Trenli, raylı, vagonlu, peronlu bir akşamdı. Bütün gün temizlik yapmaktan canım çıktı, akşamına dinlenmek için dizimi kırıp oturacağıma birkaç gün önce haberini aldığım Cermodern'deki "Klasik Türk Müziği" konserine gitmeye niyetlendim. Eşlikçim babam oldu. Hazır istasyon civarına gitmişken önce Tarihi Gar Lokantası'nda bir yemek yiyelim dedik.
Lambri kaplı duvarları, tavandan sarkan kristal avizeleri, maun masa ve sandalyeleri, duvarda asılı tarihi şahsiyetlerin ve Ankara Garı'nın tarihsel sürecini yansıtan çerçeveli fotoğrafları ile biraz loş, biraz kasvetli salonda oturmaktansa perondaki masalardan birine yerleştik. Babam zaten istasyon ve tren hastası, babadan kalma bir alışkanlık, dedem demiryolcu idi. Eh ben de onlardan el almışım, raylara ve gelip giden trenlere bakarak yemek yemek çok hoşumuza gitti.
Biz yemeğe başladığımızda tenhaydı lokanta. Tek başına patates kızartmalı bir yemek yiyen genç adamla sigara ve çay içerek kitap okuyup muhtemelen bineceği treni bekleyen bir genç kızdan başka kimsecikler yoktu. Yemeğimizin sonuna geldiğimizdeyse başlarında rehberleriyle bir Japon turist kafilesi bastı salonu. Çekik gözlü kardeşlerimiz ellerinde fotoğraf makinesi gözlerinin gördüğü herşeyi fotoğraflarken garsonlar içerde kendilerine uzun bir masa hazırladılar. Muhtemelen yemek yedikten sonra trenle bir seyahat gerçekleştireceklerdi.
Seviyorum garları, en az otobüs terminallerinden nefret ettiğim kadar. Konsere yetişecek olmasak büyük bir zevkle oturmaya devam edebilirdim. Biz ayrılırken geçen yıldan beri sefere konan "Yüksek Hızlı Tren"imiz perona girdi, sivri burnuna doğru bir selam çakıp Cermodern'e gitmek üzere yola koyulduk.
Cermodern'in avlusunda enfes bir Klasik Türk Müziği konseri izledik, ne yazık ki yarıya kadar. Zira açık havada olduğunu hesap etmediğimiz için yanımıza şal, ceket türünden sıcak tutacak birşey almamışız. O kadar üşüdük ki hasta olmayı göze alamayıp kalktık. Biz Cermodern'den ayrılırken sahnedeki sanatçıların sesi geliyordu:
"Geçsin günler haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın."
Cermodern'in avlusunda enfes bir Klasik Türk Müziği konseri izledik, ne yazık ki yarıya kadar. Zira açık havada olduğunu hesap etmediğimiz için yanımıza şal, ceket türünden sıcak tutacak birşey almamışız. O kadar üşüdük ki hasta olmayı göze alamayıp kalktık. Biz Cermodern'den ayrılırken sahnedeki sanatçıların sesi geliyordu:
"Geçsin günler haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın."
Soğuğa rağmen, konse çok güzeldi, dilerim sanatçılar hasta olmazlar.
YanıtlaSilTesadüf ki bende Alsancak tren Garındaydım bugün :)
YanıtlaSilO en son siz ayrılırken duyduğunuzu öyle severim ki...
YanıtlaSilHer 29 ekim de cumhuriyet treni olurdu.Bilmem halen var mıdır.İçinde ülkemizin önde gelen caz yorumcularının konserler verdiği,nostaljik bir trendi..
YanıtlaSilAgatha Kristin romanlarında yada romantik filmlerde geçen trenler bizim ülkemizde hiç olmadı nedense..
Nasıl güzel bir lokanta bu böyle. Bir tek o hızlı tren yakışmamış oraya. Şöyle dumanını savura savura gelen bir de kara tren olaymış:)
YanıtlaSilÇoğu yerde karşıma çıkıyor bu... Sıkışmışlık hissi denebilir bir nevi. Bir tarafta nostalji, bir tarafta son hız modernizm. Elinin ayarı olmayan bir milletiz, arafta yaşıyoruz galiba...
YanıtlaSilKaleminize sağlık hocam...