.

.
.

12 Aralık 2025 Cuma

ARA-LIK 6 (MEKTUP 1)

Neredeyse hiç uyumadım. Gece 12'de girdiğim yatakta dön baba dönelim şeklinde toplam yarım saatlik tilki uykusundan sonra baktım olmuyor, olmasın madem dedim. Dün kanal tedavisi tekrar elden geçen dişimin sızısı, nükseden alerjik öksürüğümün köhköhleri mümkünü yok uyutmadı. Sağdan sola, soldan sağa, salla kolların yorgan üstüne yapacağıma kalkıp oturayım en iyisi. Saat 3 civarıydı yaktım gece lambasını, aldım tableti elime, düştüm gurbetin yoluna demeyeceğim tabii ki, şeker patlattım bir süre. Kocaman bir pasta oluşturdum ve yeter dedim, haydi biraz uyuyayım. 5,5 civarıydı, yine olmadı. Sabah kısa süreli bir konuk ağırlayacağım, öğleden sonra arkadaş buluşması yapacağım, akşam da konsere gideceğim için yemek yapmaya, ortalığı toparlamaya karar verdim. Kesin gün içindeki üç faaliyetin birinde uyuklarım ama bakalım hangisine kısmet olacak. Odaları şöyle bir elden geçirip mutfağa girdim. Çay demlenirken etli, terbiyeli kereviz ve pilav pişirdim. Memleketimizin pazarlarında uzun saplı, yemyeşil yapraklı ve kocaman köklü kerevizler görücüye çıkmışlar. Dişçiden gelirken en beğendiğimi Allah'ın emriyle isteyip eve getirmiştim. Tencerede düğün yaptım kendisine 😂 Kahvaltıyı da hazırlayıp balkon temaşasına çıktığımda hava yeni aydınlanmıştı. Henüz karşı apartmanın üst kat dairesinin babası sigarasını tüttürmek için balkona çıkmamıştı. Mahallenin en erken uyananı bazen o, bazen ben oluyoruz. Köpeğin biri nezleli bir sesle havlayarak caddeye doğru koşturdu, yan sokağın çilli bıçkın horozu haremi arkasında sabah teftişine çıktı. Az evvel de "Kalkın ey ahali" dercesine uzun uzun ötmüştü. Ben hayatımda böyle kasıntı horoz görmedim, alçak kümesleri ben yarattım, yüksekler babamdan miras kaldı dercesine dolaşır durur arkasına sıralanmış tavuklarıyla sokaklarda. Şehirde köy yaşamı, o lala 😂

Mahalle horozumuz şu cins ama daha görkemli ve daha karizmatik 😂 Bir de nette dolaşırken şu tavuklu, horozlu saksılardan gördüm, çok güzel değil mi?

Bir süredir aklımda bir proje var, şimdilik haftada bir blogda yayınlamak kararındayım. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği siteyi konu alan mektuplar yazacağım. Belki ilerde kendisiyle ciddi düşünürüm, şimdilik sadece bir tasarı. Bakalım nasıl bulacaksınız. İlk mektup anneannemin deyimiyle bu zabaaan körü postuyla gelsin. Fikrinizi yorumlarınızda belirtirseniz devam ya da tamam deme konusunda bana da yol göstermiş olursunuz, şimdiden teşekkürler. O zaman ilk mektup gelsin:

----------------------------------------------------------------------------------

MEKTUP 1

Yıllar ötesinden merhaba Maymun Kardeş,

Acaba bizi hatırlar mısın? Başkalarını bilmem ama ben seni hiç unutmadım. Hâlâ Emel Abla’nın raflarından birinde duruyorsan bile pilin bitmiş, kollarının gücü azalmış, hevesle birbirine vurduğun zillerin paslanmış olsa gerek. Belki de mazinin çöplüğünde çoktan yerini aldın. Ya uzun siyah saçlarına tezat bembeyaz teni, uzun boyu, gösterişli endamıyla Emel abla nerelerdedir?

24 daireli apartmanın en farklı evine Mehmet Amca’nın bavulunda girdiğinde bu kadar rağbet göreceğinin farkında mıydın acaba? Gittiği bir yurtdışı turnesinden getirmişti seni, turne deyince, oyuncu değildi Mehmet Amca ama Devlet Tiyatrosu’nun dekor atölyelerinden birinin şefiydi ve haliyle her turneye katılması gerekiyordu.

