Final ipini göğüslüyoruz bugün ya da potaya son topu attık, fileyle vedalaştık diyelim ve "Şimdilik" diye de ekleyelim. Dünya ikincisi kızlarımızdan hareketle bize de "Rutinin Sultanları" adını verip kendimizi onore edelim (Ne gadan da alçakgönüllüyüm😂). Kaptanımız Lesliyan'ın "Yay Günlüğü" ile başlattığı bu ortak seriye bayılıyorum ilk yazıdan bu yana. Üç-beş kişiyle başladığımız günlükler aramıza katılan dostlarla çoğaldı, güzelleşti. Yeni hayatlardan haberdar olduk, yeni maceralar okuduk, aile bireyleriyle tanışıklığımız oluştu sanal alemden de olsa, hasılı pek yahşi olmadı mı balalar 😂 Bunu yazınca aklıma geldi, bir vakitler, blogumun ilk yıllarında Azerbaycan'da yaşayan Azeri Türkü bir blog arkadaşım vardı, çok severdim, yorumlaşır, birbirimize kart, kitap falan yollardık. Uzun süredir izine rastlamıyorum, keşke bu yazıyı okusa da yine haberleşsek. Kaptanımız Kasım ayında buluşma sözü verdi, o zamana kadar kendimize iyi bakalım. Ben ayrıca Kova Günlükleri için de sabırsızım, geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar, zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın (Bu şarkıyı Saatli Maarif Takvimi'nin yayıncıları mı yazdı acep?) Biraz daha bu paragrafta oyalanırsam blogu su basacak 😍
Dün Ankara'daki evin bir zamanlar annemlerin yatak odası, sonrasında annemin pencereden dışarı bakma odası, ardından kızkardeşin odası, son olarak oğlumun odası olan ve şimdilerde benim el koyduğum odada yatağa uzanmış kitabımı okuyordum ki pencerenin ardından tıkırtılar geldi. Önce panjur tıkırdıyor sandım ama bizim panjur içerde, şu eski tip olanlardan. Tıkırtı devam edince, üst kattan bir şeyler atılıyor olabilir dedim oysa apartmanda ilaç için bile çocuk yok. Merak okuduğum sürükleyici kitaba galip geldi, panjuru hafifçe aralayıp dışarı baktım, mahallenin Beşiktaşlı saksağanı imiş. Koca gagasını pencere kanadının altına sokup yuvarlak yuvarlak bir şeyler çıkarıyordu, yiyor mu, yutuyor mu anlayamadım. Ürkütmemek için açamadım da kanadı, vardır bir bildiği deyip kitabıma geri döndüm. Bugün balkona çıkınca aklıma geldi, ne buluyor hayvan orada diye pencereye yanaştım, yenecek bir şey yok ama denizliğin iç tarafına sanki minik taşları ya da pervazdan söküp çıkardığı tahta parçalarını istiflemiş. Gittim gugılladım, biyoloji okuyalı milyon yıl oldu haliyle, eh taşlık varmış hayvancağızda, normalde kum yerlermiş ama bizim saksağan horoz kadar var maşallah taş ancak öğütür yediklerini. İmdat dostlar, balkondaki domateslere dadandıkları yetmedi kuşlar şimdi de evimizi yiyor, Hitchcock neredesin?
Saksağan apartmanı yiyedursun benim de karnım acıktı. Normalde geç kahvaltı yapar, öğle yemeği yemem ama bugün pek erken uyandım, kahvaltı da erken oldu. Canım yemek istemedi, gittim Hatay Pazarı'ndan aldığım peyniri kızarttım, yanına da bir dilim ekmek. Afiyet oldu. Peynir kızartma işine çocukken Heidi kitaplarını okuduğumda takılmıştım. Heidi fanıydım, hoş hâlâ öyledir. Hepimizin bildiği Alp dağlarındaki kitabından sonra "Heidi Büyüdü" ve "Heidi Evlendi" isimli devam kitaplarını da okumuştum. Heidi Büyüdü'yü her okul çıkışı uğramasam günüm eksik geçecekmiş duygusuyla gittiğim minicik ve loş Kanarya Kitabevi'nde gördüğümden beri babamı alması için darlamaya başlamıştım. O inatla "Aybaşında maaşı alınca" dese de her akşam "Heidi Büyüdü" diye mızıldıyordum. Sonunda anneannem dayanamadı, "Eydi Büydü ne kız, ben alayım?" dedi. Kaçırır mıyım, kaptım 2,5'luğu, okul çıkışı Kanarya Kitabevinde idim. Vay be 2,5 liraya kuşe kapaklı, renkli resimli, pırıl sayfalı Eydi Büydü almışım, nereden nereye, babalar da 2,5 lira için aybaşını beklermiş. İşte ben bu Heidi'leri okurken o velet de boyuna dedesiyle peynir kızartıp yerdi. Benim de ağzımın suları akardı. Ne bilcen o yaşta peynirin âlâsının ve de kızartamaya uygun olanının Alpler'deki ineklerin sütünden yapıldığını ve dahi fondü diye bir şey olduğunu. Anamın da başının etini yemeğe başladım, bu defa "Peynir kızart" diye. Kadın en sonunda bezdi, tavada Sana yağı (margarinle büyüyen kuşak stayla) eritip beyaz peynirleri dizdi. Sonuç sıcak beyaz peynir oldu, üstüne pul biber serpip yedik, güzeldi valla, belki Heidi'ninkinden de güzel. Neyse ki hellimler çoğaldı da çocukluk hayallerimden biri daha gerçek oldu 😋
Gaybubetinizde bir kitap daha okudum, Eva Dolan'dan "Böyle Bitti". Ankara'ya geldiğim ilk günlerde almıştım, kitaplıkta sıra bekliyordu, acıdım haline öne çektim, aslında aklımda Amor Towles'in son kitabı vardı. Hiç fena değilmiş, 1,5 günde bitiverdi. İki kahramanın biri şimdiyi, diğeri öncesini anlatıyor, değişik bir üsluptu ve sevdim, ufaktan polisiye havası da vardı. Amor Towles'le Eylül kapanışı yapmaya karar verdim, bugün de Naomi Alderman'ın "İtaatsizlik"ine başladım.
Bir seriyi de bu yazıyla tamamlarken sizlere ismimle müsemma bir buket yolluyorum efendim, kabul buyrunuz. Fotoğrafı yanılmıyorsan X'teki, "Peyzaj Bitkileri"nden aldım, helal etsinler 😀
ben küçükken turgutlu'da rahmetli dedem de (ki heidi'nin dedesine benzerdi cüssesiyle) tulum peyniri kızartırdı bize, çok severdim. bir de yuvarlak pencereli bir çatı katı odam olsa tam olacaktı ama onun yerine dedemin kurduğu cibinlikli yatak odamız vardı, prempesler gibi yattığım :)
YanıtlaSilsizler gönlümüzün sultanısınız bir de, söylemeden geçemeyeceğim, bu rutin dışı maratonunu gayet güzel yürüttünüz. benim gibi tembellere de keyifle okuması düştü :)
Okumak daha önemli Şulecim, hem okudum, hem yorumladın sağol. Dedenin konforu şahane, hiç öyle dede torun ilişkim olmadı, biri ben 3 yaşındayken ölmüş, diğeri hem uzak hem de pek gamsizfi. Huzurla uyusunlar
Sil"Heidi Büyüdü" ve "Heidi Evlendi" diye devam serisi olduğunu sizden duydum Nurşen Hocam ve şu an meraktan çatlıyorum. Kiminle evlendi, mutlu oldu mu? Clara ile hâlâ arkadaşlar mı? Bir anlatıverirseniz çok mutlu olurum :))
YanıtlaSilYine pek güzel bir seri oldu, değil mi? Yazmaya, okumaya, yeni serilerde buluşmaya devam! Çok selam ve sevgiler!
YanıtlaSil