.

.
.

3 Haziran 2021 Perşembe

3 HAZİRAN (MAYIS OKUMALARI)

Deplasmanda olunca rutinlerimi unutuyorum, sanal alem dostlarım hatırlatmasa  Mayı ayı kitapları güme gidecekti 😃 Çok verimli bir ay olmadı aslında kitap okuma açısından, üstelik kapandık da ama ben zaten kapalıydım, değişen bir şey olmadı. Beni İstanbul Film Festivali ile Uçan Süpürge filmleri oyaladı biraz. Hoş Nisan ayında okuduğum kitapların yekunu fazla olunca aylık okuma sayımı geçtim bile. Oluyor böyle, bazen az, bazen çok. Sonuçta yarışmada değiliz, önemli olan zevk alarak okumak, ipi göğüslemek değil. 

Kitaplara geçmeden önce dün beni çok rahatsız eden bir şeyi anlatmak istiyorum. İnstagram takipçilerim görmüşlerdir, bir güvercin resmi paylaşmıştım sayfamda, şu:


Bir gün önce çamaşır asarken karşı apartmanın pencere pervazlarından birinde renginin değişikliği ile dikkatimi çekmişti. Genelde gri renkli, boyunları hareli olur Ankara güvercinlerinin ama bu ilginç bir şekilde siyah-beyazdı. "Ne güzelmiş" diye düşünüp fazla da ilgilenmemiştim. Ertesi gün bu defa diğer taraftaki apartmanın merdiven sahanlığındaki pencerelerden birinde gördüm. Tam göz hizamda olduğu için iyice inceledim, titreyip duruyordu, belli ki bir sıkıntısı var. Eşim gidip almayı bile düşündü ama apartmanda tanıdığım kişiler evde yoklardı ve ana kapıları da şifreli olduğu için vazgeçtik. Merdivenleri yıkayan görevliye söyledik, "hasta galiba" dedi. Gidip gelip baktım, sürekli bir köşeye büzülüp titriyordu. Sonra yardımcı kadının giderken bulgur ve bir kap içinde su bıraktığını farkettim. O sırada kardeşim geldi, ilgilenemedik. Onu yolcu etmek için balkona çıktığımda gözlerime inanamadım. İri kıyım bir erkek güvercin pervaza, buncağızın yanına yerleşmiş, hem konmuş yemi yiyip suyu içiyor, hem de titreyip duran garibanı taciz ediyor. Zavallının kendine hayrı yok direnemiyor bile, kafasına atayım dedim, bir şeyler bulamadım, bir de milletin camına falan denk gelir diye vazgeçtim ama sinirden kudurdum. Gittim geldim şişko güvercin orada, maço maço geziniyor. "Yahu" dedim, "bunlar insan olsa gazetelere üçüncü sayfa haberi diye geçer, Maço insan da olsa maço, hayvan da olsa maço". Akşam üzeri dombili güvercin kayboldu, bizim titrek iyice titreyip köşeye büzüldü. Sabah uyanınca ilk iş balkona koştum, hayvan yok. Bir an toparlanıp uçtu diye umutlandım, sonra ölmüş olup apartmandan biri tarafından atıldığını düşündüm. Bir ara mutfağa girdiğimde komşulardan biri hayvanı eline almış pervaza bırakıyordu. Camı açıp seslendim, onun da kulakları iyi duymuyor, yaşlı, "Hasta galiba hayvan" diyorum, "Teşekkür ederim, sen nasılsın?" diyor. Allahım tam fıkralık. Sanırım gece üşüdü, açık pencereden içeri girdi, kadın da sahanlıkta görünce alıp pervaza bıraktı. Sonraki baktığımda kaybolmuştu, ne oldu bilmiyorum ama canımı fena halde sıktı gördüklerim.  

Güvercin haberini vermesem içime dert olacaktı, hala da dert açıkcası. Kitaplara gelecek olursak:



-Halepli arı yetiştiricisi Nuri Suriye'deki iç savaşta küçük oğlunu bombardımanda kaybedip evi de dağılınca karısı Afra'yı alarak göç etmek zorunda kalır. Suriye'den kaçarak Türkiye'den Yunanistan'a, oradan İngiltere'ye çok zorlu ve maceralı bir yolculukla ulaşır. Kalp yaralayıcı bir öykü, göçmenlik ve mülteciliğin ne zorlu bir süreç olduğunu, bir gün herkesin kapısını çalabileceğini insanın yüzüne tokat gibi çarpan, bir o kadar da hüzün dolu bir kitap. Öyle bazı basit cümleler var ki bıçak gibi saplanıyor. Nuri'nin akrabası ve arıcılık ortağı Mustafa kaybolan oğlunun cenazesine ulaşabilmek için bir morgda çalışmaya başlar, DAEŞ tarafından öldürülen gençlerin cenazeleri geldikçe onların bir defterde kaydını tutar ve bir gün gelen cenazenin oğlunun olduğunu anladığında deftere şöyle kayıt düşer:
"Adı: Benim güzel oğlum
Ölüm sebebi: Bu çivisi çıkmış dünya"
O çivi benim içime öyle bir çakıldı ki uzun süre çıkmaz sanırım.
"Halep Arıcısı"nı okuyunuz...


-"Dilimdeki Acı" Monique Turong'un dilimizde yayınlanan ikinci kitabı. Linda herkesten farklı bir algılamaya sahip küçük bir kızdır, çünkü sinesteziyle yaşamaktadır. Ondaki yansıması kelimeleri yiyecek tadı olarak ağzında duyumlaması şeklindedir. Kendi adı söylediğinde "nane" tadı alır mesela. Kitapta önce Linda'nın büyüme sancılarını, en yakın arkadaşı Kelly ve büyük dayısı Bebek Harper'la olan ilişkilerini okuyoruz, sonra Linda'nın yetişkinliğini ve hayatındaki sırları. Başlarda biraz ağır tempoda gitse de sonradan açılan keyifli bir kitap, favorim Bebek Harper :)


-"İstanbul Kokulu Mutfaklar 2", kendisi de restoran sahibi Meri Çevik Simyonidis'in bu kez yeme içme konusunda ünlenmiş erkeklerle yaptığı söyleşileri topladığı bir kitap. Yemek kültürü her zaman ilgimi çeken bir alan, o nedenle bu tür kitapları severek okurum. Ancak söyleşiler çözümlenirken net anlaşılmayan kısımlar olmuş ve yanlış anlamlandırılarak geçirilmiş kayda, beni rahatsız etti, kısacası pek beklediğimi vermedi. Bu alana meraklıysanız da tavsiye etmeyeceğim. 


-Macar edebiyatını çok severim. "Kule Saatindeki Kuzgun" da ilk olarak sanal medyada gözüme çarptı ve tereddütsüz sipariş ettim. Eski tarz klasiklere benzeyen, pek akıcı olmasa da ilgiyle okunan bir kitap. İki kız kardeş, halaları, kızlara aşık gençler, kızlardan birinin aşık olduğu olgun adam, çevrilen dalavereler, her gün saat 14.00'den 15.30'a kadar kule saatinin akrebine tüneyen kuzgun, özetle böyle...


-Polisiye çok sevdiğim bir tür, "Brezilya Oteli"ni hiç bir referans almadan sipariş etmiştim ama bugüne kadar okuduğum en sıkıcı polisiye idi diyebilirim. Bir de kopuk kopuk paragraflar insana ne okuduğunu unutturuyor. Brezilya Oteli isimli, genelde alt sınıftan insanların kaldığı bir otelde ardarda aynı biçimde cinayetler işlenir, şehrin polis müdürü de cinayeti çözmeye çabalar. O çabalasın bakalım, benim diyeceğim ben okudum, siz okumayın :)


-Amor Towles'i "Moskova'da Bir Beyefendi" ile tanımış ve kitabı çok sevmiştim, hala da en sevdiğim kitaplar arasında başta gelir. "Nezaket Kuralları"nı kardeşim almış, ve ben gelmeden eve bırakmış. Ankara'ya gelir gelmez, daha bavulları açmadan okumaya başladım. Yazarın ilk kitabı imiş. "Moskova'da Bir Beyefendi" kadar olmasa da Katey Kontent'in yaşadıkları da okurken mutlu etti beni. Tavsiyemdir, bu ayın en iyi kitabıydı diyebilirim. 


-Ve gerçek anlamda bir kitap sayılır mı bilemeyeceğim ama kitap olarak basıldığına göre okuduklarıma-daha doğrusu baktıklarıma-dahil edebilirim. Hakan Keleş'i Instagram takipçilerinin çoğu biliyordur. Fotoğraflar üzerine kendi çizimlerini ekleyerek müthiş illüstrasyonlar yaratıyor. "Lilliputlar"a da illüstrasyonlarını toplamış. Her daim el altında bulundurulup, dönüp dönüp bakılacak bir kitap olmuş. Bu tarz işleri sevenlere öneririm. 

Haziran okumalarından görüşmek üzere...

1 yorum:

  1. Paylaştığın kitaplardan okuduklarım var sırasını bekleyenler var. Seni takipteyim.Teşekkürler

    YanıtlaSil