.

.
.

15 Aralık 2024 Pazar

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 11 / 15 ARALIK

 





"Yüzyıllık Yalnızlık" bitti. Kitabı okuyalı yıllar olduğu için tam anlamıyla uyarlanmış mı, bir şey diyemeyeceğim. Büyülü gerçekçilik akımıyla yazılan bir kitabın diziye ne ölçüde aktarılabileceği konusunda şüphelerim vardı, bazı bölümlerin atlandığına eminim ama romanda o kadar çok olay var ki tamamını çekmeye kalksalar bir yıl boyunca izlememiz gerekirdi. Ben 8 bölümlük dizinin kitabın ruhunu aktardığını ve iyi bir yapım olduğunu düşünüyorum, hiç sıkılmadan, söylenmeden, keyifle izledim. "Kolera Günlerinde Aşk" için de benzer bir dizi ya da film beklentisi içindeyim. Bu akşam "Şakir Paşa Ailesi" başlayacakmış bir de onun tadına bakalım. Şakir Paşa sülalesi ve Halikarnas Balıkçısı hakkında okumadığım kitap kalmadı desem yeridir. Kızları, torunları ve aileye yabancı olanlar bile yazdılar da yazdılar, ben de okudukça okudum, böyle sanatın içinde yoğrulmuş, renkli bir aile zor bulunur, o yüzden dizi için meraktayım.

Sabah baş ağrısıyla uyandım, önce tansiyon kaynaklı sanıp endişelendim biraz ama ölçünce normal, hatta düşük bile olduğunu görüp rahatladım. Sanırım dünkü yorgunluğun etkisiydi, neyse ki fazla sürmeden geçti gitti. Günün domestik etkinliği bulaşık makinesi boşaltmak ve çamaşır yıkamaktı. Her zaman kullanılmayan tabak-çanaklarla sofra kurulduğu için söz konusu malzeme henüz yerlerine yerleşmedi, büfenin üstünde bekliyorlar. Birkaç kere "Yerlerinize marş marş" dediysem de aldırış etmediler, bu yeni nesil böyle, kendi başlarına iş halledemiyorlar, illa ben tutacağım uçlarından 😂

Hava oldukça soğuk bugün, az önce bir miktar yağmur da yağdı. Çamaşırlar radyatör önüne çektiğim, annemin zamanından kalma, bir ayağı aksak kurutma telinin üstünde kurumayı bekliyorlar, birkaç parçayı da soğuk havaya rağmen balkona astım mecburen.

Pazar günü tembelliği içinde gün böyle geçti. Yeni haftanızın keyifli ve sağlıklı geçmesini diliyorum. Günün fotoğrafı Amsterdam'dan gelsin. Google'da aratınca  "Berberis Japonica" ile "Mahonia Japonica" şeklinde iki farklı isim gördüm, artık hangisini beğenirseniz onu kabul edin.



14 Aralık 2024 Cumartesi

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 10 / 14 ARALIK






Koşuşturmalı geçiyor gün, akşam çocuklar yemeğe geleceği içim çalışma ve dinleme alanımı mutfağa taşıdım kahvaltı sonrası. Komiser Nevzat sonunda katilleri buldu ama ne uzun sürdü yahu, neredeyse "Ben öldürdüm Komiserim, yetti gari araman" diyecektim. işin en fenası ise katillerin en yakın arkadaşları çıkması idi, bababa... Bir süre polisiye dinlemeyeyim ben, 11 saat ipucu peşinde koşmaktan Nevzat'la beraber ben de telef oldum. Sabah kendime yeni bir sesli kitap buldum, mutfakta uzun zaman geçireceğim için şöyle keyifle dinenecek, içinden kitap, sanat, seyahat geçecek bir şey aradım. Tüm kitaplarındaki tekrarlardan ve sayfalardan taşan kibirden bezdiğim için her seferinde bir daha okumayacağım deyip her yeni çıkan kitaba şuursuzca atladığım bir yazarın baktım son kitabı Storytel'de var, indir şunu, yemek yaparken dinlersin işte dedim. "İşte Geldim Deniz Kenarı", Selçuk Altunn'u tiryakileri bilir, yine dayanamadım, içinden kitap geçen bir şeye dayanamıyorum zaten ve ayrıca özlemişim tarzını, dinlerken tencere tencere yemek yaptım, yemeğe kitabımı kattım ya da kitaba yemeğimi kattım amaaan, neyse ne, sonuçta her iki şekilde de verim aldım. 

Şimdi fena halde sırtım ve bir türlü çare bulunamayan ayağım ağrıyor, o kadar uzun süre ayakta durursam olacağı budur. Barış Bıçakçı'nın kitabını bir günde hatmettim ve şimdi Hüsnü Arkan'ın son kitabına başladım: "Atıf Bey ve Diğer Muhteremler". Hüsnü Arkan'ı dinlemeyi de, okumayı da seviyorum. Henüz tek bir öykü okuyabildimse de yarına bitiririm, zira ince bir kitap.

Kendime ikinci bir ajanda aldım, Sanat Ajandası. Buna kitapları, filmleri, tiyatro oyunlarını ve katıldığım tüm etkinliklerini not alacağım, zira özellikle kitapların konusunu çok çabuk unutuyorum. İşin esası ajanda ve defter delisiyim, görünce dayanamıyorum.

Bugünlük bu kadar olsun, zira daha çok işim var. Madem günlük dedik aksatmayım istedim. Hafta sonunuz şen olsun...

13 Aralık 2024 Cuma

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 9 / 13 ARALIK





Uyuyamadığım gecelerin sabahında, hani o karikatürdeki kadın gibi aşk ile şevk ile perdeyi açıp yeni güne günaydın diyecek enerjiyi bulamıyorum kendimde. Özellikle de kış mevsiminde. Başucu lambasını bir yakıp bir söndürerek, elimdeki kitabı bir okuyup bir bırakarak, Komiser Nevzat'ı cinayet peşinde koşturarak geçirdiğim geceyi biraz olsun telafi etmek için önce Komiser'i, sonra kendimi biraz daha dinlenmeye bıraktım. Baktım hala uyuyamıyorum Barış Bıçakçı'nın son kitabını aldım elime: "Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin". Çarşamba günkü buluşmamızdaki kitap değiş tokuşunda Sevdacığım vermişti. Daha ilk sayfadan içine aldı kitap beni, baktım olmayacak, "Sen az bekle" diyerek gidip kahvaltı hazırladım, çayımı içerken kaldığım yerden devam ettim. 

Kahvaltı bulaşıklarını halledip salona döndüğümde Kocam Bey TV'yi açmış, günlerdir izlemelere doyamadığı gündemden düşmüş "Yılanların Öcü" dizisine bakıp dururdu. Bakmasına baksın tabii ki ama bu nasıl "Yılanların Öcü" ben anlamadım. İlk kez çocukken Arkası Yarın aracılığıyla kulak misafiri olduğum, sonra arka arkaya her üç kitabını (Yılanların Öcü-Irazca'nın Dirliği-Kara Ahmet Destanı) okuduğum, ilk ve ikinci çevriminden filmini izlediğim Yılanların Öcü ile alakası yok. İlk birkaç bölümde azıcık benzetip ardından ulamışlar da ulamışlar alakasız konuları. Köyde geçen bir olayda botokslu, pür makyajlı, çok şık kadınlar, modern döşemeli villalar ne arıyor anlamadım. Fakir Baykurt görse mezarında ters dönerdi adamcağız. Fakir Baykurt deyince ilkokul sondaydım sanırım, üniversitede okuyan kuzenim bilet almış, anneannemi ve beni Gençlik Parkı Açıkhava Tiyatrosu'nda Halk Oyuncuları'nın sahnelediği, o yılların çok ses getiren oyunu "Devr-i Süleyman"a götürmüştü. Oyun tam anlamıyla Demirel ve iktidar eleştirisiydi ama arkamızda oturan 4-5 kişiden hararetli tartışma sesleri geliyordu. Ne olduğunu anlamak için arkamı döndüğümde adamlardan birinin yüzü çok tanıdık geldi. Oyunda sendika eleştirisi falan mı vardı çocuk aklımla hatırlamıyorum ama eve gidince kim olduğunu çıkardım, o dönemin TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) başkanı ve yazar Fakir Baykurt'tu. Neye kızmıştı bu muhalif oyunda hala merak ederim. 