Bizim sıradan, orta halli, geleneksel evlerimizin aksine senin raflarından birinde kendine yer bulduğun daire beni imrendirecek, hayal gücümü zorlayacak kadar şık ve moderndi. Sokak kapısından girince ayağımız mavi, pelüş bir yolluğa gömülürdü. O antreden hiç kimsede olmayan mobilyalarla döşenmiş salona girerdik. Gözlerimiz oturmak için evlerimizdeki gibi karşılıklı somyalar arardı ama burada öyle bir şey yoktu. Bir duvarda boylu boyunca kitapların ve çeşitli objelerin sergilendiği raflar yer alırdı, karşısında ise üzerine renkli örtüler serilmiş sedirler odaya canlılık katardı. Annelerimizin misafir odası diyerek neredeyse kilitli tuttuğu, dört koltuğu, formika sehpası, içinde hiç kullanılmayan çeyizlik çay takımlarının sergilendiği büfesiyle benzerini görmeyi umarak kafamızı uzattığımız oda ise daha görkemli eşyalara ev sahipliği yapardı. Bizimkilerle uzak yakın alakası yoktu, üstelik kapısı her daim açık, kullanıma her daim hazırdı ve o odada hiç kimsede olmayan bir şey vardı: Telefon. Çoğu zaman PTT şubesi görevi yapardı Emel Abla’nın misafir odası, kendisi de hiç üşenmez kimi ararlarsa dairesine kadar gider, gelip konuşmasını sağlardı. Şehir dışından arandığımız bir gün iki blok ötedeki anneannemin evine bile koşturmuş, haber edip konuşmamızı sağlamıştı.

Bir gün kitapların sıralandığı raflara baktığımı fark eden Emel Abla, “Okumak istiyorsan ödünç alabilirsin, okuyup iade edince de yenisini götürürsün Filiz Akın” demişti. Tuhaftır beni Filiz Akın’a benzetirdi. Uzak yakın alakam yoktu hâlbuki, sarışın bile değildim. Benzemediğimin kendim de farkındaydım ama her ergen kendini çirkin bulur ya, yine de hoşuma giderdi güzel bir oyuncuya benzetilmek. O kitaplardan tanımadığım dünyalara ışınlanacağımı bilmeden kocaman ciltli bir tanesini kucaklayıp merdivenleri koşturarak çıkmıştım bir üst kattaki evimize. Ülkeleri, şehirleri konu edinen bir kitaptı ve çizimlerle süslüydü. Paris’in anlatıldığı bölümde koltuğunun altında upuzun bir ekmekle yürüyen bir adam resmedilmişti, arkada Eyfel Kulesi. Önce baston sandığım ekmeğe francala dendiğini okuyunca eğer bu francalaysa bizdeki ne diye düşünmüştüm. Yuvarlak ve uzun iki tür ekmeğin bakkal Niyazi Abi’nin külüstür ekmek kabininde sergilendiği raflarda başka çeşit yoktu ve Niyazi Abi uzun olanı francala diye satıp bizi kandırıyordu galiba. Yaz boyu Emel Abla’nın kitap rafını tükettim. Son kitabı okuyup iade ettiğimde okullar açılmak üzereydi. Ertesi yaz bitişik komşu Nuran Abla’nın büfesinde duran, kayınbiraderine ait üç-beş harcıâlem aşk romanına dadanacaktım.

Lafı uzattım, sen doğduğun uzak ülkelerden gelip de raftaki yerini alınca birdenbire meşhur oldun, nasıl başladı bu iş hatırlamıyorum ama muhtemel ki Emel Abla’nın çocuklarından biri arkadaşlarına hava atmak için senin marifetini döktü ortaya, sonra da aldı yürüdü şanın. Birkaç kişi toplanıp gider, aralarında büyükler de olurdu bazen, pelüşlü antreyi geçer, renkli sedire sıralanırdık. Emel Abla seni raftan indirir, sırtındaki kelebeğe benzeyen anahtarı kurar, önümüzdeki sehpaya bırakırdı. Elindeki zilleri aşk ile, şevk ile birbirine çarpıp çıkan şakırtıyla iki yana sallanırken bizler de cezbeye tutulmuş gibi izlerdik seni. Seyretmelere doyamazdık. Ah Maymun Kardeş bir yıl boyunca ne avuttun biz çocukları, hakkını ödeyemeyiz. Her nerelerdeysen zilleri birbirine vuran o ellerinden öperim…

------------------------------------------------------------------------------------------

Bugünün dizeleri Akgün Akova'nın affına sığınarak bu yıl İlhan Berk Şiir Ödülü'nü alan Oğulcan Kütük'ün "Dimdik Bakma Rehberi"nden olsun. "Kalbim Teşekkürler Beni Rezil Ettin" isimli şiirinden:

"fotoğraf karıştırmayacak kadar büyümek
ya da çok yaşlanmak tek tek bakacak kadar hepsine"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder