Bugün çok yorgunum, yaptığım uzun yürüyüş ve arkasından pazar alışverişi canıma okudu. Ruhum ve bedenim eşgüdümlü gitmiyor, daha doğrusu bedenim ruhumun hızına ayak uyduramıyor, o yüzden arada kendime yüksek sesle "hız kes" komutu vermem lazım. Nitekim az evvel telefon eden arkadaşımın konser davetini istemeyerek de olsa reddetmek zorunda kaldım, eşofmanlardan sıyrılıp insan içine çıkacak bir kılığa bürünecek halim bile yok çünkü. Hatta yazı yazacak halim bile yok. Bugün nereden geldiyse aklıma macun geldi ve çok canım istedi, ah olsa da yesem. Buradan hareketle blogu ilk açtığım zaman eklediğim ve o nedenle fazla okunmadığını düşündüğüm bir macun anımı tekrar koymak istiyorum bugün. Bu tekrardan dolayı beni mazur göreceğinizi umuyor, sevgilerimi yollayarak dinlenmeye gidiyorum.
"Macun; çocukluğumun rengarenk gözdesi... Hala bir düştür benim için, tadına ve rengine doyamadığım. Hep aynı macuncu geçerdi, yaz günleri mahalleden. Galvanizli sacdan yapılmış, içi yedi-sekiz üçgen parçaya bölünmüş, konik kapağının üstünde halka şeklinde bir tutamağı olan yuvarlak tepsisi başının üstünde, tepsiyi koymaya yarayan, portatif tahta ayaklığı sağ omzunda, genellikle öğleden sonraları, “Macuncuuuu” diye seslenerek gelir, oyun oynadığımız alana, aramıza sokulurdu. Bizimle hiç ilgilenmiyormuş gibi yapar, ayaklığını kurar, tepsisini yerleştirirdi. Satın almamız için özel bir girişimde bulunmazdı. Biliyordu ki kapağı açtığı anda ortaya çıkacak görüntü hepimizin aklını başından almaya yetecektir. Oyun bir anda kesilir, cezbeye tutulmuş gibi macun tablasının başına yönelirdik. Hangisini anlatsam, kırmızının parlaklığını mı, sarının ışıltısını mı, yeşilin tazeliğini mi? Kapak değil, bir gökkuşağıydı önümüzde açılan, sanki eğilip tablanın altından geçsek, cinsiyet değiştiriverecektik. Bir müddet sessizce, huşu içinde seyrederdik, derken en acelecimizin sesi bizi kendimize getirirdi: “Anneeeee! Para at macun alcam.” Anneler pek yüz vermezdi bu seslenişlere, nadiren atılırdı paralar. Parayı alabilen şanslılar tepsinin başına geçer, ağızlarının suyu aka aka beklerlerdi. Aceleye getirmezdi işi macuncu, malum, her şeyin bir raconu vardır. Önce yontulmuş tahta çubuklardan birini sol eline alır, sağ elinde tuttuğu tornavidayla, her renkli üçgene bir kez dalar, fazla kaçmamasına özen göstererek aldığı macunları çubuğa dolardı. Havada bir kez çevirerek sabırsızlıkla bekleyen çocuğa sunar, sıradakine geçerdi. Biz para koparamayan zavallılara da yutkunarak izlemek düşerdi. Bir Pazar günüydü sanırım, babamın evde olmasından hatırlıyorum, macuncu yine gelmiş, sessiz gösterisini yapıyordu. Benim tüm “Anne para at” seslenişlerim sonuçsuz kalmış, macun yeme arzumsa körelmemişti. Şansımı eve çıkarak denemeye karar verdim. Ailem macun yememe şiddetle karşıydı; pis, mikroplu, sağlıksız olduğunu düşünüyorlardı, kendilerine göre haklıydılar da, ama ben çocuktum ve macunun görüntüsü inanılmaz çekiciydi. Önce annemi denedim; zaten Pazar günü telaşı içinde, çamaşır, temizlik burnundan soluyordu, geri püskürtüldüm. Gazete okuyarak radyodaki uğultulu maç yayınını dinleyen babamı gözüme kestirdim, onu ikna etmek daha kolay olurdu çoğu zaman. Para istedim, sebebini sordu, macun alacağımı duyunca o da “Hayır”ı yapıştırdı. Israr ettim, cevap değişmedi, öyle pis şeylere para vermeyeceğini söyledi. Gelgelelim macun krizim tutmuştu, yemezsem ölecektim, mızıldanmaya başladım, sabırla “Olmaz” dedi. Mızıltım tepinmeye dönüşmüştü ki yanağımda hissettiğim acıyla kendime geldim. Babam, ilk kez kıymetli, biricik kızına tokat atmıştı. Yediğim tokada mı yanayım, yiyemediğim macuna mı, ağlayarak, odaya kapandım. Gelgelelim ne yanağıma inen tokat, ne de alınmayacağı konusundaki kesin tavır macuna olan imkânsız aşkımı köreltmedi. Bugün bile limonlu sarının kokusu, naneli yeşilin ferahlığı, tarçınlı kırmızının baharı zihin mutfağımda kayıtlıdır. Nerede macun tezgahı görsem yanaşır, çocukluğumun tadını yeniden yakalamaya çalışırım. Bulabilir miyim, işte o tartışılır."
"Macun; çocukluğumun rengarenk gözdesi... Hala bir düştür benim için, tadına ve rengine doyamadığım. Hep aynı macuncu geçerdi, yaz günleri mahalleden. Galvanizli sacdan yapılmış, içi yedi-sekiz üçgen parçaya bölünmüş, konik kapağının üstünde halka şeklinde bir tutamağı olan yuvarlak tepsisi başının üstünde, tepsiyi koymaya yarayan, portatif tahta ayaklığı sağ omzunda, genellikle öğleden sonraları, “Macuncuuuu” diye seslenerek gelir, oyun oynadığımız alana, aramıza sokulurdu. Bizimle hiç ilgilenmiyormuş gibi yapar, ayaklığını kurar, tepsisini yerleştirirdi. Satın almamız için özel bir girişimde bulunmazdı. Biliyordu ki kapağı açtığı anda ortaya çıkacak görüntü hepimizin aklını başından almaya yetecektir. Oyun bir anda kesilir, cezbeye tutulmuş gibi macun tablasının başına yönelirdik. Hangisini anlatsam, kırmızının parlaklığını mı, sarının ışıltısını mı, yeşilin tazeliğini mi? Kapak değil, bir gökkuşağıydı önümüzde açılan, sanki eğilip tablanın altından geçsek, cinsiyet değiştiriverecektik. Bir müddet sessizce, huşu içinde seyrederdik, derken en acelecimizin sesi bizi kendimize getirirdi: “Anneeeee! Para at macun alcam.” Anneler pek yüz vermezdi bu seslenişlere, nadiren atılırdı paralar. Parayı alabilen şanslılar tepsinin başına geçer, ağızlarının suyu aka aka beklerlerdi. Aceleye getirmezdi işi macuncu, malum, her şeyin bir raconu vardır. Önce yontulmuş tahta çubuklardan birini sol eline alır, sağ elinde tuttuğu tornavidayla, her renkli üçgene bir kez dalar, fazla kaçmamasına özen göstererek aldığı macunları çubuğa dolardı. Havada bir kez çevirerek sabırsızlıkla bekleyen çocuğa sunar, sıradakine geçerdi. Biz para koparamayan zavallılara da yutkunarak izlemek düşerdi. Bir Pazar günüydü sanırım, babamın evde olmasından hatırlıyorum, macuncu yine gelmiş, sessiz gösterisini yapıyordu. Benim tüm “Anne para at” seslenişlerim sonuçsuz kalmış, macun yeme arzumsa körelmemişti. Şansımı eve çıkarak denemeye karar verdim. Ailem macun yememe şiddetle karşıydı; pis, mikroplu, sağlıksız olduğunu düşünüyorlardı, kendilerine göre haklıydılar da, ama ben çocuktum ve macunun görüntüsü inanılmaz çekiciydi. Önce annemi denedim; zaten Pazar günü telaşı içinde, çamaşır, temizlik burnundan soluyordu, geri püskürtüldüm. Gazete okuyarak radyodaki uğultulu maç yayınını dinleyen babamı gözüme kestirdim, onu ikna etmek daha kolay olurdu çoğu zaman. Para istedim, sebebini sordu, macun alacağımı duyunca o da “Hayır”ı yapıştırdı. Israr ettim, cevap değişmedi, öyle pis şeylere para vermeyeceğini söyledi. Gelgelelim macun krizim tutmuştu, yemezsem ölecektim, mızıldanmaya başladım, sabırla “Olmaz” dedi. Mızıltım tepinmeye dönüşmüştü ki yanağımda hissettiğim acıyla kendime geldim. Babam, ilk kez kıymetli, biricik kızına tokat atmıştı. Yediğim tokada mı yanayım, yiyemediğim macuna mı, ağlayarak, odaya kapandım. Gelgelelim ne yanağıma inen tokat, ne de alınmayacağı konusundaki kesin tavır macuna olan imkânsız aşkımı köreltmedi. Bugün bile limonlu sarının kokusu, naneli yeşilin ferahlığı, tarçınlı kırmızının baharı zihin mutfağımda kayıtlıdır. Nerede macun tezgahı görsem yanaşır, çocukluğumun tadını yeniden yakalamaya çalışırım. Bulabilir miyim, işte o tartışılır."
