.

.
.

17 Aralık 2025 Çarşamba

ARA-LIK 8 (ENGİNDE YAVAŞ YAVAŞ GÜNÜN MİNESİ SOLDU)

Yine güzel ve güneşli bir güne uyandık bugün, gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu, gerçi Antalya için şaşırtıcı değil bu havalar, çocukluğumun buz gibi ve karlı yılbaşlarına inat bu şehirde güneşle giriliyor yeni yıla. 

Kendimde bulamadığım yeni yıl coşkusunu şehirde de göremiyorum bu yıl. Gerçi bu aralar AVM'lere yolum düşmüyor, eminim oralar ışıldamıştır ama bugün tramvayla şehrin diğer ucuna geçtim, cadde üstü dükkanlarda, cafelerde de öyle bir abartılı süsleme göremedim. Bistrosunda oturmak için girdiğimiz otel bile üç-beş pırıltı dışında ekstra bir şey yapmamıştı, süslenmiş bir ağaç bile göremedim ortalıkta. 

Bu tramvay yolculuğu ve sonrasındaki buluşma ortaokul Sosyal Bilgiler öğretmenimin kızıylaydı. Birkaç yıl önce aynı şehirde yaşadığımızı sosyal medya aracılığı ile fark etmiş, görüşmüştük. Bizler çekingen öğrencilerdik, ne kadar başarılı olsak da, öğretmenin bizi sevdiğini bilsek de utanır, sıkılır, öğretmenin en ufak kaş çatışından etkilenirdik. Kürsüye çok yakın bir sırada şimdilerde hâlâ görüştüğüm bir arkadaşımla oturuyordum. Hocamız pek kalkmazdı kürsüden, benim gibi sıraların arasını arşınlayarak dolaşıp ders anlatanlardan değildi. Çoğunlukla giydiği koyu mavi takım elbisesi, beyaz saçları, gözlükleriyle ciddi bir görüntüsü vardı, hem çok sever, hem de çekinir, utanırdık. Üstelik komşu sayılırdık, bir üst sokağımızda otururlardı ve çarşıya gitmek için mecburen o apartmanın önünden geçerdik. İyi havalarda balkonda otururdu ve ben öyle zamanlarda gözüne çarpmamak için adeta asfalta yapışırdım. Yahu adamcağıza bir iyi günler de, bir selam ver, yiyecek mi seni. Ah rahmet olsun. Bugün kızıyla çok andık. Kendi şapşallığıma güldüm yıllar sonra. 

Sohbetimiz sona erince tramvay durağına kadar yürüdük falezlerin üstünden. Güneş çılgın bir biçimde batmaya hazırlanıyordu ama yetişemedim, sadece denizi ve dağları seyrettim yol boyu.

Mahallemize gelince vitrininde galetalar gördüğüm ve daha önce alışveriş etmediğim bir fırına girdim. Benden sonra gelen yaşlı bir adam önüme geçse de yaşına hürmeten ses etmedim. 5 tane ekmek istedi görevli kadından, dört ekmeği poşete koyan kadın adamın bakmadığını görünce en az pişmiş, bembeyaz bir ekmeği iteledi paketin içine. Ardından para üstü vermek için ekmekleri koyduğu eldivenle beş tane 20 liralığı fırt fırt sayıp adamın eline tutuşturdu. Sonra da benim galetalara el atıyordu ki yaşlı adama kakaladığı pişmemiş ekmeğin siniriyle "Para saydığınız eldivenle mi tutacaksınız galetaları" dedim. "Ayy, şey unuttum, değiştireyim" diyerek yeni eldiven giydi, unuttuğu falan yoktu, uyarmasam aynen devam edecekti, paraya değmiş eldiven yerine çıplak elle tutsa daha hijyenik olurdu sanırım. Kadına haddini bildirmiş olmanın keyfiyle çıktım fırından ve eve yollandım. Yaşasın kötülük 😂

Juliette Binoche retrospetifine biraz ara verdim, sosyal medyada Kral Kaybederse dizisine yapılan övücü yorumların üstüne 2. sezonda bıraktığım diziye yeniden başladım. 8 bölüm kaldı, yıl bitmeden hallederim diye düşünüyorum. Bu aralar bir polisiye elimde sürünüyor, aslında keyifli de bir şey ama niyeyse kısmeti kapalı 😂 Hafta bitmeden onu da bitirmeliyim. 

Ve yazıyı da bitirmeliyim, hem de akgün Akova dizeleriyle, yine "Sevdiğim Kadın Adları Gibi" kitabından, bu defa Alev'e seslenmiş şair:

"güneş altın bir kale takarken saçlarına
fırlat yüzüğünü ıssız bir iskeleden
sana kimse söylemedi mi Alev
evlilik yüzme bilmez
suda genişleyen halkalara
sessizce göm gözyaşlarını
bir yüreğin başka bir yüreği batırdığı
bir deniz kazasından başka nedir ki aşk"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder