Baharın yamulttuğu bünyeyi biraz doğrultmak ve dünkü uzun yürüyüş sonrası hamlamış bacaklarımı dinlendirmek için bugün evden dışarı çıkmadım. Ben bayılırım zaten evde vakit geçirmeye; kitap oku, bilgisayarla haşır-neşir ol, müzik dinle, amaçsızca odalarda dolaş, 4 aylık Ankara süresince unuttuğun bazı eşyaları görüp "Benim böyle birşeyim var mıydı?" diye şaşır, kahve iç, güneşli kanepeye yayıl, kısacası istediğin gibi takıl. Hasılı evde olmak güzeldir...
-Kendimi yataktan adeta kazıyarak kaldırdığım bölük pörçük uyunmuş bir gecenin ardından güne Ekmekçi'min benim için eklediği bu güzel leylak fotoğrafıyla başladım. Bu görüntüden sonra günün kötü geçmesi olasılık dışıydı zaten.
-Tost ve nescafe eşliğinde bloglar gezilip, çiftlikteki ekim-dikim işleri de tamamlandıktan sonra kitabımı alıp kıvrıldım kanepeye. "Aile Reisinin Kati Devrilişi"ni okuyorum birkaç gündür. Hâlâ deviremedik reis Mimoun efendiyi. Fas'tan Barcelona'ya taşındılar ama karısına yaptığı eziyetler son bulmadı bir türlü. Eli kulağında yalnız, çok geçmeyecek layığını bulacak gibi görünüyor, kitabın sonu geldi çünkü. İlk kez Fas'lı bir yazarın kitabını okuyorum ve çok sevdim, eğlenceli, akıcı, güldürürken düşündüren, fosilleşmiş gelenekleri sorgulatan bir roman, önerilir.
-Tabii ki kitap yalnız başına gitmez, okuma seansına müzik setinde dönen "İstanbul Senfonisi/Aşk" CD'si eşlik etti, hem de üstüste 3 kez. Göksel Baktagir'i ve kanununu dinlemeye doyamam çünkü.
- Kendime öğle yemeği için sağlıklı, az yağlı bir sebze yemeği yaptım. Dün pazardan alınmış tazecik kabaklar ve iki adet enginar soyulup iri iri doğrandı, 3-4 diş sarmısak ve 3 kaşık zeytinyağıyla kendi suyunda pişmeye terkedildi. Bu aralar uzayda kapladığım yeri biraz küçültmek niyetindeyim ayrıca sebzelerin doğal tadını almayı sağlayan basit pişirimli yemekleri sever oldum. Buna evde benim dışımda kimsenin itibar etmediğini tahmin etmişsinizdir.
- Yemek pişerken "White Ribbon" filmini izlemeye başladım. Bu yıl "En iyi yabancı film" dalında Oscar adayı olan bir Alman yapımı. Siyah-beyaz çekilmiş, kasvetli bir film. Zaten konusu da öyle ama çok beğendim. Film bitene kadar bütün çocukların yüzü yandaki afişte gördüğünüz oğlanın ifadesini taşıyordu. 1.Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde bir Alman köyünde çocuklara gerek aileleri, gerek kilise tarafından uygulanan katı disiplinin onları nasıl suça ittiği çok güzel işlenmiş. İnsanı ürperten, bir o kadar da etkileyen bu filmi izlemenizi öneririm. (Filmin konusu pek iştah açıcı olmasa da ben pişen yemeğimi filmi izlerken lüplettim.)
-Tatlı niyetine (güya uzaydaki alanımı küçültecektim) bir adet yeni çıkan naneli Kitkat gofretini götürdükten sonra eşimin getirdiği domates fidelerini balkondaki saksıya diktik. Ankara'ya gidene kadar büyüyüp ürün vermesini ve salatamıza lezzet katmasını ummaktayız.
-Bozulan musluğu tamir için gelen sucuya kurban verdiğimiz vazomuzun kalıntılarını sucunun aile efradına içimden teşekkürler(!) sunarak süpürdükten sonra içindeki çiçekleri kurtarabildiğime şükrederek günümü özetlemeye oturdum. Aksiyon olmasa da film, kitap, CD üçgeninde hoş bir gündü, bünyeye iyi geldi. Bu kalbim kadar temiz blog sayfasındaki yazıma burada son verir, hayatın sarp ve dikenli yollarında karşınıza çıkacak tüm engelleri aşmanızı temenni ederim.
*"Yeter ki gün eksilmesin penceremden"/Cahit SıtkI TARANCI
-Tost ve nescafe eşliğinde bloglar gezilip, çiftlikteki ekim-dikim işleri de tamamlandıktan sonra kitabımı alıp kıvrıldım kanepeye. "Aile Reisinin Kati Devrilişi"ni okuyorum birkaç gündür. Hâlâ deviremedik reis Mimoun efendiyi. Fas'tan Barcelona'ya taşındılar ama karısına yaptığı eziyetler son bulmadı bir türlü. Eli kulağında yalnız, çok geçmeyecek layığını bulacak gibi görünüyor, kitabın sonu geldi çünkü. İlk kez Fas'lı bir yazarın kitabını okuyorum ve çok sevdim, eğlenceli, akıcı, güldürürken düşündüren, fosilleşmiş gelenekleri sorgulatan bir roman, önerilir.
-Tabii ki kitap yalnız başına gitmez, okuma seansına müzik setinde dönen "İstanbul Senfonisi/Aşk" CD'si eşlik etti, hem de üstüste 3 kez. Göksel Baktagir'i ve kanununu dinlemeye doyamam çünkü.
- Kendime öğle yemeği için sağlıklı, az yağlı bir sebze yemeği yaptım. Dün pazardan alınmış tazecik kabaklar ve iki adet enginar soyulup iri iri doğrandı, 3-4 diş sarmısak ve 3 kaşık zeytinyağıyla kendi suyunda pişmeye terkedildi. Bu aralar uzayda kapladığım yeri biraz küçültmek niyetindeyim ayrıca sebzelerin doğal tadını almayı sağlayan basit pişirimli yemekleri sever oldum. Buna evde benim dışımda kimsenin itibar etmediğini tahmin etmişsinizdir.
- Yemek pişerken "White Ribbon" filmini izlemeye başladım. Bu yıl "En iyi yabancı film" dalında Oscar adayı olan bir Alman yapımı. Siyah-beyaz çekilmiş, kasvetli bir film. Zaten konusu da öyle ama çok beğendim. Film bitene kadar bütün çocukların yüzü yandaki afişte gördüğünüz oğlanın ifadesini taşıyordu. 1.Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde bir Alman köyünde çocuklara gerek aileleri, gerek kilise tarafından uygulanan katı disiplinin onları nasıl suça ittiği çok güzel işlenmiş. İnsanı ürperten, bir o kadar da etkileyen bu filmi izlemenizi öneririm. (Filmin konusu pek iştah açıcı olmasa da ben pişen yemeğimi filmi izlerken lüplettim.)
-Tatlı niyetine (güya uzaydaki alanımı küçültecektim) bir adet yeni çıkan naneli Kitkat gofretini götürdükten sonra eşimin getirdiği domates fidelerini balkondaki saksıya diktik. Ankara'ya gidene kadar büyüyüp ürün vermesini ve salatamıza lezzet katmasını ummaktayız.
-Bozulan musluğu tamir için gelen sucuya kurban verdiğimiz vazomuzun kalıntılarını sucunun aile efradına içimden teşekkürler(!) sunarak süpürdükten sonra içindeki çiçekleri kurtarabildiğime şükrederek günümü özetlemeye oturdum. Aksiyon olmasa da film, kitap, CD üçgeninde hoş bir gündü, bünyeye iyi geldi. Bu kalbim kadar temiz blog sayfasındaki yazıma burada son verir, hayatın sarp ve dikenli yollarında karşınıza çıkacak tüm engelleri aşmanızı temenni ederim.
*"Yeter ki gün eksilmesin penceremden"/Cahit SıtkI TARANCI
Evde zaman geçirmeyi bende çok severim. Özellikle tek tatil günüm olmasına rağmen pazarları evden dışarı çıkmak istemiyorum. Mutlaka yapacak birşey bulurum. Sizi çok iyi anlıyorum:)
YanıtlaSilKitabı çok merak ettim. Butlaka okuyacağım:))
Sevgiler...
Merhaba,bende daha değişiğim,evdeysem ay ne güzel insanlar sokaklarda geziniyor diye imrenirim,sokakta isem pencere kenarlarında oturanlara bakıp,ay keşke bende evde olsam derim.İnsanlar çeşit çeşit işte.Sevgiyle...
YanıtlaSilSena,
YanıtlaSilEvde olmak güzeldir gerçekten, bundan hoşlanmayanlara şaşarım. Kitabı öneririm, gerçekten güzel.
Sevgiyle...
Sevgili Tatlıhayat,
YanıtlaSilİnsan ruh haline göre değişiklik gösteriyor işte, kimi zaman evde, kimi zaman sokakta olmak istiyor. Sağlığımız ve huzurumuz yerinde olsun da nerede olursak olalım, değil mi?
Sevgiyle kalın...
Leylakçım, dün buraya hayli uzun bir yorum yazmıştım.Ev hayatıyla, sondaki şiirle ilgili.
YanıtlaSilTeknik bir durum oldu sanırım. Neyse sağlığın ve huzurun hep yerinde olsun diyerek bitiriyorum bu sefer.
Asucum, yorumun gelmedi canım ya.
YanıtlaSilBu blogspot bizi kıskanıp sabote ediyor galiba:)))
Aynı dilekleri ben de senin için yolluyor, iyi hafta sonları diliyorum...
Ne güzel bir gün, ne yapıyorsun diye gözetleyen bir amir, patron yok ohhh..
YanıtlaSil