Bugün akşam eski bir dostu ziyaretten dönerken bindiğim otobüs yoğun trafik nedeniyle Ulus Meydanı'nda epeyce durakladı. Geçen gün Ekmekçim de bahsetmişti bir yazısında; bazen bir ses, bir koku, bir görüntü insanı alıp zamanötesinde bir yere ışınlayıveriyor. Ben de o 5-10 dakika bile sürmeyen duraklama esnasında nerelere gittim geldim. Sol yanımda devasa kunt yapısıyla yükselen, şimdi hiç o binayla bağdaştıramadığım bir firmaya evsahipliği yapan Sümerbank'a baktım uzun uzun. Çocukluğumda oradan sağlam ve ucuz olduğu için aldığımız Beykoz yapımı okul ayakkabıları geldi aklıma, babamın elinden tutarak biraz ürkekçe girerdim o yüksek tavanlı, loş binaya. Mis gibi çirişli bez kokardı heryer, cilalı tezgahların üstüne pat pat atarlardı kumaş toplarını devlet memuru oldukları için hiç acele etmeyen, ağırkanlı tezgahtarlar. Tam meydanın ortasında kumbara biçiminde bir saat yükselirdi, çok severdim o saati. Benim çocukluğumda alışverişe gidileceği zaman ilk akla gelen Ulus olurdu ve bu eylem "Ankara'ya inmek" olarak dillendirilirdi, sanki dağda oturuyorduk da şehre inecektik. Genellikle komşularla toplanılıp gidilirdi "boynuzlu" diye adlandırılan troleybüslere doluşarak. O saatin olduğu kavşakta karşıdan karşıya geçişlerde metalik bir kadın sesi anons yapardı yeşil ışık yandığı zaman: "Yayalar geçebilir, yayalar geçebilir". Hiç unutmuyorum, sevgili Valentin teyze ve kızı, en sevdiğim arkadaşım Elizabet'in de yanımızda olduğu bir alışveriş günü karşıya geçerken bu anonsu duyduğumuzda Elizabet bizleri durdurmuş, "Biz değil, yayalar geçebilirmiş, hadi Niğdeli teyze sen geç" demişti anneanneme, "yaya" Ermenice'de büyükanne anlamına geldiği için. Elizabet burnumda tüttü bir an, evlerinin salonuna gidiverdim. Valentin teyzenin liköründen artan alkollü vişneleri yiyip oynadığımız kanepede sızıverdiğimiz günlere.
En baba alışveriş mekanımız yürüyen merdivenleriyle cazibe merkezi olan Anafartalar Çarşısı idi. Şehir dışından gelen her misafiri oraya götürürdük, alışverişten ziyade yürüyen merdivenleri kullanmaları için. Ulus İş Hanı'nın karşısında Karpiç Gazinosu vardı meşhur ama benim yetiştiğim zamanlarda eski niteliğini yitirmiş olsa gerek, zaten bir süre sonra da yıkılıp çarşıya dönüştü o bölge.
Otobüs sıkışık trafiğin içinde bir nebze ilerleyip Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası'nın önünde yine durdu, yıllarca yengemin çalıştığı daire idi orası benim için. Binasının mimari güzelliğini farkedebilmem için biraz daha büyümem gerekti. Şimdi her geçişte nadide bir mücevhere bakar gibi bakarım, bana aykırı gelen tek şey bahçesindeki Mithat Paşa heykelidir. Adamcağızı oturduğu koltuğa öyle bir pozisyonda yerleştirmişler ki son derece iğreti bir görünümde; "Hadi bana müsaade, ben kalkayım artık" dermiş gibi bir hali var. Bu caddenin paralelinde Cumhuriyet tarihinin yazıldığı binalar vardır; İlk Meclis, 2. Meclis, Ankara Palas. 2. Meclis binasının önünde aralarına zincir gerilmiş küre şeklinde beton korkuluklar durur çocukluğumdan bugüne hep orada olan. Küçükken o beton kürelerin pütürlü yüzeyine elimi sürmeden geçmezdim, bazen de meclisin alt tarafındaki bahçeye giderdik anneannemle. Artık o bahçe yok, oysa ne kadar güzeldi. Aslında birsürü şey yok, herşeyden öte çocukluğum yok. Hayatıma bir şekilde girmiş bir sürü insan yok, anneannem yok, annem yok. Valentin teyze ve Elizabet kimbilir nerede? Ulus eski cazibesini yitirmiş, zorunlu geçişlerin mekanı olmuş, herşey değişmiş herşey.
Ben bunları düşünürken farkettim ki otobüs Ulus'u geride bırakalı epey olmuş. Kafamdan bu düşünceleri silip Kızılay'ın ışıklı kalabalığına daldım gittim...
Görsel: Buradan
Otobüs sıkışık trafiğin içinde bir nebze ilerleyip Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası'nın önünde yine durdu, yıllarca yengemin çalıştığı daire idi orası benim için. Binasının mimari güzelliğini farkedebilmem için biraz daha büyümem gerekti. Şimdi her geçişte nadide bir mücevhere bakar gibi bakarım, bana aykırı gelen tek şey bahçesindeki Mithat Paşa heykelidir. Adamcağızı oturduğu koltuğa öyle bir pozisyonda yerleştirmişler ki son derece iğreti bir görünümde; "Hadi bana müsaade, ben kalkayım artık" dermiş gibi bir hali var. Bu caddenin paralelinde Cumhuriyet tarihinin yazıldığı binalar vardır; İlk Meclis, 2. Meclis, Ankara Palas. 2. Meclis binasının önünde aralarına zincir gerilmiş küre şeklinde beton korkuluklar durur çocukluğumdan bugüne hep orada olan. Küçükken o beton kürelerin pütürlü yüzeyine elimi sürmeden geçmezdim, bazen de meclisin alt tarafındaki bahçeye giderdik anneannemle. Artık o bahçe yok, oysa ne kadar güzeldi. Aslında birsürü şey yok, herşeyden öte çocukluğum yok. Hayatıma bir şekilde girmiş bir sürü insan yok, anneannem yok, annem yok. Valentin teyze ve Elizabet kimbilir nerede? Ulus eski cazibesini yitirmiş, zorunlu geçişlerin mekanı olmuş, herşey değişmiş herşey.
Ben bunları düşünürken farkettim ki otobüs Ulus'u geride bırakalı epey olmuş. Kafamdan bu düşünceleri silip Kızılay'ın ışıklı kalabalığına daldım gittim...
Resmi ilk anda İzmir Cumhuriyet Meydanına benzettim, arkadaki binayı da Efes oteli sandım..
YanıtlaSilŞu Ankara'yı anlattığınız yazılarınıza ayrı bir hayranım. Memleketime olan özlemimi yazılarınızla gideriyorum diyebilirim gerçekten. Benim yerime de dolaşın her seferinde ve benim için yayınlayın yine lütfen. Kosova'dan sevgiler...
YanıtlaSilBen sizi okudukça Ankara beni çağırıyor , diplomamaı bahane edip en kısa zamanda geleceğim.Ulus yokmu Ulus ,bir buçuk yıl hergün adımladım kaldırımlarını.Anafartaların arka sokağındaki Türk telekom binasında geçti bir buçuk yılım.Orası olmasaydı hala ben Ankara olacaktım , Telekomdan kaçmak için geldim İstanbul a...Sıhhıye , Dil Tarihim , Yükselim , Bülbülderem , Eryamandaki evim burnumu sızlattı :((
YanıtlaSilAnılarından ben de bir arkadaşımın yayasını hatırladım. O şimdi rahmetli oldu ama ben arkadaşımın nerede olduğunu ve ne yaptığını biliyorum. Bir arayayım hatırını sorayım, ne zamandır haberleşmedik.
YanıtlaSilNot. Bu arada siz durun teyzeler geçsin lafına da çok güldüm.
Ben az buçuk Ankaranın o günlerini biliyorum. Anneannemgil kalede otururlardı hala yengem orada oturur. Biz tatillerde giderdik Ankaraya. Ne kadar eski özelliği kalmasa da Ulusun ve kalenin yeri bambaşkadır bende.
YanıtlaSilsabah sabah ulus gezisi yaptırdın bana, burnumun direği sızlayarak. öyle bir anlatmışsın ki tasvirlerin her kelimesinden özlem damlıyor.
YanıtlaSilanılarla karışan tadlara yazmıyorsun hiç,ordaki anılarını da çok seviyorum ben.yeniden yapılanma sürecinde anılarda da olsa yemekten uzak mı duruyorsun yoksa.
seni seviyorum.masal anlatıyor gibi yazıyorsun, sanki sesin kulağımda :))
Sizin akşamlarınızı dinlemek ayrı güzel,sabahlarınızı dinlemek ayrı...Ne güzel anlatmışsınız yine.Sizinle beraber yollara düşmek gerek:))
YanıtlaSilne güzel anlatmışsın , ellerine sağlık. siyah beyaz bir film gibi yazı gözlerimin önünden akıp geçiverdi.
YanıtlaSilben çok küçükken İstanbul'da da troleybüsler vardı, tam yola çıkarsın, cart elektriği kesilirdi, ama severdim ben troleybüsleri:)
Leylakcığım,
YanıtlaSilŞimdilerde Ankara'ya üç-dört senede bir ancak yolum düşüyor ya, eskiden bütün tatillerde ananeme, dayıma, teyzeme, amcama diye diye dolaşırdık, Ankara'nın semtlerini...
Anafartalar Çarşısı, Sümerbank alışverişleri filan öyle tanıdık ki, bana da.
Gittik, geldik yine bir taraflara.
:))
Ankara'lı olmama rağmen Ulus'u hiç bu kadar detaylı incelememiştim. Benim çocukluğumdan itibaren Ulus yavaş yavaş yerini Kızılay'a bırakmıştı. Her önemli şey için oraya gidilirdi. Sonraları değişti yine merkezler. Şimdi Çayyolu, vs. bölgelerde oturanlar bazen belki haftalarca şehir merkezine inmiyorlar. Bambaşka merkezler oluştu ama oralarda da ruh yok ne yazık ki.
YanıtlaSilYaya hikayesi müthişmiş. Likörden artan vişneleri yiyip sızan çocuklara da bayıldım ben. Ama biliyorsunuz artık sakıncalı bu hikayeler :) Yakında bayramda likör geleneği de yokolacak korkarım.
Ankara'lı olmama rağmen Ulus'u hiç bu kadar detaylı incelememiştim. Benim çocukluğumdan itibaren Ulus yavaş yavaş yerini Kızılay'a bırakmıştı. Her önemli şey için oraya gidilirdi. Sonraları değişti yine merkezler. Şimdi Çayyolu, vs. bölgelerde oturanlar bazen belki haftalarca şehir merkezine inmiyorlar. Bambaşka merkezler oluştu ama oralarda da ruh yok ne yazık ki.
YanıtlaSilYaya hikayesi müthişmiş. Likörden artan vişneleri yiyip sızan çocuklara da bayıldım ben. Ama biliyorsunuz artık sakıncalı bu hikayeler :) Yakında bayramda likör geleneği de yokolacak korkarım.
Ne güzel anlatmışsınız Ankara'da doğdum büyüdüm hala yaşıyorum eski tadı kaldı mı ki zaten kalabalık olmasıyla yeterince yormaya başladı insanı...Öyle güzel anlatmışsınız ki her cümlenizde eskileri yaşattınız..Sevgiler..
YanıtlaSilAnafartalar çarşısında, yürüyen merdivenlerde in çık oynarken, arkadaşımla annelerimizi kaybetmiştik. Ağlaşarak şaşkın şaşkın aranırken hayatımda ilk ve tek defa anons edildim. Adımız çarşıda yankılandı. Annelerimiz çıkışta bizi bekliyormuş. Yaş 10-11:)))
YanıtlaSilEvet misafirleri Ulus'a götürürdük ki yürüyen merdiveni gösterelim. Acemice biniş inişlerini seyredip, ''ha ha, biz sizden daha modern yaşıyoruz, bakın nelerimiz var'' duygusuyla tepeden bakıp, dalga geçerdik.
Nasıl güzel anlatıyorsunuz masal gibi..Hele Ankarada yaşamışlığı olan ve gözünde canlandırabilenler için film gibi...
YanıtlaSilYayalar geçebilir'e bayıldım...
Ve evet belki birsürü şey artık yok ama anılar ve o anıları dile getiren güzel yürekler var...Seviyorum sizi okumayı...
Leylak Dalı Örtmenim,
YanıtlaSilne tesadüftür ki bugün servis aracından indiğimiz 19 Mayıs Stadının ordan yukarı doğru yürürken Ankara'ya yeni taşınmış yeni memur arkadaşlar bana "eskiden buralar nasıldı" diye sorduklarında ben de çocukluğumda şöyleydi böyleydi derken sizin lezzetli anlatımınız gibi olmasa da az buçuk hatırladıklarımı aktardım çoğunlukla aynı konulara ve detaylara değinerek...
şimdi onlara gidip söyleyim de bu yazınızı bir okuyuversinler
gerçi o dönemleri yaşamadıkları için aynı duyguları hissedebilirler mi bilemiyorum
sevgiyle...
Her zamanki gibi o kadar güzel anlatmışsınız ki,keyifle okudum ;eminim herkesin yaşadığı yerde böyle anıları olmuştur.Eskiden vardı , şimdi yok dediğimiz...Yaya anekdotu da çok güldürdü beni ;)))
YanıtlaSilPeki, nerde indin..? :)
YanıtlaSilAsortik,
YanıtlaSilOtobüsün son durağında indim, Kızılay'da, daha ileriye gitmiyordu çünkü:))
Baykuş Gözüyle,
YanıtlaSilSağolasın. Anılar olmadık yerde birden gelip hücum ediveriyor insanın zihnine. Elizabet'i sık sık anarım da bu yaya olayını o meydanı görünce hatırlayıverdim birden:)) Çocukluk işte...
