Ankara'dan döndüğümde her zaman alışveriş ettiğim, evimin çok yakınındaki süpermarkete hayli kapsamlı bir manav reyonu açılmış olduğunu görüp çok sevindim. Böylece bütün ihtiyaçlarımı bir çırpıda karşılayabileceğimi düşünürken zihnim taa gerilere, bakkallı yıllara gitti. O zaman nerede böyle süpermarketler, hipermarketler. Bütün ihtiyaçlar mahalle bakkalından karşılanırdı, onlar da bakkal olmaktan öte bir nevi muhtarlık hizmeti verirlerdi. Gerçi bizim bir süpermarketimiz de vardı: "Gima" ya da anneannemin deyimiyle "Gımı". Lakin Gima'ya gündelik alışverişler için değil de bakkallarda bulunmayan daha kapsamlı ihtiyaçlar için gidilirdi. Ha, bir de "Et ve Balık Kurumu"nun tanzim satış mağazaları vardı, halkın et ihtiyacını ucuza karşılayan. Önünde uzun kuyruklar oluşurdu, anneannem de en sadık müşterilerinden biriydi, oranın adı da onun lisanında "Et Gımısı" idi.
Çocukluk yıllarımın unutulmaz 3 bakkalı vardı, hemen hemen 100-200 metrelik bir hat üstünde yer alan. Biri okulun karşısındaki "Mavi Köşe", diğer ikisi de evin karşısındaki "İtimat Bakkaliyesi" ile "Yeşil Köşe" idi. Sanırım "Yeşil Köşe" ismi, çok müşterili bir bakkal olan "Mavi Köşe" den özenilerek konulmuştu. İsimleri buydu ama biz onları hiç böyle anmazdık. Onlar bizim için "Mustâ Bakkal", "Niyazi Abi" ve "Deli Bakkal"dılar. "Deli Bakkal" adı gibi deliydi. Orta yaşlarda, sıska, sabit bakışlı, az konuşan bir adamdı, en az kendi kadar sıska yaşlı annesiyle birlikte yaşardı. Dükkanı kir-pas içinde, bakkaliye malzemesi yetersiz ve müşterisi çok azdı. O kadar asabiydi ki biz çocuklar bırak dükkanına girmeyi, önünden geçmeye korkardık. Bir Kandil akşamı gittiğimiz gezmeden dönerken annem helva yapmaya karar vermiş, herzamanki bakkalımızda irmik kalmadığı için mecburen "Deli Bakkal"a girmek durumunda kalmıştık. Tarttığı irmiğin miktarını fazla bulup biraz daha az almak istediğimizde aniden bağırıp çağırmaya başlamış ve terazideki kiloyu kapıp üstümüze yürümüştü. Annemle dükkandan can havliyle öyle bir kaçmıştık ki, uzun zaman dükkanın yanından geçmemek için yolumuzu değiştirdiğimizi hatırlarım.
"Mavi Köşe" ya da hep kullanılan ismiyle "Mustâ Bakkal" tipik bir mahalle esnafıydı. Kısa boyu, tombul göbeği, kel kafası ve cin gibi parlayan gözleriyle sevimli fakat bir o kadar da uyanık bir adamdı. Okul yolumun üstündeydi; ilkokul, ortaokul ve liseyi kapsayan 11 yıl boyunca hilafsız her okul günü maviye boyalı kasalarıyla ekmeklerin sergilendiği camekanlı yan duvarının önünden geçtim. Teneffüslerde bir koşu kapısından girip sakız, gofret, bisküvi ya da kırtasiye reyonu da olduğu için, kalem, silgi gibi okul malzemeleri aldım. İlkokul çağlarımda en güzel oyuncaklı sakızların ve en sevdiğim tüp çikolatanın membaı da orasıydı. Dükkanın cephesine uygun mavi iş gömleğiyle sürekli tezgahın arkasında durur, cin bakışlı gözleri dört bir yanı tararken "Mustâ amca sakız", "Mustâ amca kalem", "Mustâ amca gofret" şeklindeki isteklerimizi ikiletmeden karşılardı. O loş, serin dükkan çok uzun yıllar, hatta biz o mahalleden taşındıktan sonra bile varlığını sürdürdü. Çok sonra başka bir semte taşındığını ve bakkal dükkanını da mandraya çevirdiğini duyduk.
Hiç kimsenin kullanmadığı, sadece camekanında süslü harflerle yazılı ismiyle "İtimat Bakkaliyesi"nin sahibi ise bizim "Niyazi Abi"mizdi. Evimizin bulunduğu blokla bakkal dükkanının arasında sadece bir cadde vardı, o yüzden günde en az iki kez Niyazi abi ile muhatap olmamız kaçınılmazdı. "Mustâ Bakkal"a göre çok daha gençti ama en az onun kadar keldi. Önlüğü de mavi değil gri idi. Zarif görünümlü karısı ve küçük kızıyla yan tarafımızdaki blokta otururlardı. Mahallede olup biten herşeyden haberdardı, bir nevi ayaklı gazete yani. Mavi gözleri herkesi, herşeyi dikkatle izlerdi, hiçbirşey kaçmazdı ondan. Her akşamüstü sekerek dükkana girer, "Meraba Niyazi abi" diye bir selam verip arka taraftaki ekmek bölmesine geçerdik, en taze ekmeği seçip elimizdeki parayı tezgahın üstüne fırlattıktan sonra ekmeğin köşesini kopartıp tırtıklayarak eve koştururduk. Yalnızca ekmeği kendimiz seçip alabilirdik, diğer şeyler "Niyazi abi"mizden istenirdi. Ben çok sokulgan bir çocuk değildim o yüzden Niyazi abi ile konuşmalarım sınırlı kalırdı ama onunla sıkı muhabbette olan arkadaşlarıma imrenir, o sohbetlere katılabilmeyi, Niyazi abinin benimle de konuşup şakalaşmasını isterdim. Sonra bir gün ekmek almış çıkarken Niyazi abi adımı seslenerek durdurdu beni, ismimi biliyor olmasına hem sevinmiş, hem de şaşırmıştım. Yanıma geldi, yüzünde çok geniş bir gülümseme ile şöyle dedi: "Eve gidince annene de ki, Niyazi abimin bir erkek çocuğu doğmuş". Niyazi abi'yi hep güler yüzlü görmüştüm ama o günkü yoğun mutluluk ifadesine ilk kez rastlıyordum. Bir erkek bebek onu göklere uçurmaya yetmişti.
Sonra biz taşındık. "Niyazi abi" de, "Mustâ Bakkal" da, "Deli Bakkal" da gerilerde kaldı. Hayatımıza başka bakkallar girdi ve bir süre sonra artık bakkalımızdan değil marketimizden bahseder olduk. Şimdi herşey daha kolay belki, her istediğimizi bulmak olası ama hiçbir market sahibine "Babam bunun parasını akşam verecek" denmiyor ki...
Çocukluk yıllarımın unutulmaz 3 bakkalı vardı, hemen hemen 100-200 metrelik bir hat üstünde yer alan. Biri okulun karşısındaki "Mavi Köşe", diğer ikisi de evin karşısındaki "İtimat Bakkaliyesi" ile "Yeşil Köşe" idi. Sanırım "Yeşil Köşe" ismi, çok müşterili bir bakkal olan "Mavi Köşe" den özenilerek konulmuştu. İsimleri buydu ama biz onları hiç böyle anmazdık. Onlar bizim için "Mustâ Bakkal", "Niyazi Abi" ve "Deli Bakkal"dılar. "Deli Bakkal" adı gibi deliydi. Orta yaşlarda, sıska, sabit bakışlı, az konuşan bir adamdı, en az kendi kadar sıska yaşlı annesiyle birlikte yaşardı. Dükkanı kir-pas içinde, bakkaliye malzemesi yetersiz ve müşterisi çok azdı. O kadar asabiydi ki biz çocuklar bırak dükkanına girmeyi, önünden geçmeye korkardık. Bir Kandil akşamı gittiğimiz gezmeden dönerken annem helva yapmaya karar vermiş, herzamanki bakkalımızda irmik kalmadığı için mecburen "Deli Bakkal"a girmek durumunda kalmıştık. Tarttığı irmiğin miktarını fazla bulup biraz daha az almak istediğimizde aniden bağırıp çağırmaya başlamış ve terazideki kiloyu kapıp üstümüze yürümüştü. Annemle dükkandan can havliyle öyle bir kaçmıştık ki, uzun zaman dükkanın yanından geçmemek için yolumuzu değiştirdiğimizi hatırlarım.
"Mavi Köşe" ya da hep kullanılan ismiyle "Mustâ Bakkal" tipik bir mahalle esnafıydı. Kısa boyu, tombul göbeği, kel kafası ve cin gibi parlayan gözleriyle sevimli fakat bir o kadar da uyanık bir adamdı. Okul yolumun üstündeydi; ilkokul, ortaokul ve liseyi kapsayan 11 yıl boyunca hilafsız her okul günü maviye boyalı kasalarıyla ekmeklerin sergilendiği camekanlı yan duvarının önünden geçtim. Teneffüslerde bir koşu kapısından girip sakız, gofret, bisküvi ya da kırtasiye reyonu da olduğu için, kalem, silgi gibi okul malzemeleri aldım. İlkokul çağlarımda en güzel oyuncaklı sakızların ve en sevdiğim tüp çikolatanın membaı da orasıydı. Dükkanın cephesine uygun mavi iş gömleğiyle sürekli tezgahın arkasında durur, cin bakışlı gözleri dört bir yanı tararken "Mustâ amca sakız", "Mustâ amca kalem", "Mustâ amca gofret" şeklindeki isteklerimizi ikiletmeden karşılardı. O loş, serin dükkan çok uzun yıllar, hatta biz o mahalleden taşındıktan sonra bile varlığını sürdürdü. Çok sonra başka bir semte taşındığını ve bakkal dükkanını da mandraya çevirdiğini duyduk.
Hiç kimsenin kullanmadığı, sadece camekanında süslü harflerle yazılı ismiyle "İtimat Bakkaliyesi"nin sahibi ise bizim "Niyazi Abi"mizdi. Evimizin bulunduğu blokla bakkal dükkanının arasında sadece bir cadde vardı, o yüzden günde en az iki kez Niyazi abi ile muhatap olmamız kaçınılmazdı. "Mustâ Bakkal"a göre çok daha gençti ama en az onun kadar keldi. Önlüğü de mavi değil gri idi. Zarif görünümlü karısı ve küçük kızıyla yan tarafımızdaki blokta otururlardı. Mahallede olup biten herşeyden haberdardı, bir nevi ayaklı gazete yani. Mavi gözleri herkesi, herşeyi dikkatle izlerdi, hiçbirşey kaçmazdı ondan. Her akşamüstü sekerek dükkana girer, "Meraba Niyazi abi" diye bir selam verip arka taraftaki ekmek bölmesine geçerdik, en taze ekmeği seçip elimizdeki parayı tezgahın üstüne fırlattıktan sonra ekmeğin köşesini kopartıp tırtıklayarak eve koştururduk. Yalnızca ekmeği kendimiz seçip alabilirdik, diğer şeyler "Niyazi abi"mizden istenirdi. Ben çok sokulgan bir çocuk değildim o yüzden Niyazi abi ile konuşmalarım sınırlı kalırdı ama onunla sıkı muhabbette olan arkadaşlarıma imrenir, o sohbetlere katılabilmeyi, Niyazi abinin benimle de konuşup şakalaşmasını isterdim. Sonra bir gün ekmek almış çıkarken Niyazi abi adımı seslenerek durdurdu beni, ismimi biliyor olmasına hem sevinmiş, hem de şaşırmıştım. Yanıma geldi, yüzünde çok geniş bir gülümseme ile şöyle dedi: "Eve gidince annene de ki, Niyazi abimin bir erkek çocuğu doğmuş". Niyazi abi'yi hep güler yüzlü görmüştüm ama o günkü yoğun mutluluk ifadesine ilk kez rastlıyordum. Bir erkek bebek onu göklere uçurmaya yetmişti.
Sonra biz taşındık. "Niyazi abi" de, "Mustâ Bakkal" da, "Deli Bakkal" da gerilerde kaldı. Hayatımıza başka bakkallar girdi ve bir süre sonra artık bakkalımızdan değil marketimizden bahseder olduk. Şimdi herşey daha kolay belki, her istediğimizi bulmak olası ama hiçbir market sahibine "Babam bunun parasını akşam verecek" denmiyor ki...
Deli bakkala hayran kaldım :)
YanıtlaSilMüşteri toplamayı değil de dağıtmayı hedef almış anlaşılan.
Ben de hatırlıyorum az çok,Marmaris'e ilk geldiğimiz dönemlerde burda bakkal bile zor bulunuyordu.Mc Donald açıldığında bir gün şok altında kalışım bundan olsa gerek :D
Çok güzel olmuş yazın yine...
Bizimde küçükken "köylü bakkal" ki genelde köyünden getirdiği bakliyatları sattığı için bir de"çukur bakkal" vardı niye çukur bilmiyorum. Ama o Çukur bakkaldan içeri girdiğimde burnuma çarpan 3 koku olurdu; gaz, turşu ve bezlerle örtülmüş sıcak ekmek kokusu :)
YanıtlaSilsonra her salı belediye otobüsünden çevirilmiş belediye tanzim satış arabası gelirdi. arka kapıdan girer ön kapıda genelde margarin, tursil gibi malların parasını ödeyip inerdik ve sıkı durun bu araba şu anda büyük bir firma olan TANSAŞ'ın ilk temeliydi.
not: bizim halen mahalle bakkalımız "Hayri Abi" ve hala paramız yetişmediğinde ya da olmadığında sonra vericez diyerek alışveriş yapabildiğimiz bir yer.
Et gımısı na çok güldüm. Hepsi yokoldular. Gerçekten çocukluğumuzda her köşede bir tane olurdu. Sanki hepsi de loştular.Şeniz' in dediği gibi gaz turşu ekmek kokarlardı.
YanıtlaSilArtık camdan sepet de sallandıramıyoruz marketlere. Üç bakkalın da çok tanıdık.
Evet galiba anı okumak gibisi yok. Ellerine sağlık Leylak' cım...
Sevgili Leylakcığım, ne güzel yazmışsın gene, duygu yüklü. Annem bir dönem yaptı mahalle bakkalığı, sonra baktı vergisi, bağ-kuru, uğraşamam dedi bıraktı haklı olarak. Ben çocukluğum da evin yakınınında ki fırını hatırlıyorum, mis gibi ekmek kokusu gelirdi. Ben de annemin söylediği ekmek sayısını unutmayım diye tekrarlayarak (iki ekmek, iki ekmek) diyerek gidip alırdım:)) Umarım daha iyisindir, öpüyorum...
YanıtlaSilYazını bazı yerlerinde kahkaha atarak ve bizim bakkallara ne de benzediğini düşünerek okudum. Benim çocukluğumdan, bakkal deyince aklıma ilk gelen, şimdiki ekmeklerde hiç bulamadığım somun ekmek kokusu ve bir de kahverengi erden şekeri.
YanıtlaSilDaha sonraki yıllarda Yenimahalle'de ki Ahmet bakkalla, Keçiören'de ki Osman bakkalımız hafızalarımızda unutulmaz yer edinmişlerdir, Tıpkı senin bakkal amcalarla tıpatıp benzer özellikleriyle.
Nostaljik bir gezinti yaptım bu güzel yazınla, Teşekkürler.
Sevgiler
anı yazıların o kadar keyifli ki. nasıl bir anlatımsa sanki sokağın bir köşesinden seyreder gibi oldum. güzel zamanlar olduğunu hissettim.
YanıtlaSilBen de zaman zaman bakkal dükkanına özgü hoş bir koku vardır ya onu özlerim.
YanıtlaSilBana çocukluğumdaki bakkalları anımsattın; Hilmi Dayı'yı, Ali Abi'yi, Hamide Teyze'yi. İnsan geçmişe bakınca hem gülümseyip hem de gözleri doluyor. Ne garip bir duygu bu.
YanıtlaSilLeylakcığım bizim de hemen apartmanın yanında Erdoğan Amca vardı.Ben balkondan sepet sarkıtır sesimin olanca volümüyle Eeeeeeerrrrrdoğaaaaaannnnn Amcaaaaaaaa diye bağırırdım:))
YanıtlaSilBAkkal hala aynı yerde duruyor ama ben şimdi nasıl öylece bağırdığıma şaşıp alışverişe aşağı iniyorum :)))))
BAkkalların tadı başka gerçekten.
Sevgilerle canım benim.