Kürkçü dükkanına döndük sonunda. Bu yıl ömrüm yollarda geçti, mümkünse bir süre yerimden kalkmamak istiyorum, bakalım kısmet...
Ankara'ya gelirken yolüstünde olan bahçemize uğradık. Laf aramızda ben bir yıldır görmemiştim, bademler epey büyümüş lakin kuşlardan rahat yok. Yerdeki ağaçkakan Woody Woodpecker artığı, delinip içleri boşaltılmış badem ve cevizler "ben yiyemedim sen ye" örneği olarak serilmiş yatıyordu. Bu yıl bahçenin kralı geniş bir alana saçak atmış balkabakları oldular. Geçen yıl tadı hoşumuza giden bir kabaktan ayırdığımız tohumları serpmiştik, inanılmayacak şekilde ürün verdiler, bir kış yetecek kadar kabağımız olmuş, dağıttık ona buna.
Balkabakları bahçenin kralı ise kraliçesi de leylak ağacıydı. Henüz bel hizama gelen iki mor, iki de Mine Hanımın hatırası beyaz leylağımız var. Mor olanın bir tanesi bakmış havalar hala sıcak, açayım bir çiçek de sevindireyim Leylak ablamı demiş ve olmayanı oldurup Eylül ayında yukarıda gördüğünüz çiçeği açıp mutlu etmiştir beni. Tomurcukların dert görmesin leylağım benim.
Bahçedeki teftişi bitirince düştük yollara. Hava sıcak, ben herzamanki gibi uykusuz, klima serinliğinde yarı uyur yarı uyanık durumlardayken baktım konvoy yapmış iki kamyonun arkasına takılmış ağır aheste gideriz. Tam önümüzdekinin üstünde bir yazı: "Benim yaşam tarzım senin hayalin bile olamaz." Vay, büyüksün şoför abi, nedir bu tarz, hayal bile edilemeyecek? Şahsen pek merak ettim, neden sonra sollarken kafayı çevirip tarz sahibi şahsa baktım. İri göbeği direksiyonla koltuk arasına zar zor sığmış, yağlı saçlı, kirli gömlekli bir adamcağızdı gördüğüm. O zaman karar verdim ki bu lafı söylemiyor, işitmiş :))
Tarz sahibi kamyoncuyu solladıktan sonra diğerinin ardına takıldık, bunda yazı yoktu, onun yerine kasaya cep telefonu numarasını kazıtmış. Bir an telefonumu alıp tam önümüzde gözüme gözüme giren bu numarayı tuşlamak geldi içimden:
-Zırrrr!..
-Alo, buyrun
-İyi günler, siz filanca plakalı kamyonun sahibisiniz değil mi?
-Evet, siz kimsiniz bacım?
-Ben arkanızda seyreden özel araçtan arıyorum.
-Pardon, ne vardı?
-Kardeşim azıcık yol versen de biz de sollayıp geçsek, helak olduk arkanızda, babanızın yolu mu yahu, bla bla bla.....
-Hönk!..
Hayaldi tabii ki ama eğlendim valla düşünürken bile.