Aynur,
YanıtlaSilTabii ki ben yaş durumundan sizin hatırladığınızdan daha eski ve daha güzel zamanlarını da biliyorum. Ulus eskiden çok rağbet gören bir yerdi, şimdiyse Kızılay bile hükmünü yitirdi:)
Sevgiler yolluyorum...
Zuzuların Annesi,
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
Kalp kalbe karşı desem:))
Nedukcum,
YanıtlaSilAnılarımız ne kadar ortak değil mi?
Ne hoş aynı paydada buluşmak. Kocaman kucakladım seni:)
Zeynep,
YanıtlaSilBütün mesele o zaten. Eski güzel, nezih Ankara yok artık. Ancak anılarımızda canlandırıyoruz. İyi ki onlar varmış değil mi? Sevgiyle...
Işın,
YanıtlaSilAslında Ulus bence Ankara'nın en tarih kokan yeri, keşke hakettiği saygınlığa tekrar kavuşabilse. Ben oradaki binalara her gidişimde hayranlıkla bakarım. Dün de anılarım canlanıverdi işte.
Sevgiler...
Ekmekcim,
YanıtlaSilSenle ben bu aralar çok sık gider olduk eskilere, yaşlanıyor muyuz ne:)))
Sen bi Ankara yap da ben götüreyim seni istediğin yerlere...
Judy,
YanıtlaSilTroleybüsler çok alemdi gerçekten. Yolun ortasında durur, boynuzu:)) çıkar, şoför inip düzeltirdi. Keşke hala olsalar:)
Özlemcim,
YanıtlaSilBen de seninle yollara düşmek istiyorum aslında. Beni de götürür müsün Frankfurt'a:)))
Kara Kitapcım,
YanıtlaSilBen de seni seviyorum canım:))
Bu şehirde o kadar uzun ve yoğun yaşadım ki her köşesinde bir anım var, zaman zaman böyle çıkıp geliyorlar biryerlerden işte.
Hoşuna gidiyorsa okumak çok sevinirim...
Tosbağalar,
YanıtlaSilBen küçükken biz de çok giderdik Kaleye. Anneannemin bir akrabası otururdu, birgün de onları yazayım bak aklıma geldi:) Kale civarını çok severim ben, bugün oradaydım.
Kunecim,
YanıtlaSilKeşke ben de Elizabet'in nerede olduğunu bilebilsem, bulabilsem. Öyle güzel anılarım vardır ki onunla. İnanılmaz iyi bir annesi vardı. Sonra babasının işleri bozuldu İstanbul'a göçtüler, bir daha da haber alamadım.
Bu arada romanını dört gözle bekliyorum ona göre...
İçimizdeki Karnaval,
YanıtlaSilBence de sizin bir Ankara yapma zamanınız gelmiş. Gelip bir özlem giderin, hem de diplomanızı almış olursunuz.
Eymenim,
YanıtlaSilBurada olduğum sürece benim Ankara yazılarım bitmez merak etmeyin yazarım.
Benden de Kosova'ya sevgiler...
Mavi Baloncum,
YanıtlaSilİlk bakışta benziyor gerçekten ama bu hayli eski bir fotoğraf, gerçi çok değişmedi ama.
Sevgiyle...
İlaç vaktini bekliyorum İda'nın. Uyumamam lazım birkaç sayfayı akşama okurum diye ayırdım haksızlık çünkü kenarından kıyısından okumak bu güzelliği. İsabet olmuş o kadar güzel ki yazı içinde hüzünle, içinde ironik hikayalerle. Bayıldım.
YanıtlaSilElizabeth´in yayasina bayildim:))
YanıtlaSilYine cok güzel anlatilmis, dolayisiyla sanki bende yanindaymisim gibi algilanmis güzel bir ani...
Ankara'yı bildiğimden değil,merak ettim :)
YanıtlaSilSevgili Leylak dalı, nasılkeyif alarak okudum yazınızı. Bende emekliliğimde tüm anılarımı bu şekilde yazarım inşallah. Bir koku insanı nerelere alıp götürüyor. Babaannemin yan komşusu, dün gibi hatırlıyorum, saçlarına kızıl kına yakan bir yaya vardı ve hep siyah giyinirdi. Babaanne demek demişti bir gün bana, biz sana niye yaya demiyoruz demişti. O zaman epey açıklama yapmıştı. Apartmanında oturan tek Türk'tü. Her din ve mezhepten komşuları vardı. Dedemin annesi Rus / kiev'den, babası Rizeli. bütün dinler ve mezheplerle hoşgörü içinde büyüdük. Hiçbir zaman bize en son din bizim dinimiz, bizim ki kabuldur demediler. tüm dinler ve mezhepleri aile gibi düşün, her ailenin alışkanlıkları, kutlamaları, adetleri nasıl farklıysa, dinlerde bu şekildedir derdi babaannem. Şimdi balıkesirde yaşıyor. Yayam :)
YanıtlaSil