Evdeki TV'nin ses düzeninde bir sorun var, bir yere kadar kısılabiliyor, dizinin yılanları öç almaya çalışırken sesler o kadar yüksek çıkıyordu ki her satırı iki-üç kez okumaya başlayınca odama kaçtım. Esasen TV'den hiç hoşlanmıyorum ama Kocam Bey'in TV konusundaki duyguları benimkiyle tamamen ters. Onun için asli şey, benim içinse teferruattan ibaret. Salim kafayla okumaya devam ettim odada. Barış Bıçakçı döktürmüş yine. Böyle metaforları, bu yazım tarzını, bu kimselerin aklına gelmeyecek konuları nereden bulursunuz sayın Bıçakçı? Şu cümleye bakın hele: "Mutsuzluğu şehrin küçük ölçekli bir haritasını andırıyordu. Yakından, dikkatle bakılmayı talep ediyordu."

Odamın ışığı yetersiz gelmeye başladı bir süre sonra, pencerenin önündeki fil kulağı boyutundaki yapraklarının arasından minicik çiçekleri zar zor başını uzatan çuhaların arkasından görünen gri gökyüzü de konuya hiç yardımcı olmayınca tekrar salona geçtim. Film arası olur da kitap arası olmaz mı, gidip mutfaktan bir Bağdat hurması aldım, turuncu rengine meftunum bu meyvenin içime güneş doğuyor gibi hissediyorum yiyince.

Çok küçüktüm, dedem öldüğü için yalnız bırakmamak adına bir süre anneannemle ve küçük dayımla birlikte oturmuştuk. O süreçte Hava Harp Okulu'nda okuyan büyük dayım da okulu bitirip yanımıza gelmişti. Annemin düğün fotoğraflarında gördüğüm kadarıyla ergenken patatese benzeyen dayım, üniformanın daha da havalı gösterdiği yakışıklı bir pilota dönüşmüştü. Üstelik bu durumun fena halde farkındaydı. Mahallenin genç kızlarıyla aralarında Eros okları gidip gelmekteydi ki bu kızlardan giyimleri ve makyajları nedeniyle Belgin Doruklar diye anılan iki kardeş yılbaşı gecesini geçirmek için dayımı ve haliyle biz ailesini de aile evlerine davet ettiler, zaten bir alt katta oturuyorlardı. Henüz yılbaşı falan ilgi alanıma girmemişti, tek hevesim gece yarısı olunca ışıkları söndürmek ve elektrik düğmesinin hemen altına asılmış takvimin yaprağını koparıp yeni yılı devreye sokmaktı. Biraz can sıkıntısı, biraz da heyecanla saat 12'yi beklerken gözüm orta sehpasının üstünde duran meyve çanağına takıldı. Masraftan kaçılmamıştı, portakallar, mandalinalar, elmalar, ayvalar, muzlar kaseyi doldurmuştu ama en üstte tek başına duran parlak, turuncu, yuvarlak bir şey vardı. Bağdat hurması tabii ki, o zamana kadar yememiş olmalıyım ki ismini de bilmiyordum ama rengi öyle bir çarpmıştı ki beni gözümü ayıramıyordum. Bir tane olduğu için uzanıp alamıyor, birinin teklif etmesini bekliyordum ama kim kime dum duma, ne bilsinler benim gözümün orada olduğunu, zaten iştahsızın tekiydim, annem böyle bir şeye ihtimal bile vermezdi. O turuncu hurma meyve çanağının zirvesinde öylece kaldı, ben de dahil kimse yemedi, ışığı söndürdüm, takvim yaprağını da kopardım, gelgelelim aklım hurmada kaldı 😃

O vuslata eremediğim ilk tanışmadan sonra kışın en çok alınan meyvelerinden biri oldu Bağdat hurması-Antalya'da çok anlamsız bir şekilde "Amme" diyorlar adına-ne zaman görsem o yılbaşı gecesi aklıma gelir. Gördüğünüz gibi yine hatırlamışım. Hurma arasından sonra kitabıma geri döndüm ve finale ulaştım. Bundan önceki iki kitabı beklentimi karşılamamıştı ama bu kez çıtayı yükseltmiş yine yazarımız, kalemine kuvvet, yenileri gelsin en kısa zamanda. 

Ee hep "Bir dönüm bostan, yan gel Osman" durumu olmuyor haliyle. Kitap bitince domestik moda geçtim, elektrik süpürgesi-vileda-toz bezi üçlemesiyle kuşandım ve ev temizliğine giriştim. Günlük yazımı da yazdığıma göre müsaadenizle kalkıp akşam için bir şeyler pişireyim, yoksa aç kalacağız, hurma ile karın doymuyor. Yarına görüşmek üzere...

12 Aralık 2024 Perşembe

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 8 / 12 ARALIK





Bugüne bir isim vermek gerekirse "Yüzyıllık Yalnızlık" diyebiliriz. Dün gece, hevesle başladığım ama daha 3. bölümde cozutan, Sezen Aksu şarkılarıyla soslanmış aşırı duygusal ve saçma sahnelerin eşlik ettiği "Annem Ankara" hezimetinden sonra "Beni Gabo paklar" diyerek Netflix'e taşındım. Geceyarısını geçmişti, uykulu gözlerim 50 dakikalık 1. bölümün ancak yarısına dayanabildi. Arkası yarın diyerek yattım.

Sabahleyin niyetim yattığım yerden kalan kısmı izlemekti ama "Ateş, Ten, Gölge" ağır bastı. Uyanınca saatin henüz 4 olduğunu düşündüğüm 8'de iki öyküyü okuyup ondan sonra günü başlattım. Kahvaltıydı, ortalık toplamacaydı, marketten gelen öteberiyi yerleştirmekti, köfte yapıp börülce pişirmekti derken öğleni buldum haliyle. Bulaşık makinesini çalıştırıp kahve yaptım ve geçtim bilgisayarın başına, başlasın Yalnızlığın Yüzyılı.

O kadar uzun bir zaman geçti ki "Yüzyıllık Yalnızlık"ı okumamın üstünden kahramanların isimleri bile aklımdan çıkmış, yalnızca "Macondo" var zihnimde. Kitabı aldığım kitapçı dahi kapandı, gençler öyle bir mekanın varlığını bile hatırlamaz. Belediye İşhanı'nın 3. katındaydı sanırım, Akdeniz Kitabevi. Taksit yaparlardı, henüz kredi kartları yoktu, hatta banka kartları da yoktu. Aybaşlarında gidip mutemetten elden alırdık maaşları. Sadece Akdeniz değil pek çok kitabevi taksit yapardı devamlı müşterilerine. Ya senet imzalardık ya da devasa bir defterde adımıza sayfa açılır, borç miktarımız yazılır, her ay getirdiğimiz miktar düşülürdü. Vay canına nereden nereye ama bunun da ayrı bir keyfi vardı. Pencerelerinden Dönerciler Çarşısı'nın göründüğü, kocaman, aydınlık bir mekandı kitabevi, "Yüzyıllık Yalnızlık" Gabo'nun okuduğum ikinci kitabı olacaktı. "Kolera Günlerinde Aşk"ı o kadar sevmiştim ki, hevesle çantama attığım kitabı eve gidene kadar sabredemeyip minibüste okumaya başlamıştım. Büyülü gerçeklik aşkım perçinlenecekti bu kitapla. 

Kitabın diziye uyarlanacağını duyduğumdan beri meraktaydım, haliyle geciktirmedim. Az evvel 3. bölümü bitirdim ve izlediklerimden memnunum. Bunca zor bir konuyu oldukça iyi uyarlamışlar, bundan sonraki bölümler hakkında bir şey söyleyemiyorum ama başlangıç iyi olunca devamının da iyi geleceğini düşünüyorum. Yatmadan 4. bölümü de hatmederim gibi geliyor, toplamda 8 bölüm zaten. 

Ankara bugün güneşli ama soğuktu, zaten hafta sonu için ısının düşeceği söyleniyor, hatta kar uyarısı yapılıyor. Haftanın ilk üç günü dışarıda olunca bugünü Macondo'da geçirmek iyi geldi. Bugünlük bu kadar olsun, okuyunuz dostlar, hatta bir selam bırakırsanız yazmak için motive edersiniz beni. Kalın sağlıcakla...


11 Aralık 2024 Çarşamba

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 7 / 11 ARALIK





Bu sabah hava o kadar ağır ve kapalıydı ki saat 9'a doğru açtığım gözlerim "No'lur biraz daha uyuyayım" dese de yüz vermedim. Anneannem gibi belimi tuta tuta kalktım, kahvaltı hazırlığına başladım. 

Kahvaltı sonrası gökyüzü görüntüsünün hakkını vererek yağmur indirmeye başladı, Ankara kışını sevmiyorum, hem ruhumu, hem kendimi hasta ediyor. Neyse sıkalım bakalım bir süre daha dişimizi, tünelin ucunda ışık göründü. 

Bugün Ankara'ya geldiğimden bu yana bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir buluşma programı vardı. Bilgeciğimin Annesi Sevda ve Kitapçı kedilerinin en tatlısı B. ile sözleşmiştik. Kararlaştırdığımız saate kadar "Ateş Ten Gölge"den iki güzel öykü daha okuyup hazırlandım. Düştüm yola, yağmur yağmaya devam ediyordu, yeni şemsiyeme siftah yaptırdım. Şemsiyemin gökyüzü gibi yıldızlı desenine bakarken babamın şemsiyeli bir anısı geldi aklıma. Gençlik yıllarımızda ithal ürün bulunmazdı pek piyasalarda. Ya kaçak olarak girerdi, ya yurtdışından gelenler getirip satardı. Babam işyerinde böyle birinden "Cobold" marka bir şemsiye almış kendine. Her sabah kalkıp perdeyi açıyor ve yağmur yağıyor mu diye bakıyordu. Aksilik bu ya yağmur bir türlü yağmıyordu. İş aile eğlencesi haline geldi bir süre sonra, gece hepimiz "İnşallah yarın yağmur yağar" temennisiyle yatıyorduk ama bir damla bile düşmüyordu. Bir ay kadar geçmişti ki yağışlı bir sabaha uyandık, babamda bir bayram havası. Bir İngiliz lordu gibi Cobold'unu koluna taktı ve işe gitti. Akşam geldiğinde elleri boştu. "Baba şemsiye nerede?". "Yok". "Nasıl yok, getirmedin mi?". "Yok işte, kayboldu". Haydaa, sen günlerce yağmur yağsın da şemsiyemi kullanayım diye bekle, ilk yağmurda şemsiyeyi bir yerde unut ve bulama. Günlerce güldük, babam kör kuyularda merdivensiz değil ama deli yağmurlarda şemsiyesiz kalmıştı 😂

Buluşma mekanımız Flamingo Pastanesi idi. Yeni nesil cafelerin self servis kuyruğundan, masalarda ders çalışan öğrencilerin kütüphanedeymişiz gibi "Sessiz olun" bakışlarından ve kalabalığından bezdiğim için ben teklif etmiştim burayı, zaten geçen yıl yine bu vakitler aynı yerde buluşmuştuk, gelenek haline getirmekte fayda var. Flamingo'yu severim evvelden beri, taa ilk gençlik yıllarımdan, benim favorim Tunalı'daki merkez idi ama ne yazık ki çağa yenildi, sahibi vefat edince dönerci açıldı yerine, o güzelim bakır flamingo rölyefler ne oldu acaba? Orası kapanınca Kızılay Flamingo'ya razı olduk, ürün kalitesinde üstüne tanımam, pembe flamingoları, pembe masaları, pembe tavanı ile de kendine özgü bir mekandır. Şemsiyemi kapatıp içeri girdiğimde Sevdacığım bizi bekliyordu, anında sohbete daldık. Derken kediciğim geldi elinde geleneksel laleleri ile. Geçen yılkiler kırmızı-sarı ebruli idi, bu yıl dekora uyumlu pembe seçmiş, "Lale getirenlerimiz çok olsun" diyerek sarıldık 🌷

Öyle bir sohbete daldık ki sipariş için etrafımızda dolanan garsonları sonunda fark ettik, hem de boza varmış hemen istedik. Akman kapandığından beri boza içmemiştim, oradaki kadar güzel olmasa da yine de eski bir dosta kavuşmuş gibi mutlu oldum. 