*Resim: İbrahim BALABAN
"Beden ruha yetişemiyor." Ah be Leylak' cım.
YanıtlaSilKonseri kaçırdığına üzüldüm ama en doğrusunu yapmışsın. Yazıya gelince. Baba bir yazardan alıntı diye okudum inan. Çok güzeldi. Anı okumak gerçekten çok keyifli. Ellerine sağlık. Lütfen kendine iyi bak.
İyi geceler...
Anı okumaya ben de bayılırım Asucum. Hatta bir ara anılardan hareketle yemek üzerine bir kitap yazmaya niyetlendim "Anılarda kalan Tadlar" diye. Bayağı 50-60 sayfa kadar da yazdım, annemin ölümü sekteye uğrattı. Şimdi bir kenarda aşka gelip tekrar başına geçmemi bekliyor. Bakalım, kısmetse devam ederim.
YanıtlaSilİyi geceler canım...
Anılarımız da olmasa!
YanıtlaSilO kadar şirin yazılmışki okurken gülüsemek ve bittiğinde hala glümsemenin dudaklarda kalması.
Bende çok yorgunum Nurşen'cim değil yazmak okumak bile zor geliyor son günlerde. Ruhumla bedenim savaş halinde, hangisi galip gelecek bilemiyorum.
İyi geceler ve sevgiler...
Bir de mahalleden gecen muhallebiciler vardi benim de hayal meyal hatirladigim:)
YanıtlaSilAma ben bilirdim parayi kimden isteyecegimi. Bu gibi durumlarda babaanneler imdada yetisir. Bizim evde vardi bir tane:)
Insani cocukluguna götüren bu güzel ani icin sagol:)
Sevgiler
canım bne de bilirim o macunların cazibesini
YanıtlaSilokulun karşısına kurardı bizim macuncu tabelasını
harçlıklarımı verip alırdım gizlice
o macuncuyu gördüm bu yaz Ünye de ne çok yaşlanmıştı,
sağlıksız olsa da o cazip rekler çekerdi tüm çocukları
ben hiç macun yemedim biliyomusun. Ramazanda pek afilli olurlar, izlerim ama cesaret edip yemedim hiç. Bizim çocukluğumuzda da horoz şekercisi vardı. Nasıl güzel olurdu. Mavi bir camekanlı kutunun içinde satardı. Annem neredeyse kavga ederdi onunla ama yine de kıyamaz alırdı. Kırmızı camdan yapılmış gibi horozlar tavuklar . Ayyy Leylak Dalımmm sen nettin bize bu gün.
YanıtlaSilSevgilerimle
Einim ki o zamanlar onları hazırlayanların meslek ahlakı ve ekmek kapısına saygısı bugünkülerden fazlaydı,şimdi sunulanlardan çok daha sağlıklıydı.
YanıtlaSilBir iki kez yemişimdir fakat tatlıyı çok sevmediğimden hatırlamıyorum tadını.
Lakin bugün yemekteyiz i izlerkentepsi kebabının adı kışkırttı ve kendimizi kasap reyonunda bulduk.
ohhh nefisti.
Yedin mi hiç?
oh olsun sANA .AKŞAM AKŞAM MACUN HATIRLATIRSAN BANA BEN DE SANA BUNU YAZARIM.hADİ bakalım şimdi kebep ara mutfakta
:)))