Festivalde 2. günü de eda eyledik. Yine limon ağacının gölgesinde beklenen dolmuş, dolmuşta bağıra çağıra nutuk atan amca (neymiş, 65 yaş üstü insanlar beleş diye keyif için dolmuşa biniyormuş, bu 81 yaşındaymış, emekli kartı kullanıyormuş, mış muş. Beklediği alkışı alamamasına rağmen inene kadar konuştu), çalan telefona "he kimsiiin" diye cevap verip ardından şakır şakır İngilizce konuşan yaşlı teyze, saati hesaplamadan aldığım bileti değiştirme faslından sonra tahmin ettiğiniz gibi aynı numaralı koltuğuma yerleşmiştim bile, Pedro Almodovar'ın son filmi "Julieta"yı izlemek üzere.
Film tipik Almodovar filmlerinden çok farklı ama çok güzeldi. Çok sevdiği kocasını kaybetmiş bir kadının kızıyla hayata tutunmaya çalışırken kızının aniden kendini terk etmesiyle girdiği ruhsal bunalımları konu almış. Julieta'nın gençliğini ve olgunluğunu canlandıran her iki oyuncu da müthiş iş çıkarmıştı ama ben en çok kısıtlı rolüne rağmen evin yardımcısı rolündeki Rossy de Palma'ya bayıldım. Tipik Almodovar kadını odur işte.
Acilen yenen bir öğle yemeğinden sonra aynı salon aynı koltuk olayı ile "Sand Strom/Kum Fırtınası" filmini izledim. İsrail yapımı film Filistin bedevi yerleşkelerinde çekilmiş. Tipik bir Ortadoğu aile yapısı, birinci kadının üstüne getirilen ve daha el üstünde tutulan ikinci eş, fakirlik, zorlu yaşam şartları, gelenekler, mahalle ve baba baskısı, istenmeyen evlilikler ve buna baş eğme ya da baş kaldırma durumları. Gösterim sonrası filmde evin büyük kızı Leila'yı canlandıran Lamis Ammar ile babası Süleiman'ı canlandıran Hitham Omari ile söyleşi yapıldı. Biraz uzaylı soruları aldık filmdeki ataerkillik hakkında, ben şahsen içimden güldüm, sanki böyle şeylere bizde hiç tanık olunmuyormuş gibi. Her neyse film güzeldi, oyunculuklar iyiydi ve izlerken sürekli "ben bunları bir yerlerden hatırlıyorum" duygusu gelip çöreklendi üstüme. Zaten 2016 Sundance Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'nü almış, İsrail'in de Yabancı Film dalında Oscar adayı imiş.
Günün son filmi "Ne Karada Ne Denizde" ismiyle tercüme edilmiş "Between Sea and Land" isimli bir Kolombiya yapımı idi. Daha film başlamadan filmde anne rolünü müthiş bir şekilde oynayan Vicky Hernandez salona girerek sempatik halleriyle gönlümüzü kazandı. Ülkesinin en tanınmış oyuncularından biri olan 71 yaşındaki iri kıyım kadın bastonuyla koltuklar arasında sekerek şaşırttı bizi. Hernandez'in yanısıra Giselle rolündeki genç kızı oynayan Viviana Serna da salondaydı. Film Kolombiya'da bataklık bölgesi denilen bir yerde, suyun içine kurulmuş köhne bir evde geçiyor. Geçimini balıkçılıkla sağlayan dul Rosa kas hastalığından yatağa ve makineye bağımlı yetişkin oğlu Antonio'yu hayatta tutabilmek ve hayata bağlayabilmek için uğraşı vermektedir. Yorucu ve bir o kadar da güzel bir filmdi, IMDb puanı 8.1 olan film Sundance Film Festivali'nde de Jüri Özel Ödülü almış.
Haydi kaçtım ben...
Bir başka ortak seyrettiğimiz film Julieta olmuş. :) Demek ki festival zamanı birebir olmasa da eş zamanlı gösterim paralelliği oluyor. Bu ve bir önceki yazınızda bahsettiğiniz filmler Filmekimi'nde yoktu misal. Evin yardımcısı, oyunculuğunun yanısıra cast seçimi olarak da harikaydı. İşte Almodovar dedirten detaylardan hakikaten..
YanıtlaSilBizim festivalde çok film oluyor, aslında biraz gereksiz diye düşünüyorum, 100 ün üstünde sanırım. Böyle olunca hem takibi zor oluyor, hem yoruyor, hem göremediğimz filmlerde aklımız kalıyor. Yine Allah eksikliğini göstermesin diyelim. Evet evet insan Almodovar deyince o tip kadınlar bekliyor :)
SilJulietta, İstanbul filmekimi dolayısıyla vizyona girdi ancak çok istememe rağmen seyredememiştim.Şimdi dvd sini bulmaya çalışıcam :)
YanıtlaSilBence mutlaka izleyin, seveceksiniz.
Sil