Pastaneden çıktığımızda yağmur çoktan dinmiş, güneş çıkmıştı, Ankara bu aralar hava durumunda kararsız. Karşıdaki çiçekçi kulübesinde kokinalara takıldı gözüm. Kokinasız yılbaşı geçirmezdim ama nedendir bilmem bu yıl hiç içimden gelmiyor. Lakin öyle güzel dizmişler ki üstüste, kırmızı topçuklarıyla "Gel al beni" der gibiydiler. 

Yine de direndim, almadım ama muhtemel ki dayanamayıp alacağım, o yüzden biraz daha geç olsun ki yılbaşı gelmeden kurumasın. 

Kokina kırmızısı kadar neşeli olsun günleriniz...

10 Aralık 2024 Salı

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 6 / 10 ARALIK

Bu sabah henüz yattığım yerde şeker patlatırken önce telefon, sonra kapı çaldı. Kargocu muhtemelen beni rüyasında görmüş olacak ki kargalar kahvaltısını etmeden elime paketi tutuşturdu. Yves Rocher'den geleneksel yılbaşı siparişim gelmişti, el kremi. Her sene yeni yıl nedeniyle üretilen iki çeşit kremi almayı adet haline getirdim, zira bana bir yıl boyu yetiyorlar ve kokuları da, dokuları da çok güzel. Ve fakat dostlar kutuyu açtığımda bir sürpriz beni bekliyordu. Fiyatları iki katına çıkan kremlerin boyutları yarıya inmiş idi. Pes dedim yahu, bari belirteydiniz sitenizde daha zarif, daha havalı olsun, daha şık görünsün diye boyutlarımızı küçülttük değerli müşterilerimiz deseydiniz, demezler haliyle. Şimdi siz de madem mağazadan görüp alaydın diyeceksiniz ama online alışveriş indirimli oluyor. Çaresiz razı olduk bulduğumuza, alıştırıldık üstelik, fazla da üstünde durmuyoruz.

Sabah erkenden gelen kargocunun bir diğer modeli dün akşam yemeğinden sonra çalmıştı kapıyı. Ortası yok, ya çok erken, ya çok geç. "Bu saatte çalışıyor musunuz?" dediğim görevli "Yılbaşı geldi böyle oldu" mealinde bir şeyler söyledi, sen daha ay sonuna doğru gör vaziyeti demedim tabii ki, teşekkür edip aldım paketimi. 15 gündür D&R'den gelmesini beklediğim kitaplar teşrif etmişti. Burada sitenin kabahati yok, ön sipariş vermiştim. Ön siparişteki kitap çok severek okuduğum "Buzdan Top" ile tanıdığım ve Ankara Penguen Kitabevi'ndeki söyleşi sayesinde yüzyüze gelip sohbet etmeyi de gerçekleştirdiğim Uğur Deveci'nin yeni öykü kitabı "Ateş, Ten, Gölge" idi. Akşam elimdeki kitabın son sayfalarını okumak durumunda olduğum için öykülere sabah kahvaltı sonrası başladım. Tamamını okuduğum ilk iki öykü ve yarıladığım üçüncü öykü beni yanıltmadı, umarım sonuna kadar aynı duygularla devam ederim.


Kitaba ara verip mutfağa girdim sonra, Komiser Nevzat 3. cinayeti çözmeye çalışırken akşam için çorba pişirdim. Biraz bilgisayarda gezindim, yine okuma listemi tarihi geçmiş blog yazıları doldurmuştu. Dün biraz hüzünlenmiştim, çünkü 2 yıl önce kaybettiğimiz Asortip Krep'in blog yazıları düşmüştü önüme, bugünse çok sevdiğim ama artık yazmayan blog arkadaşlarımın eski yazıları çıktı karşıma; Yasemen, Atalet, Qunegond, Pino özlettiniz yahu, bir selam yollayın bari arada sırada. Yasemen dedim de çok tatlı bir şey oldu Hollanda'da iken, Yasemen'le yazıştık, belki biraz önce olsaydı yazışmamız buluşmamız bile mümkün olacaktı, gittiğimiz kentlerden birine çok yakın oturuyormuş ama haberleşmemiz biz döndükten sonra olunca mümkün olmadı ama o üç-beş satır bile mutlu etti beni. 

