakin ben şanım yürüsün diye yeni çıkan pahalı kitabını aldım. Neden mi? Hadi sorun neden? Çünküüü kitabın adı: "İstanbul, İlk Kitabımda Leylak" idi. Adam benim için yazmış ayol, nasıl almam. Onore oldum şahsen. 4 liralıklar mahzun kalmasın diye aralarındaki bende olmayan tek kitabı, "İstanbul, Lale ile Sümbül" ü de ilave ettim (kısmetim çiçekten açıldı). Latife Tekin'in son kitabı ile İlhan Eksen'in "Çokkültürlü İstanbul Mutfağı" nı da alarak D&R daki alışverişi sonlandırdım. Ödeme yaparken farkettim ki kitaplar hep İstanbul üstüne olmuş. Olsun, severiz kendisini. Bu arada midemden "acıktım" sinyali alıp üst kata çıktım. Akhisar'ın meşhur köftecisi Ramiz'in şubesi açılmış, yerleştim bir masaya "Kaşarlı Ramiz Köfte" istedim. Garson bankoya "Kaşar Ramiz" diye bağırınca aklıma "Az kaşardan tost, çok kaşardan dost olmaz" özlü sözü geldi ve bu Ramiz'le dost olmamaya karar verdim. Kendileri masama teşrif edene kadar kağıttan Amerikan servisin üstüne basılı olan, iki romandan alıntı Köfteci Ramiz bölümlerini kıraat ettim. Kaşar Ramiz gelince de aramızda bir dostluk gelişmesin diye yüzgöz olmadan hemen indirdim mideye. Ramiz'le düzeyli ilişkimi sonlandırınca da hemen yan taraftaki Gloria Jean's Coffee'ye girip kendisinin şerefine çikolatalı ve fındık aromalı kahvemi lüplettim.
İkinci durağım yan taraftaki bir diğer alışveriş merkezindeki Remzi Kitabevi idi. Ne zamandır kafama koymuştum ama netleştirmemiştim. 2010 yılı Peanuts ajandası alıp almama kararsızlığı idi yaşadığım. Sonunda gözümü kararttım ve hayli tuzluca bir fiyata şu sevimli yaratıkların basılı olduğu ajanda benim oldu. Yaşasın Snoopy!..
Yorulmuştum artık, hava da kararmaya başlamıştı. Birkaç alışveriş daha yapıp durağa gittim, çok beklemeden gelen dolmuşta pencere kenarına yerleştim ve adeta Antalya'ya ilk kez gelmiş biri gibi etrafı şaşkınlıkla izlemeye başladım. Ne çok şey değişmiş yokluğumda. Işıkları yanmış dükkanlar ilgimi çekti en çok. Güllü, tüllü yatak örtüleri ve bol farbalalı perdelerin sergilendiği mefruşatçı vitrinleri, çelik tencere ve çatal kaşıkların soğuk parıltısı, porselenlerin floresan ampullerin ışığındaki beyazlığıyla ameliyathaneleri hatırlattığı züccaciyeciler, ışıl ışıl parlayan kuyumcular, cansız mankenlerin üstünde sergilenen giysilerle son müşterilerini bekleyen konfeksiyoncular, ardarda cep telefonu , Sayısal Loto bayiileri, camlarına yemek isimleri yazılı kağıtlar yapıştırılmış esnaf lokantaları gözümün önünden sel gibi akıp geçtiler. Mezarlığın karşısında yanyana sıralanmış "Defin", "Rahmet", "Son Görev" gibi işlevlerine uygun isimler taşıyan cenaze levazımatçıları içimi ürpertti karanlıkta. Daha başka tuhaf isimler de gördüm, örneğin bir DVD'ci "Akrep", bir çamaşırcı "Don'cu", bir market de "Tontiri" adını taşıyordu. Son ikisi neyse de Akrep adındaki bir dükkana kesseler girmem. Ha, bir de "Pil Dünyası" gördüm. "Bilumum pil çeşitleri" yazıyordu vitrininde, tuhaf geldi başka birşey satmaması. Bu arada dolmuşa bindiğimden beri yere düşüp parçalanan bardakların çıkardığı ses gibi bir sesi değişik aralıklarla duymakta ve her seferinde irkilip nerden geldiğini araştırmaktaydım ki ineceğime yakın çözdüm olayı, şoförümüzün cep telefonu zili imiş. Adamcağız ya akşamcı ve içinde içtikten sonra bardakları yere atıp kırma arzusu var, karısının korkusundan gerçekleştiremiyor, hevesini telefon zili yaparak alıyor ya da "At kadehi elinden" şarkısını çok seviyor. Böyle saçma bir zil sesinin başka açıklaması olamaz.
Böyle böyle hiç sıkılmadan eve geldim. İlk işim öksürüğüm için neredeyse her çeşidinden aldığım bitki çaylarından "zencefilli-şeftalili yeşil çay"ı hazırlayıp Selim İleri'nin kitabının başına geçmek oldu. Eh haliyle, kitap benim için yazılmış, ayıp olmasın.
Evet, kendime tahsis ettiğim bir günü böylece sonlandırmış bulunuyorum ve en kısa zamanda tekrarını diliyorum.
Sefan olsun,tekrarı yakında olsun,bugün kulağın çıınlayacak ahaberin olsun:))))
YanıtlaSilKulağımın çınlayacağının farkındayım. Sana Gülen'le selam yolladım zaten, buradan tekrar sevgilerimi ileteyim. Herkese (tanıdığım, tanımadığım) benden çok selam. Gününüz güzel geçsin...
YanıtlaSilEn kötü günün böyle olsun Leylak'cım...
YanıtlaSilÜniversite yıllarında yapardım buna benzer şeyler.Aldığım kitapları da kendime hediye ederdim,gerçekten güzel oluyor.Şimdi hiç yapamıyorum.Ben de başlasam mı acaba?
YanıtlaSilAsucum,
YanıtlaSilHepimizin en kötü günü böyle olsun:9
Sevgili Aslı,
Bence başla, arada bir güzel oluyor. Ben bazen kendime aldığım kitapları hediye paketi yaptırıyorum, eve gelip içinde ne olduğunu bilmiyormuş gibi heyecenle açıyorum iyi mi:)) Galiba yaşım büyüdükçe içimdeki çocuk küçülüyor.
Sevgiler...
Oralara gidince Remzi, D&R mutlaka uğrak yerlerimdir.
YanıtlaSilRamiz'de kaşarlı yemedim hiç.
Bir gün birlikte yiyelim bari sen Anlara'ya gitmeden Nurşen'cim:)
Leylakcım, ne güzel yapmışsın :) bence sen bu günlerine Leylak Günleri adı ver ve sık sık yapmaya devam et. Ben de kendimi şımartmayı çok severim ama hiç düzenli bir şekilde yapmamıştım.Senden imrenerek ben de bu uygulamayı sık ve düzenli yapacağım.
YanıtlaSilAjanda kullanma delisi bir hatun olarak yeni ajandanı çok beğendim, güle güle kullan,2010 ajandana hep güzel notlar düşeceğin bir yıl olsun senin için :)
Bol Leylak Günleri dilerim sana...
Nanem Şekerim, bir Snoopy hastası olarak o ajandayı kafaya koyup da almamam mümkün müydü, sen beni anlarsın:) Ben de bir ajanda delisiyimdir. Dilerim hepimiz sağlıkla, güzel notlar düşeriz her yıla...
YanıtlaSilhihi,cidden kitap sana yazılmış ama Selim İleri'nin yazılarını çok sevmedim ben... Neden bilmiyorum samimi gelmedi hiç.Bu kitabı nasıl?
YanıtlaSil