Ayaklarım üşümeye başladıysa kış gelmiş demektir haneye. Gerçi henüz ısıtıcıyı açmadık, balkon çınarı bile yapraklarını tam anlamıyla dökemedi ama benim pusulam ayaklarım, üşüdüyse doğru yöndeyim, kış geliyor, hatta geldi. İsterse sıcaklık 30 derece olsun. Hava kasvetli bugün, gri bulutlarla dolu gökyüzü, muhtemelen yağacak ilerleyen saatlerde. Dün güzeldi oysa, açık, güneşli. Grip nedeniyle evde kapalı kalmıştım bir haftadır, çıkıp uzun bir yürüyüş yaptım falezler boyunca denizi ve Bey Dağlarını içime çekerek. Bizim kaldırımlar yılbaşına turunç ağaçlarını süsleyerek hazırlanmış:
Şu fotoğrafı yükleyene kadar oynattı beni Blogspot, önce çerez ikramı yapıyor, ardından böyle bir blog yok diyor. Vefasızlığa bak yahu, 16 senelik bloguma pasaportla sokacak beni hazret. Ankara'ya gidiyorum, dönene kadar varlığımı unutuyor, yorum yaparken de uğraştırıyor böyle.
Her yer kazılıyor mahallemizde, kâh inşaat, kâh su boruları değişimi, toz toprak içinde her yer. Atlaya zıplaya ulaştım Konyaaltı Caddesi'ne. Deniz ufukla birleşmiş sakin sakin duruyordu, huzur:

Beyimin Dağları'na ise söze hacet yok, büyülü onlar. Uzun uzun yürüdüm. Mercan ağacı yılın ikinci sezon çiçeğini açmış:
Yanından geçerken okşadım çiçeklerini. Bazıları ise biraz tedirgindi:
Şehrimi özlemişim, ranta mahkum olmuş yıkılan evleri sayarak döndüm eve.
Akşam bileti günler öncesinden alınmış tiyatro oyununu izlemek için yiğenim gelip aldı beni evden, oyunun sergileneceği Kültür Merkezi'ne yollandık. Erken gitmişiz, kahve içip sohbet ettik biraz, sonra salonda yerlerimizi aldık. "Müzeyyen" isimli oyun Müzeyyen Senar'ın yaşam öyküsünü konu alıyordu ve biri genç, biri orta yaşlı iki kadın tarafından, gençliği ve sonrası olarak canlandırılıyordu. Kadıköy Halk Tiyatrosu'ndan iki oyuncu bize oyun boyunca hem sanatçının hayatından bölümler sundular, hem de kendi seslerinden Müzeyyen Senar'ın en ünlü şarkılarını dinlettiler.
Görsel: Buradan
Aralık ayını çok severim, ben özel günleri ve kutlamaları severim esasen. Lakin bu yıl henüz içimde yılbaşı coşkusu oluşamadı. Eve yoğun diş ağrısıyla dönüşüm, ki hala bitmedi diş işlerim, ardından yakalandığım grip derken coşkulanacak halim kalmadı. Bakalım belki ayın ikinci yarısı beklediğim coşkuyu getirir de ağacı kurar üç-beş yeni yıl hoşluğu yaparım. Sabah şu yaşıma kadar geçirdiğim yılbaşı gecelerini ve bende iz bırakanları düşündüm, dedim bunları yazayım bu seriye özel bloga da unutmayayım.
Hatırladığım ilk yılbaşı kutlaması-5 yaşında olduğumu düşünüyorum-anneannemle birlikte oturduğumuz yıllardan birindeydi. Büyük dayım Hava Harp Okulu'ndan yeni mezun olmuş, cidden yakışıklı bir teğmendi, haliyle de mahalledeki kızların gözdesiydi ve bizatihi kendisi de hayli çapkındı, erkek kardeşi de onun izinden gitmek için biraz daha büyümeyi bekliyordu. Anneannem gibi abdestinde, namazında, tutucu denecek bir kadının iki tane bohem erkek evlat büyütmesine hep şaşmışımdır. Hoş hayatı çok seven ve zevk almaya bakan bir insandı, eminim ruhunda açığa çıkamamış ne duygular vardı. Oturduğumuz apartmanda ailesiyle yaşayan iki genç kız vardı, o devre göre çok modern, rahat, şen şakrak ve çok candan kızlardı. İkisi de çalışıyordu ve sabahları şık kostümleri, Belgin Doruk modeli saçları, kuyruklu göz makyajlarıyla işe giderken balkonlardan, pencerelerden kimi kınayan, kimi imrenen onlarca göz olurdu. Ve sanırım büyük olanla dayımın arasında bir şeyler vardı. O yılbaşı onların evine davet edilmiştik. Evde yaşlı anne-baba ve diğer kardeşlerle birlikte bir parti havası da vardı. Ben annemin koltuğunun altına girmiş etrafı inceliyordum. Duvarda yeni girecek yılın takvimi asılıydı ve geceyarısı o takvimin ilk yaprağını koparmayı planlamaya başlamıştım, tabii öncesinde ışıkları söndürecektim. Herkes birbiriyle sohbet halindeydi, pikapta yılın rağbet görmüş plakları dönüyordu, dayım kızları dansa kaldırıyordu (şahane dans ederdi), bense orta masasında diğer yiyeceklerin ortasında duran meyve tabağına odaklanmıştım. Çeşitli kış meyveleri tepeleme dizilmişti ve en tepede turuncu renkli parlak, yuvarlak bir şey vardı. O neydi ve tadı neye benziyordu? Alıp yemeye çekiniyor ama çok merak ediyordum, biri ikram etse beklentisindeydim, çekingen bir çocuktum. Kimse de ne benim, ne beklentimin farkındaydı. Sonunda geceyarısı oldu, koşup ışıkları söndürdüm ve takvimin yaprağını yırttım ama o turuncu şey meyve tabağının en üstünde olduğu gibi kaldı. Sonra öğrendim ki Trabzon hurması imiş beni cezbeden o turuncu yuvarlak...
Sevgili "Kum ve Kaktüs" Aralık ayında yazdığı yazılarda alfabetik sırayla gidiyor ve başlık olarak Didem Madak'tan bir dize paylaşıyor. Çok özendim, ben de sonluk olara Akgün Akova'dan dizeler paylaşarak bitireceğim Aralık yazılarımı, başlayalım o zaman:






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder