.

.
.

8 Eylül 2009 Salı

EYLÜL GELDİ


Eylül geldi sonunda... Gerçi Hayat Bilgisi derslerinde bize okutulduğuna göre ayın 21 ine kadar yaz sayılsa da gerçek hayatın kitaptaki hayata hiç benzeşmediğini kavrayalı epey uzun bir zaman oldu. Antalya'da olsam hala yaz modunda, üstelik havalar bir nebze serinledi diye sevinçli olabilirdim ama Ankara Eylül'le birlikte "Sonbahar"ı gözüme sokmaya başladı. Her ne kadar şair "Teşrin" den bahsetse de ben sık sık Yahya Kemâl'in şu dizelerini tekrarlamaktayım:

"Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasında rüzgâr
Teşrin yapraklarıyla oynar..."

Daha 4 yıl öncesine kadar Eylül ayı benim için ayların en telaşlısı idi. Derin bir ruh sıkıntısıyla okulların açılmasını beklerdim, yani sadece öğrenciler değil öğretmenler de pek sevinmiyor tatilin bitmesine. Ne telaş olurdu bir gün öncesi; "Ne giysem?", "Hangi dersler verilecek?", "Ders programı nasıl olacak?", "Programda karnıyarık olacak mı? (Bunu öğretmenler bilir, arada boş saatlerin çok olduğu gün demektir ve boşa harcanan vakittir)", "Geçen seneki haylaz sınıf bu sene de bana düşecek mi?" soruları kafamda cirit atarken kendimi fiziksel ve ruhsal olarak hazırlamaya çalışırdım. Ertesi gün yaşananlarsa tam bir curcuna olurdu. Akın akın öğrenci dolardı bahçeye. Lise 1.sınıfa yeni başlayacaklar şaşkın, ürkek, korkak gruplar halinde gezinirlerdi. O çekingen kız ya da oğlanlardan bir kısmının iki aya kalmadan bir canavara dönüşeceğini tahmin edemezdiniz tabii:)) Derken tören başlardı, yazboyu mikrofonu özlemiş idarecilerden biri başlardı açılış konuşmasına dakikalarca sürecek. E burası Antalya, haliyle çok sıcak, güneş altında bir nevi haşlama pozisyonunda beklerdik de beklerdik arkadaşımız mikrofona doysun diye. Sonra bir uğultuyla dağılırdı öğrenciler, onlar sınıf aramaya bizse ders programımızı almak için idareye. Onca sene çalıştım yüzümü güldüren çok az ders programım oldu; birkaç çeşit ders, o da yetmez yeni konmuş, o zamana dek hiç girilmemiş dersler, arası açık ders saatleri, çok erken girişler, çok geç çıkışlar. Bir hışımla elimize uzatılan kağıdı alır, imzamızı atarken ufak çaplı bir tartışma yaşar sonra durum değerlendirmesi için kantinde toplaşırdık. Tost kokuları, kaşık şıngırtıları, öğrenci çığlıkları arasında idareye verip veriştirirdik. Programı iyi olan şanslı azınlık çekimser kalır ya da sıvışırdı çaktırmadan arada ona da giydirmeyelim diye. Değişen birşey olmazdı tabii ki, bir hafta konuşup çenemizi eskitir, sonra kadere razı başlardık derslere. Bir öğretim yılının en nefret ettiğim zamanı ilk 15 günlük süre oldu. Bugün girip tanıştığın, derse başladığın sınıf yarın senden alınıp bir başkasına verilir, ilk saat ders var diye gelirsin haberin olmadan son saate kaydırıldığını öğrenirsin, neredeyse iki konusunu işlediğin ders değiştirilir başka bir ders çeşidine geçersin, neler, neler. Hava cehennem sıcağıdır, kapıyı pencereyi açsan gürültüden ders yapamazsın, kapasan ısı ve nemden buharlaşırsın. Yıllar yıllar çalıştım ama Antalya gibi sıcak bir şehirde okulları Eylül başında açmanın anlamsızlığını kavrayan bir üst düzey görevli çıkmadı. İlk 1 ay kesinlikle kaybedilmiş bir zaman olarak aktı geçti.

Şimdi, emekliliğimin 4. yılında düşünüyorum, geriye dönmek ister miyim diye? Cevabım şu: YAŞASIN ÖZGÜRLÜK...

7 yorum:

  1. Hahayyyy,Yaşasın özgürlük demek.
    Ben hep öğretmen olmayı isterdim.Belki de hala olabilirim kim bilir...
    Ama senin bu yaşadıklarını hep düşünürdüm idare edebilir miydim ki diye?Kendi sınıfımdaki canavar öğrencileri düşündükçe hep tereddüte düşerdim.Ben nasıl bir tutumda olurdum bu terbiyesizliklere karşı bilmiyorum ama güzelliğinin yanında bir o kadar da yorucu anlaşılan.

    YanıtlaSil
  2. Yorucu Buğdaycım, hem de çok yorucu. Ama şu da var ki ben Ticaret Lisesinde meslek dersleri öğretmeniydim. Meslek liselerine gelen öğrenciler malum. Ve meslek dersleri gerçekten zor dersler, üstlerine birkaç beden büyük geliyordu. Zaten çoğununda okumakta gözü yoktu sağolsunlar. O yüzden epey yordu beni bu meslek. ama güzel yönleri de yok mu? Saymakla bitmez.
    Öptüm canım seni...

    YanıtlaSil
  3. Hiç düşünmemeye çalışın bence.Ben öyle yapıyorum.Düşününce sinirlerim oynuyor.Zirâ işimle ilgili herşey beynime kazılı,Bugün götürüp geri koysalar bıraktığım yerden tereddütsüz devam edebilirim.Ama Bu düşünce Kâbus gibi.Yaşasın saatten bağımsız yaşamak,yaşasın giyinme mecburiyetinden kurtuluş, yaşasın tembel hayatı, yaşasın özgürlük.:)))

    YanıtlaSil
  4. Yazdıklarınızın her kelimesine katılıyorum Nedret Hanım. İnsanın zamanının kendine ait olması ne güzel şeymiş. Sağlıkla geçsin inşallah günlerimiz ve tekrar yaşasın özgürlük:)))

    YanıtlaSil
  5. Seni anlayabiliyorum, o kadar emekten sonra bence de yaşasın özgürlük Nurşen'ciğim.
    Not: Alakasız olacak ama "Akın Akın Anılar" güzel mi alayım mı acaba?
    Kitaplar içinde boğulmak üzereyim de fikrini merak ettim Nurşen'ciğim tabii kitabı da:))
    Tekrar sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  6. Özlemcim, kitap hakkında bilgi verdim son postumda. Güzelden ziyade ilginç ve bilgilendirici, anı seviyorsan tavsiye edebilirim.

    YanıtlaSil
  7. Bana göre Sonbahar en güzel mevsim. Ama bunu ancak emekli olduktan sonra farkedebildim. Hele bir de resim yapmaya fotoğraf çekmeye başlayınca Sonbahar renklerinin kendine has canlılığını ve çeşitliliğini farkettim.Bir de ben tekrarlamak istiyorum. YAŞASIN EMEKLİLİK...
    Sevgiler Leylak'cığım...

    YanıtlaSil