.

.
.

17 Ekim 2016 Pazartesi

PORTAKALSIZ PORTAKAL 1

İsminden "Altın Portakal" ibaresi çıkarılan Antalya Film Festivali dün başladı, ben de hemen siftahı yaptım. Öğleye doğru üzerinde 3 limonun boy vermeye başladığı bir ağacın gölgesinde uzun süre bekledikten sonra gelen dolmuşla gösterimin yapılacağı sinemaların olduğu AVM'ye ulaştım. Eksik kalan biletlerimi de aldım ve ilk filmi izlemek üzere salondaki yerime yerleştim. Açılışı İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf'ın 1990 yapımı "Zayandeh Geceleri" adlı filmiyle yaptım. İran sinemasını çok seviyorum. Bu film esasen 1990 yılında 100 dakika olarak çekilmiş ama İran'daki sansür kurulu filmin 30 dakikalık kısmını sansürleyerek yokettiği gibi geri kalan bölümünün gösterilmesine de izin vermemiş. Yönetmen yılar sonra filmi sansür kurulunun arşivinde bulup elden geçirmiş ve vizyona sokmuş. Ama 30 dakikalık kısım kayıp olduğu için 60 küsur dakika olarak izledik, bazı bölümlerde ses yine sansürlü idi. 



Oldukça düşündürücü ve naif bir filmdi ama başrol oyuncusu bıyıklı ve kırlangıç kaşlı kızımıza baktıkça gülme isteğimi zor zaptettim. 25 yıllık bir film olduğu için de giysiler son derece rüküştü. Bıyıklı kızımızın babası da bir nevi İranlı Orhan Gencebay'dı. Bunları gözardı ederseniz izlenebilir nitelikte olduğunu söyleyebilirim.


Film kısa olduğundan diğer seans başlayana kadar epeyce bir süre vardı, yemek yedim, çay içtim, bir-iki mağazaya girip çıktım ve sonra "The Carer/Bakıcı" filmi için aynı salondaki aynı numaralı koltuğuma yerleştim. Yanımda oturan kadın aile boyu bir mısır almış, filmin yarısı boyunca çatur çutur yedi durdu, bir ara "imdat" diye bağıracaktım. Festivallerde bari mısır satışı yasak olsun yahu. "Bakıcı" İngiltere'de geçen, yaşlılık temasını konu almış Macar yapımı bir filmdi. Yönetmeni Janos Edelenyi ile birlikte izledik, sonrasında da küçük bir söyleşi yapıldı. Filmde bir ara Roger Moore da göründü, eski Bond o günlere gönderme yaparak, "Ben Moore, Roger Moore" diyerek tanıttı kendi.  IMDb puanı 7,5 olan film sıkmayan, yormayan, eğlenceli ve düşündürücü bir filmdi. Sevdim. 

Sıra günün üçüncü filmine gelmişti ve ben hala enerjiktim, başıma ağrılar da girmemişti, aman tahtaya vurayım. Bu kez başka bir salona geçtim ve yine aynı numaralı koltuğa kuruldum (O koltukları satın aldım ben, adıma plaket çaktılar üstüne :)


"Alt Tarafı Dünyanın Sonu", bu filmi hem çok sevdiğim Marion Cotillard'ın rol alması, hem de daha önce tüm filmlerini izleyip sevdiğim genç yönetmen Xavier Dolan'ın filmi olması nedeniyle seçmiştim. Uzun yıllardır ailesinden ayrı olan ve hastalığı nedeniyle onlarla son bir kez vedalaşmak üzere aralarına dönen genç bir yazarın (filmde açıkca belirtilmiyor ama hastalık AIDS) ve ailesinin ikilemleri üzerine kurulmuş, gerilim yanı ağır basan, biraz karanlık, biraz durağan ama etkileyici bir filmdi. Kısacası "Gitmek mi zor, kalmak mı zor" durumları biraz şiddetle yaşandı ailede ve otomatikman seyirciye de geçti gerilim. Dolan'ın diğer filmlerine göre biraz daha hafif kalsa da sırf oyunculuklar açısından bile izlenebilir. Canım Marion yine döktürmüştü. Louis rolündeki Gaspard Ulliel'i ve diğer oyuncuları da es geçmeyelim tabii ki. 

