.

.
.

15 Aralık 2025 Pazartesi

ARA-LIK 7 (BİR GÜLÜ DÜŞ EYLEYELİM)

Çok zorunlu olmadıkça pazar günleri ev işi yapmam, genelde avarelikle geçiririm. Sebebi çocukluk travmaları. Ev hanımı olan annem haftanın diğer günleri çuvala girmiş gibi tüm ev işlerini hepimizin evde olduğu yegane güne, pazar gününe saklardı. Sabahın kör karanlığında çamaşır yıkama aşkı depreşir, kalk borusunu öttürürdü. "Kalkın, herkes yorganını söksün, çamaşır yıkayacağım. İpleri ziyan etmeyin, koparmadan sökün" talimatlarıyla okula gittiğim saatten daha erken uyandırılır, haşır huşur yorgan sökerdim. O yıllarda nevresim yoktu, yorganlar kaplanırdı, o da ayrı bir eziyetti. Çarşaf yere serilir, üstüne yorgan yerleştirilir, sonra da kocaman bir yorgan iğnesi ve yorgan ipiyle kaplanmaya başlanırdı. İpleri uzun tutma tembihi de tekrar kullanma amaçlıydı. Sökülmüş yorganlarımızın çarşaflarını anneme teslim ettiğimizde evi deterjan kokusu sarmaya başlamış olurdu. Çamaşırlar sıkma kısmı elle çevrilen makinede çalkalanırken annem ev süpürmeye, yerleri silmeye ve tüm bu işlere beni ortak etmeye başlamış olurdu. Bak şimdi aklıma geldi yine sinir oldum. Öğleden sonraları bu hengameye radyodan yükselen maç sesleri de eşlik ederdi, ardından haftalık banyo seansı başlardı. Yetişmesi gereken ödevleri ve ütülenmesi gereken önlükleri saymıyorum bile. O yüzden çocukluğumun pazarlarını burnumda deterjan kokusu, kulağımda maç sesi ve annemin talimatları ile hatırlıyorum. Yıllar sonra Tezer Özlü'nün "Çocukluğun Soğuk Geceleri"ni okuduğumda bir kuşağın aynı dertlerden muzdarip olduğunu fark ettim. O pazar günlerine geri döndüm, kitabı elimden fırlatma isteği duydum. Annemin büyüme aşamamızda bize çektirdiği pazar çilesini ne kendime, ne de çocuğuma çektirmeme kararını daha o zamanlar almıştım. Çalıştığım zamanlarda bile pazar boş boş oturma günüydü, hâlâ da öyle. Bu yıl içimde bir türlü uyanamayan yeni yıl ruhunu bir nebze canlandırmak için pazar gününü seçtim. Az biraz renk, biraz ışıltı bu tembel günü aydınlatsın, belki biraz da neşe verir. Bulduk çıkardık ağacı, iki yıldır yılbaşları Ankara'da geçince yerlerini unutmuşum her şeyin. Bütün bir öğleden sonrayı ağaç süslemekle geçirdim. Yine de eski coşku, eski heyecan kalmamış, adet yerini bulsun yaptım mı yaptım.


Ev ışıldadı da, içim ışıldadı mı orası tartışılır, hele akşam haberlerde gencecik belediye başkanının ölüm haberini duyunca iyice söndü lambalar ruhumda. 

Cumartesi günü bir oyun izledim: "Kızımın Ruh Hali Testlerinde Çoğunlukla 'Bazen'i İşaretliyorum" şeklinde upuzun bir ismi vardı. Bipolar olduğu çocukken anlaşılan bir kızın yaşadıklarını, ailesiyle, sevgilisiyle, doktoruyla olan ilişkilerini konu alan son derece etkileyici bir oyundu. Minimalist, basit dekor oyunculukları iyice ortaya koymuştu ve dört oyuncunun performansları da ayakta alkışı hak edecek düzeydeydi. O kadar etkilendim ki oyun bittiğinde bir süre yerimden kalkamadım. Uzun zamandır Devlet Tiyatroları'nda izlediğim açık ara en iyi yapımdı diyebilirim. Aferin tiyatromuza, bir de iyi bir salonumuz olsa, orası akar, burası kokar, yerin dibindeki salonda panik olsa kim nereye kaçar. Koskoca turistik şehre layık bir opera-tiyatro binası yapılamadı senelerdir.

Antalya bir haftadır güneşli ama sabah bir fırtına uyarısı okudum, ne dereceye kadar doğrudur bilemem. Deprem sonrası uzmanlar Müjdeci Hüsnü'ye döndüler. "Müjdeci Hüsnü" Abbas Çılga'nın yazdığı bir çocuk kitabı, kardeşimden oğluma intikal etmişti, şimdi bağışlandığı sahafın raflarında ya da kimbilir kimde. Hüsnü iyi anlamda müjdeler verirdi ama biz bunu aile arasında sürekli olumsuz haberler verenler için kullanmaya başlamıştık. İşte bu Hüsnü modundaki deprem uzmanları sürekli bildirimdeler: Antalya için şiddetli deprem riski, Antalya'da büyük bir deprem bekleniyor, Antalya büyük sarsıntılara gebe. Yazıyı okuyorsun içerik bambaşka bir şey çıkıyor. Ayrıca ne yapabileceğiz yani, gökten ne yağdı da yer kabul etmedi bu ülkede, elimizdeki malzeme bu: Tevekkül.

Tevekkül yazınca aklıma Ruhi Su düştü, "Tevekkel tü tahar Allah" dizelerinin de olduğu, Pir Sultan'ın "Gelin Canlar Bir Olalım" deyişi. Dinlesek mi? Şurada

Yıllar önce TRT tek kanal iken Küçük Ağa dizisi yayınlanmıştı. Fikret Hakan'ın canlandırdığı Çolak Salih bu deyişten bahseder, "Bir yürüyüş eyleyelim" dizesini "Bir gülü düş eyleyelim" diye anladığını söylerdi. Bir gülü düş eylemek ne güzel bir eylem, yıllardır aklımdan çıkmamıştır. Bak şimdi de alakasız bir şekilde hatırladım. 

Akgün Akova ile bitirelim bu her telden çalan postu:

"kendisini kırmayan çocuğa aşık olur oyuncak
ve değil mi ki aşk
oyuncak sanıp yatağımızda sakladığımız
içi bencillik dolu bir silah"*

*Sevdiğim Kadın adları Gibi


1 yorum:

  1. :)) canım ananemin evinde de aynı durum varmış, annem anlatırdı. pazar sabahları istisnasız sabahın köründe üç kızını uyandırır, ellerine işler verir ve pazar gününü perişan edermiş ananem. şimdi ben onu çok iyi anlıyorum çünkü pazar günü çocuk değil de anneysen geçmek bilmiyor sevgili leylakcığım, ya temizliğe vuracaksın ya gezmeye çıkacaksın. benim annem gezme kısmını seçtiği için ben çok şanslı bir çocuktum.
    bir gülü düş eylemek hakikaten şiir gibi bir yanlış anlama, o zamanın insanlarının ruh zenginliğine bakar mısın!!!

    YanıtlaSil