.

.
.

4 Eylül 2009 Cuma

ZOR GÜNLERDEN KOMİK ANLAR


İki gündür hastane yazıları içimizi eritti. Elimizden geleni yapmaya çalışacağız, keşke derman olacak gücümüz de olabilse. Hayatımın son yılları çeşitli nedenlerle hastane ortamıyla çok içiçe olmamı gerektirdi. Hem de en zor servislerde, çoğu zaman çaresiz, eli kolu bağlı bir şekilde. Öyle bir duruma geldim ki binalardan birinde doktor tabelası gördüm mü sığınacak bir kapı aralığı arıyordum sanki beni çekip muayenehaneye alacakmış gibi. Yavaş yavaş daha sükunetle düşünmeye başlıyorum, olup biten gülünç vakaları artık dudaklarımda bir tebessümle hatırlayabilecek kıvama geliyorum. Ve artık dua ediyorum aynı şeylerin tekrar yaşanmaması, daha beter şeylerin olmaması için. Ne demişler: "Hayat yakın plân dram, uzak plân komedi imiş." Bu komik olayları sizinle paylaşmak istedim bugün, daralan yüreklerin biraz genişlemesi için.

Annemi hastalığının son evrelerinde aldığı kemoterapi sonucu bilincini kaybetmiş bir şekilde ambulansla acile kaldırmıştık. İlk müdahale yapılıp kendine gelmiş olsa da kanındaki oksijen oranının aşırı derecede düşmesi sonucu ara ara halüsinasyonlar görüyordu. Acil serviste, daracık, taş gibi bir sedyenin üstünde üç gün yatacak sonrasında da ne yazık ki sonuç alamayacağımız uzun bir hastane macerası yaşayacaktık. Üzgün, yorgun, bitkin, çaresiz, kızgın, kırgın ve öfkeliydim. Aslında bu sıfatları çoğaltabilirdim ama tatsız şeyleri uzatmak istemiyorum. Tüm bu ruh hallerini yaşarken bile gözlerim ve zihnim benim kontrol edemediğim bir biçimde etrafta olan biteni kayda alıyordu. Bu kayıtları ancak uzun bir zaman sonra içim acıyla dolmadan, gülümseyerek geri sarabildim. Yanımızdaki sedyede bilmediğim bir nedenle orta yaşlarını geride bırakmış, aksi ve huysuz olduğu her halinden belli bir adam yatıyordu. Başında karısı vardı, ürkek, çekingen ve her an azarlanmaya hazır bir biçimde kocasının "Sırtımı kaşı", "Çorabımı giydir", "Su ver", "Acıktım, git sor, yemek ne zaman gelcek" yollu emirlerini yerine getirmeye çalışıyor, biraz gecikse sırtına inen bir yumrukla ödüllendiriliyordu. Akşama doğru karşıdaki boş yere iri-kıyım bir Güneydoğulu kadın yüksek tansiyon nedeniyle oğlu ve torunu nezaretinde yatırıldı. Muhtemelen 70'li yaşlarının sonuna yaklaşmış ama hiddetinden ve heybetinden hiçbirşey kaybetmemiş bu hanımı oğlu, 13-14 yaşlarındaki, ufak-tefek, çelimsiz kızına emanet ederek gitti. Bu annenin beklemediği birşeydi, itiraz etmeye bile fırsat bulamadan torunuyla başbaşa kalıvermişti, çok kızmıştı ve ossaat bırakın servisi bütün kattan duyulacak şekilde bağırmaya ve ilenmeye başladı yarı Türkçe yarı Kürtçe:
"Oglan dogirdiiiii, oglan dogirdiiii. Hani nerde dogirdiiii? Koydii gittii benii, oglan dogirdiiii. Başın yiyesiiin, oglan dogirdiiii"
Bu minvaldeki söylenmelerin hemşirelerin azarından başka bir sonuç getirmediğini görünce bu defa kendi kendine dinsel terapiye başladı:
"Allah birdir, Hz.Muhammed onun resüludur. Dinimiz İslamdır, kitabımız Kur'andır."
O da ne, yanımızdaki adam da karıştı işe:
"İslamın şartı beştir; namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek.........."
Monolog diyaloga dönüşmüştü. Aşağı yukarı iki saat karşılıklı sorularla birbirlerinin dini bilgilerini sınadılar. Ta ki daha ilginç bir vaka gelip dikkatleri ona yoğunlaşana kadar. 3 kişilik bir ekipti gelenler, 2 genç kadın ve bir genç adam. Kadınlardan biri çalıştığı pavyonda çıkan kavga sonucu kafasında şişe kırılarak yaralanmıştı; müdahale edildi, yarasına dikiş atıldı ve gözetim altında tutulmak için yan odaya yatırıldı. Annemin uykuya daldığını farkedince biraz oturup dinlenmek için bekleme odasına gitmek üzere kapıdan çıkıyordum ki vaazını bitiren yaşlı hanım seslendi:
"Yavriiii, hele yardım edesen bana nenem, çocik uyudi, kalkacam kalkamiyem, tutunayim sana."
Zaten bir işe yaramayacağı baştan belli torun nenesinden artakalan minicik yere büzülmüş, çocuksu, derin bir uykuya dalmıştı. Bir hastanede refakatçi iseniz ve biraz vicdan sahibiyseniz bütün hastalardan aynı derecede sorumluluk hissedersiniz. Bu hissiyatla neneme yaklaştım, niyetim elinden tutup kaldırmaktı ama o daha kolumu uzatamadan kocaman ellerinden birini boynuma atarak şiddetli bir elense çekti bana ve doğrulttu kendini. O doğruldu ama benim boynum bir kütürtüyle eğrildi ve bana aşağı yukarı 10 gün süren şiddetli bir boyun ağrısı kaldı nenemden yadigar.

Karşı sıramızdaki yataklardan birinde böbrek sancısıyla gelmiş ve henüz teşhis konamamış orta yaşlı bir hanım yatmakta idi. Gecenin ilerleyen saatlerinde verilen ilaçların etkisiyle yarı baygın bir uykuya daldı. Uykusunda sağa sola dönerken eteği açılıyor, dizlerinin altına kadar inen çiçekli pazen donu görünüyordu. Keyfe keder bir durum, açılan saçılan biryeri yok ama sağımızda yatan sakallı amca pek dert ediyor bunu. Kadının eteği her açıldığında üşenmeden yatağından kalkıp battaniyeyle üstünü örtüyor. Bu da hastalararası bir dayanışma olsa gerek ama iyi ki kadıncağız bu örtme seanslarından birinde uyanmadı, ne kadar mahcup olacaktı tahmin edebiliyorum.

Böyle böyle şafak söküyor sabahı buluyoruz. Perişan haldeki bekleme odasında kovulduğumuz acil servise tekrar sızıp annemi kontrol edebilmek için fırsat kolluyorum. O esnada dünkü şişe kırma olayının mağduru taburcu ediliyor. Yapağıya dönmüş sarıya boyalı saçlarında hala kan izleri var, tepesinde de kocaman bir sargı bezi. Çingene pembesi taytının altından görünen, tırnakları kırmızı ojeli ama kirli ayaklarına geçirdiği uzun topuklu sandaletin üstünde zorla yürüyerek işlemlerini yaptırmak için yanında refakatçileri genç kadın ve adamla vezneye geliyor. Ve dananın kuyruğu kopuyor, dikiş atma ücreti olarak 150 TL (o zamanki para birimiyle 150 milyon) isteniyor. "Ar damarının yırtılmış olması" deyiminin hayata geçişini şaşkınlıkla izliyoruz bir bekleme odası dolusu adam. "Ulan ne yaptınız bana" diye kendini paralıyor genç kadın, "Alt tarafı kafama iki dikiş attınız, bypass ameliyatı mı bu, 150 verecem. Verin benim kimliği gidecem ben" diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bu kadar değil tabii ki, diğer söylediklerini yazacak olsam blogum RTÜK tarafından ebediyete kadar kapatılır:)) Ne oradan gelip geçen doktorlardan, ne hemşirelerden, ne bir salon dolusu refakatçiden ve ne de hastane polisinden çıt çıkmıyor. Çoğu, sarfedilen yakası açılmamış sözcükleri duymamak için kendini dışarı atıyor zaten. "Edepsizden edebini satın al" derdi annem, ne kadar doğru olduğunu görüyor ve bu trajikomik duruma gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Bildiğim şu ki Acil Servis'te çalışan bir doktor olsam bir aylık izlenimlerimle ansiklopedi boyutunda kitap yazabilirim.

Bu kadar değil görüp şahit olduklarım, ara ara anlatırım sizlere. Madalyonun bir de öbür yüzü var tabii ki ama onları derinlere gömmek ve mümkünse üstünü betonlamak istiyorum radyasyonlu çay gibi. O yıllardan, o yaşananlardan sadece bunları hatırlamak istiyorum.

Hastanelerden uzak, sağlıklı günler hepimizin olsun arkadaşlar...

7 yorum:

  1. Buruk da olsa yine güldürdün beni.Bende de var bu tarz anılar ama ben henüz geri sarmayı pek beceremiyorum galiba. Evet o kötü günler de bu şekilde anılmalı haklısın. Kötüleri de derin bir yerlere hapsetmeli. kendimiz ve sevdiklerimiz için.
    Yine çok güzeldi okumak seni.Ellerine sağlık.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. çok ilginç olaylar ve güzel bir anlatım.

    YanıtlaSil
  3. Hastaneler başka bir dünya.Orası fazlaca gerçek.Görmemek, bilmemek işimize gelir hep.Benim babam da bir âlemdir.Öyle aksidir ki.Kendisine by-pas yapıp hayatını kurtaran doktorun kapıdan girdiğini göre göre ''....venk bunlar, bir .oktan anladıkları yok'' diyerek bizi utançtan yerlere batırmıştır.Şimdi söylüyoruz ''böyle böyle'' dedin doktora diye.''Yoo çok sevmiştim ben onu'' diyor.
    Adamcağızın sadece gülüp geçmesinden bu gibi şeylere alışık olduğu belliydi neyse ki.

    YanıtlaSil
  4. Ne diyeyim sağlığımız hep yerinde olsun Nurşen'ciğim.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  5. Acının içinde gülmeye özendirmek ancak bu kadar güzel olur.Ellerine sağlık.
    Böbrek sancılarımdan benimde bir dönem sık sık acile gittiğimden, eminol ki sancılarımı unutacak kadar ilginç ve komik olaylarla karşılaştım.
    Yurdum insanı!!!
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  6. Öyle..hayat tuhaf..yüreklerde ne yangınlar var...hepimizi deşsek neler çıkar altından..ben de geçenlerde durmadan dişçiye gidip geliyorum ya..metrobüse Bahçelievler durağı açıldı önceden yoktu..babamı o durağın başındaki hastanede kaybettik..İlk geçişimde oturdum acilin kapısında ağladım..ağladım...artık daha sakin geçiyorum ama yangınları söndürmek o kadar zor ki...

    YanıtlaSil
  7. En çok boynuna güldüm :D Geçmiş olsun tabi ama nenem çok asılmışş...
    Şaka bir yana hepimizi sağlıklı günler karşılasın.

    YanıtlaSil