Derken sabit yerimiz İkbal'de mola verdik. Ismarladığımız yemekleri beklerken arkamızdaki masaya 9-10 yaşlarında biri kız, biri erkek 2 obez çocukları olan kendi halinde bir aile oturdu. Oğlan kızdan biraz daha obezdi. Daha poposunu sandalyeye yerleştirmeden atlayıp menüyü ele geçirdi ve ilk sıradaki kahvaltı tabağından başlayarak son sıradaki içeceğe kadar yüksek sesle ve adeta sürükleyici bir roman okurmuş gibi büyük bir zevkle okudu, sonra da şöyle buyurdu: "Geçen sefer geldiğimizden beri bu menü değişmiş." Bak sen, ezberlemiş kerata. Sıra yiyecek seçimine gelince de sucuk döner, kaymaklı kadayıf ve Rus salatası diye çığrınmaya başladı. Rus salatası üzerinde özellikle durdu, ben deyim beş, siz deyin on kere "Rus salatası, Rus salatası" diye tezahürat yaptı. Sanırsın 10 yaşındaki veledin ömrü Moskova'da geçmiş. Ismarladıkları önüne gelene kadar Rus salatası diye inledi, gelir gelmez de hapur hupur yuttu ne varsa:)
Devam ettik yola, daldığım uykudan bir diğer uğrak yerimize, söğütlü lokantaya girerken uyandım. Ankara'ya giderken çay içmek için buraya uğrarız, arabamız yıkanırken çaylarımızı içer ve sahibinin her seferinde önümüze getirip zorla yedirdiği ballı gözlemeyi didikleriz. Üstelik para da kabul ettiremeyiz, ellerimizi sıkarak karşılar, ellerimizi sıkarak uğurlar, valla bir tanışlığımız yok, bu molalarla hasıl oldu ahbaplık. Bugün de ellerimizi sıkarak buyur etti ve tüm red ısrarlarımıza rağmen bu defa ballı-kaymaklı gözlemeyi dayadı. Hatır için yarısını götürdük, kalanı paketlemeyi önerdi ama istemedik:) Bugün nedense çok kalabalıktı mekan ve dişi nüfusun %80 i (ben de dahil) levrekten balinaya değişen balıkların etinde hatunlardı. Hep merak ederim, ortalık bu kadar iri balık eti kaynarken giyim mağazalarındaki kıyafetler neden hamsiler, hadi bilemedin istavritler içindir ki?
Yolculuk çeneme vurdu, sonunda geldik Ankara'ya, muhtemelen bahara kadar buradayız, bekleriz. Hepinize sevgiler, selamlar, iyi geceler...
Ankara'ya gelirken yolüstünde olan bahçemize uğradık. Laf aramızda ben bir yıldır görmemiştim, bademler epey büyümüş lakin kuşlardan rahat yok. Yerdeki ağaçkakan Woody Woodpecker artığı, delinip içleri boşaltılmış badem ve cevizler "ben yiyemedim sen ye" örneği olarak serilmiş yatıyordu. Bu yıl bahçenin kralı geniş bir alana saçak atmış balkabakları oldular. Geçen yıl tadı hoşumuza giden bir kabaktan ayırdığımız tohumları serpmiştik, inanılmayacak şekilde ürün verdiler, bir kış yetecek kadar kabağımız olmuş, dağıttık ona buna.
Balkabakları bahçenin kralı ise kraliçesi de leylak ağacıydı. Henüz bel hizama gelen iki mor, iki de Mine Hanımın hatırası beyaz leylağımız var. Mor olanın bir tanesi bakmış havalar hala sıcak, açayım bir çiçek de sevindireyim Leylak ablamı demiş ve olmayanı oldurup Eylül ayında yukarıda gördüğünüz çiçeği açıp mutlu etmiştir beni. Tomurcukların dert görmesin leylağım benim.
Bahçedeki teftişi bitirince düştük yollara. Hava sıcak, ben herzamanki gibi uykusuz, klima serinliğinde yarı uyur yarı uyanık durumlardayken baktım konvoy yapmış iki kamyonun arkasına takılmış ağır aheste gideriz. Tam önümüzdekinin üstünde bir yazı: "Benim yaşam tarzım senin hayalin bile olamaz." Vay, büyüksün şoför abi, nedir bu tarz, hayal bile edilemeyecek? Şahsen pek merak ettim, neden sonra sollarken kafayı çevirip tarz sahibi şahsa baktım. İri göbeği direksiyonla koltuk arasına zar zor sığmış, yağlı saçlı, kirli gömlekli bir adamcağızdı gördüğüm. O zaman karar verdim ki bu lafı söylemiyor, işitmiş :))
Tarz sahibi kamyoncuyu solladıktan sonra diğerinin ardına takıldık, bunda yazı yoktu, onun yerine kasaya cep telefonu numarasını kazıtmış. Bir an telefonumu alıp tam önümüzde gözüme gözüme giren bu numarayı tuşlamak geldi içimden:
-Zırrrr!..
-Alo, buyrun
-İyi günler, siz filanca plakalı kamyonun sahibisiniz değil mi?
-Evet, siz kimsiniz bacım?
-Ben arkanızda seyreden özel araçtan arıyorum.
-Pardon, ne vardı?
-Kardeşim azıcık yol versen de biz de sollayıp geçsek, helak olduk arkanızda, babanızın yolu mu yahu, bla bla bla.....
-Hönk!..
Hayaldi tabii ki ama eğlendim valla düşünürken bile.
Derken sabit yerimiz İkbal'de mola verdik. Ismarladığımız yemekleri beklerken arkamızdaki masaya 9-10 yaşlarında biri kız, biri erkek 2 obez çocukları olan kendi halinde bir aile oturdu. Oğlan kızdan biraz daha obezdi. Daha poposunu sandalyeye yerleştirmeden atlayıp menüyü ele geçirdi ve ilk sıradaki kahvaltı tabağından başlayarak son sıradaki içeceğe kadar yüksek sesle ve adeta sürükleyici bir roman okurmuş gibi büyük bir zevkle okudu, sonra da şöyle buyurdu: "Geçen sefer geldiğimizden beri bu menü değişmiş." Bak sen, ezberlemiş kerata. Sıra yiyecek seçimine gelince de sucuk döner, kaymaklı kadayıf ve Rus salatası diye çığrınmaya başladı. Rus salatası üzerinde özellikle durdu, ben deyim beş, siz deyin on kere "Rus salatası, Rus salatası" diye tezahürat yaptı. Sanırsın 10 yaşındaki veledin ömrü Moskova'da geçmiş. Ismarladıkları önüne gelene kadar Rus salatası diye inledi, gelir gelmez de hapur hupur yuttu ne varsa:)
Devam ettik yola, daldığım uykudan bir diğer uğrak yerimize, söğütlü lokantaya girerken uyandım. Ankara'ya giderken çay içmek için buraya uğrarız, arabamız yıkanırken çaylarımızı içer ve sahibinin her seferinde önümüze getirip zorla yedirdiği ballı gözlemeyi didikleriz. Üstelik para da kabul ettiremeyiz, ellerimizi sıkarak karşılar, ellerimizi sıkarak uğurlar, valla bir tanışlığımız yok, bu molalarla hasıl oldu ahbaplık. Bugün de ellerimizi sıkarak buyur etti ve tüm red ısrarlarımıza rağmen bu defa ballı-kaymaklı gözlemeyi dayadı. Hatır için yarısını götürdük, kalanı paketlemeyi önerdi ama istemedik:) Bugün nedense çok kalabalıktı mekan ve dişi nüfusun %80 i (ben de dahil) levrekten balinaya değişen balıkların etinde hatunlardı. Hep merak ederim, ortalık bu kadar iri balık eti kaynarken giyim mağazalarındaki kıyafetler neden hamsiler, hadi bilemedin istavritler içindir ki?
Yolculuk çeneme vurdu, sonunda geldik Ankara'ya, muhtemelen bahara kadar buradayız, bekleriz. Hepinize sevgiler, selamlar, iyi geceler...
son dediğini ben de merak ediyorum.neden hamsiler için tüm kıyafetler? oysa ortalıkta yunustan balinaya daha yoğun bir popülasyona sahibiz.
YanıtlaSilKamyon şöförünü aramak harika olurdu sanırım :))
YanıtlaSilSen hep yollarda olsan yaşadık biz. Ne tatlı anlatımdır bu:)))
YanıtlaSilİster misin Ankara leylakları da şaşırıp açsın senin için?
Hoşgeldin. Bu yıl iyi yol yaptınız:)
YanıtlaSilHoş geldiniz, keyifle okudum yazınız sizin gibi çok keyifliydi.
YanıtlaSilHoşgeldin Leylak Abla, sevindim geldiğini okuyunca:)) 15 lik arkadaşına söyledim o da sevindi ve selam söyledi:))
YanıtlaSilBir yol macerası da bu kadar güzel anlatılır.
YanıtlaSilHoşgeldiniz.Sevgiler.
Kamyon şöförünü aradım deyince yok artık dedim,aramadı herhalde dedim.
YanıtlaSilBizi şüpheye düşürdüğüne göre epey çılgın bir nam saldın aramızda biliyorsun değil mi?
Öpüyorum çok çok...
Sevgili Leylak Dalı, sanırım mağazalar bizim 45 kiloluk hamsi halimizi hatırlıyorlar daha doğrusu hatırlamak istiyorlar da o yüzden bulamıyoruz balina kıyafeti..pardon yunus demek istedimdi..Sevgiler, hoşgeldiniz..
YanıtlaSil