Günün son filmi "Eternite/Sonsuzluk" idi ama onun seansı hayli geç başlayacağı için eve dönüp biraz dinlendim, karnımı doyurdum ve bu defa festivalin ana merkezi olan AKM'ye yollandım. Festivalin coşkusu burada daha çok hissediliyor; galalar, söyleşiler burada yapılıyor, etkinlikler için düzenlenmiş özel alanlar var. Tüm ağaçlar ışıklandırılmıştı ve "amanin yılbaşı gelmiş" diye bir an coşkulandım :) Festivalin EXPO'daki açılış töreni nedeniyle film biraz geç başladı. Saat 22.00'de salona "gönlümüzün Amelie'si" Audrey Tautou teşrif etti, aman ne şirin bir şey:





Kısa bir söyleşiden sonra kendisini yolcu ettik ve film başladı. Tamam kabul görüntüler ve kadınlar çok güzeldi ama arkadaşlar 115 dakika boyunca sürekli doğurdu bu kadınlar. Tavşan olsa bu kadar üremez yahu. Doğuruyorlar doğuruyorlar, üç çocuktan biri ölüyor, haydi gözyaşı. Yetmiyor kocaları ölüyor, yetmiyor karıları ölüyor, of dedim yahu, yetti gari. Bir ara yemek masasına otururken çocukları sayamadım o derece yani. Fransa'da nüfus artışında ciddi düşme var sanırım, üremeyi teşvik amaçlı yapılmış bu film diyesim geliyor. Kadınlar da beşer onar doğuruyorlar ama hala 34 bedenler maşallah, ne yaşlanma var ne kilo alma. Hasılı ben Audrey ablamızın çok daha güzel filmlerini görmüştüm. Allah için olağanüstü güzel manzaralar vardı ve kadınlar bir içim suydu ama gerisi ruh daralması.

Haydi bakalım bugün sırada üç film var, izleyelim görelim, size de bilgi verelim. Üç film, biri sade, hadi bana müsaade...

6 yorum:

  1. Nursen Hanım enerjinize hayranım.Biraz da bende olsa Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zorlamak lazım bünyeyi biraz Zehra Hanım, aslında tabii ki yoruluyorum ama gözarde ediyorum, dinlenince geçer nasılsa :)

      Sil
  2. Alt Tarafı Dünyanın Sonu'nu ben de geçen hafta Filmekimi'nde izledim. Bu festivalde seyrettiğim iyilerdendi. Tüm oyuncuları o sıkışmış gerilimi, hüznü, kopukluğu, ihtiyaçlılığı ve korkuları verme bağlamında çok başarılı buldum. Bir de müzikler, müzikler..Müzikler çok iyi eşlikçiydi. Camille'in Home is where it hurts kulaklarımda asılı kaldı. Xavier Dolan seviyorsanız Mommy filmini de -eğer seyretmediyseniz- tavsiye ederim. Sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı görüşte olmamıza sevindim. Dolan'ın filmlerini çok seviyorum ve hepsini izledim, Mommy'de dahil. Yeni filmlerde görüş belirtmek dileğiyle...

      Sil
  3. Diğer yazınızı da okudum. Seyredip bizimle de paylaşarak ne iyi yapmışsınız. Keyifle okudum. Şahsen İstanbul'da kalabalıklara karışmaktan korktuğum için bir süredir etkinlikleri takip edemiyorum. Elimde değil:(

    YanıtlaSil
  4. Siz de haklısınız tabii, gündemden kaynaklı hepimizde bir tedirginlik var.

    YanıtlaSil