Derken kız kardeş geldi, o kahve içerken ben hazırlandım ve 3 gün önce biletlerini aldığım "Mukadderat" filmini izlemek için Kızılay Büyülü Fener Sineması'na yollandık. Her zaman salon bize tahsis edilmiş olurdu ama Salı halk günü olunca ve filmin fragmanı sosyal medyada dönünce ilgi çekmiş olsa gerek birkaç sıra doluydu. Oyuncular çok iyiydi, filmin konusu da iyi niyetli idi, kadını yücelten ve kadın emeğine değer veren. Lakin parmağım gözüne mesaj veren filmlerden rahatsız oluyorum. Bir de erkeğe hak olan şeyleri kadının istemesi niye komedi havasında veriliyor, bu da can sıkıcı. Annemin ölümünden sonra babam cenaze dönüşü evlenme lafını açmıştı, kimse de ne ayıplamış, ne de gülmüştü. Arkadan konuşulmuştur mutlaka ama bunun tersi olsa annemi tefe koyarlardı. Neyse yine de böyle konuların ele alınması bir yerde iyi oluyor, millet gülmekten kırıldı ama bu kadar gülecek bir şey de yoktu bence. Kötü diyemem asla ama beklentimi çok yükselmiş olacağım ki biraz buruk çıktım. Yalnız Cide ve Gideros çok güzelmiş. Yıllar önce Cide'nin içinden geçmiş ama Gideros Koyu'na inip biraz zaman geçirmiştik. Eğer film belli kısımlarını görüntülemediyse hala dokunulmamış olması şaşırtıcı.


Bugünü de böyle bitirdik. Yarın görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla...




9 Aralık 2024 Pazartesi

LEYLAK GÜNLÜKLERİ 5 / 9 ARALIK






Oldukça geç yatmama karşılık erkenden uyandım, önce biraz daha uyusam diye düşündüm, sonra caydım, laptopu açtım, dün akşam başlayıp yarım bıraktığım "Çocuklar Treni" filmini izleyip bitirdim. Birkaç ay önce kitabını okumuştum, kitap daha derinlikli ve etkileyici idi, film aynı tadı vermedi, zayıf buldum. Film bitince çayı koydum, bulaşık makinesini boşalttım, o arada saat 8.30 oldu, telefon edip öğleden sonra için Ortopedi randevusu aldım, ayağımın ağrısı döndüğümden beri bir türlü geçmedi, anlaşıldı ki şefkate ihtiyacı var.

Çıkmadan önce iade için kargoya vereceğim paketi hazırladım. Sitesinde gayet şık duran eflatun renkli, kapüşonlu bir polar almıştım. Fotoğrafta yavru ceylan gibi duran giysi eve gelince boz  ayı postuna dönüştü, üstüme denemek için geçirince kar adamı Yeti'ye döndüm, karanlıkta gören korkar. "Eksik olsun" dedim ve doktora gitmek için çıktığımda kargoya uğradım bırakmak için. Sıra beklerken boş duran görevlilerden biri "Buyrun" diye ilgilendi, sonra iade yapacağımı söyleyince özür dileyerek diğer arkadaşına yönlendirdi, hatta mahcubiyetinden paketimi taşıyıp benimle birlikte o görevliye kadar yürüyerek bir daha özür diledi. "Rüyadayım galiba" diyerek kendimi çimdikledim ama uyanıkmışım. Oluyor arada böyle şeyler, hala nesli tükenmeyen birkaç kişi var sanırım sözkonusu kargoda, Antalya'daki şubede benim gibi bir güççük hamfendüyü bile çileden çıkarıp avaz avaz bağırttıkları vakidir.

Erken çıkmışım, randevu saatine daha epey vakit olunca yolu uzattım, Kızılay'dan dolandım. Güneş çıkmış, hava üşütmeyecek serinliğe ulaşmıştı. Dost Kitabevi'ne girdim oyalanmak için, stantlar arasında dolandım, Legoların başında yalanarak duran, "dayanamayacağım galiba, alsam mı acaba?" diyen sakallı, bıyıklı iki koca oğlana hak verdim, zira ben de dayanamıyorum da işte, kuyumcu vitrininde sergilenecek duruma geçti Lego fiyatları.

Sonunda girdim hastanenin kapısından, bu sefer maske taktım, 2. kata çıktım, girişimi yaptırıp kartımı öttürdüm. Derken doktor çağırdı, anlattım derdimi. Doktor muayeneyi bitirince aşırı yorgunluktan stres kırığı olabileceğini söyledi, ben de zaten ondan endişelenip gitmiştim. "Bir röntgen alalım" dedi, alalım tabii" dedim içimden yüzüne karşı, "parası senden çıkmıyor nasılsa 😀" Kartı tekrar öttürüp bodrum kata, röntgene indim, gayet kibar ve sevimli bir genç hanım çekti sol ayağımın vesikalığını. Doktora yolladığını söyleyince ayakkabımı giyip ben de vesikalığın ardından gittim. Doktorum kupasına kahve alıyordu, içene kadar beklemeye niyetliydim ki çağırdı. Baktı röntgenlere, stres kırığı olmadığına karar verdi, tarak kemiklerime para sıkışmış, ben veznede çıkarttırdığım için başka işleme gerek kalmamış 😂 Buz-ağrı kesici-ve pomat üçlemesini de ekstradan kullanırsam tadından yenmezmiş, zaten stres kırığı olsaymış da aynı işlem yapılırmış, çok yormamamı, hızlı yürümememi tavsiye ederek yolculadı. Allah için kibar bir beydi, teşekkür edip ayrıldım, başıma daha beter bir iş çıkarmadığı için şükrettim. Yürürsen günde 20 bin adımdan bir hafta Datluses emmimizin dediği gibi "Allah ce-zanı verecek" 😂

Şifa bulmak için yorduğum ayağım hafiften ağrımaya başlasa da kendimi ödüllendirmem gerekiyordu, şunu aldım:

Yılın ilk nergisi, üstelik yaprakları Antalya'daki gibi sipsivri değil, kıvırcık marul gibi, indimde böylesi makbul. Yüzümü gömüp derin bir nefes çektim ve yine Denizli'ye gittim hafızamda.

Tam eve doğru yürüyecektim ki aktara uğramam gerektiğini hatırladım, geri dönüp Lokman Hekim Baharatçısı'na girdim Sakarya Caddesi'nde. Papatya, yasemin ve gülhatmi aldım çay yapmak için. Kasa sırası beklerken önümdeki kadın minik bir paket koydu tezgaha, kasiyer "3 lira" dedi, evet yazıyla da "üç". Hönk! Böyle bir miktarın hala geçerli olduğu kalemler var mıydı dostlar? Kadın gidince kasiyere "Çok duygulandım" dedim, "Niye?" dedi. "Uzun zamandır ilk defa üç liraya bir şey alındığını gördüm de ondan, Allahaşkına ne aldı o hanım, bana da verin" dedim. Şimdi güleceksiniz ama kına almış, paketin içine ancak bir yemek kaşığı sığar Allah sizi inandırsın. Kasiyer "Parmağına yakacak galiba" diye fikir yürüttü, tezgahtar "hayır saçınaymış" diye düzeltti. Kadın kel miydi ki, dikkat etmemişim, o kadarcık kınayla saç mı boyanır yav. Aklıma fesatlık geldi ama neyse bende kalsın. Paketlerimi alıp üç liranın otuz katını ödeyerek çıktım.

Eve doğru yürürken yağmur başladı, şemsiyem olmadığı için Migros'a sığındım. Orada da bir kasa kavgası yaşandı ama onu da anlatırsam fazla uzayacak bu yazı. Her zaman böyle atraksiyon olmuyor inanın hayatımda, bugün hepsi üstüste geldi. Burada keseyim de gidip yemek hazırlığına girişeyim. İyi akşamlar diliyorum, keyfiniz bol olsun...