.

.
.

18 Şubat 2019 Pazartesi

18 ŞUBAT (YARATICILIK BAŞA BELA-OBJELER 1)



18. Evet bugün yaratıcı günümüz, bugün blogun için yeni bir seri başlat. Bu yazı ilki olsun ve elinden geldiğince her ay devam ettirmeye çalışabilirsin mesela...

18. günün konusu blogu canlandırma konusunda yeni çabalar öneriyor. Nasıl bir seri başlatsam diye gözlerimi duvara, yani kitaplığa dikmiş düşünürken (odada duvar yok, hepsi kitaplıkla kaplı) Arşimet gibi "Evreka!" diye fırladım. Çalışma odasındaki kitaplık raflarının kitaplardan artakalan bölümlerinde bir sürü obje var. Bir kısmını kendimin aldığı, bir kısmı hediye olan fakat hepsinin bir anlamı ve anısı olan objeler. Neden bu objeleri yazmayım diye düşündüm, sonuçta hepsi içinde bir hikaye barındırıyor, kimi yaşanmış, kimine bizzat kendim tarafından bir öykü uydurulmuş. Ezgi'ye böyle bir fikir verdiği için teşekkür ediyor ve her ayın ilk pazartesisi bir objeyi öykülemek üzere ilk obje ve ilk öykü diyorum: 


Bu iki porselen minnoş, Tavşan Kardeş'le Kedi Arkadaş kitaplığımda ikamet eden en eski objeler. Öğretmenliğe başlamadan önce bir süre bir devlet kuruluşunda 1,5 yıl kadar hizmetim oldu. Bu işe girişimin ilginç ve komik bir öyküsü vardır. Henüz üniversitede öğrenciydim, 12 Eylül öncesinin en berbat zamanlarıydı ve bir süredir okula devam edemiyorduk. O sıralarda nişanlı olan iki arkadaşım hararetle iş arıyor ve her buldukları iş başvurusuna koşturuyorlardı. Sözkonusu kurumun eleman alacağı ilana çıkınca başvuru için ısrarla beni de götürdüler. Adeta sürüklenerek götürüldüm, "İşe girmek istemiyorum, bırakın beni, hayatımdan memnunum" diye ben direttim, onlar direttiler. Sonunda el mahkum onlarla birlikte personel servisine gidip gerekli formları doldurdum. Birkaç gün sonrası için mülakat saati belirlediler, ayrıldık. Bu arada gireceğimiz iş daktilograflık. Malum okuduğumuz fakültede 2 yıl boyu 10 parmak daktilografi eğitimi almışız. Derken mülakat günü geldi, yine aynı arkadaşlarla sabahın köründe kurumun kapısına dikildik, görevliye mülakata geldiğimizi söyledik. aldığımız cevap mülakatın öğleden sonraya ertelendiği şeklinde oldu. Mülakat dediysem aslında daktilo sınavı, yani oturup daktilonun başına yazacağız, onlar da bizim süratimize ve yazı düzenimize bakacaklar. Gelgelelim sınav öğleden sonraya ertelenmiş, bana kalsa hemen dönerdim, öğleden sonra da gelmezdim, o derece isteksizim yani. Ama arkadaşım çok kızdı, "Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz, ona göre programımız var" deyince görevli bir yerlere telefon etti, "Tamam 2. kata çıkın sizi sınava alacaklar" dedi. O zamanlar bu işler ne kolaymış, posta bile koyabiliyormuşuz sınav heyetine 😃 Neyse çıktık yukarı, önümüze birer daktilo makinesi koydular, birer kağıt verdiler, bir de örnek, "Yazın" dediler. Yazdık, ben laf olsun diye yazdım, arkadaşlarım özenle ve dikkatle. Sonuç ne oldu dersiniz, ben kazandım, onlar elendi. Zorla götürüldüğüm başvuruda onların hakkını engellemiş gibi oldum, neyse ki kısa süre sonra onlar da bir iş bulup çalışmaya başladılar. Sınavdan bir hafta sonra babam eve geldi ve kendince müjdeyi, benim açımdan tatsız haberi verdi, evde telefon yoktu henüz, haberleşme numarası olarak babamın işyeri telefonunu vermiştim. "Hayırlı olsun kızım, sınavı kazanmışsın, pazartesi işe başlaman söylendi" deyince neredeyse ağlayacaktım. Bu kadar kolay ve bu kadar isteksiz işe başlanır mı yahu 😃 Pazartesi el mahkum gönülsüz gönülsüz işe başladım, tesadüf bu ya-aslında tercihen-sınav girdiğim bölümde görevlendirilmiştim. İlk hafta çok acemice geçti. 4 kişilik bir odaya 5. olarak gelmiştim. Bir masaya oturttular, önüme lenduha gibi bir daktilo kondu, ilk gün sekiz saat hiçbir şey yapmadan oturdum, sorulan sorulara cevap verip, çay ocağı görevlisinin "İçmeyeceğim" dememe rağmen inatla önüme koyduğu çayları içer gibi yaptım. Odada yaş haddinden emekliliğine  1-2 yılı kalmış, sarıya boyalı saçları, sıklamen rengi rujuyla süslü bir teyze, ben yaşlarda bir başka daktilograf hanım, memuriyetinin yanısıra müzik eğitimi alan genç bir adam ve gündelik hayatında ud çalan orta yaşlı bir bey daha vardı. Onlar da gün boyu oturuyorlardı zaten. Arada bir istenen bir evrağı dolaptan çıkarıp zimmetle teslim etme dışında yegane görevleri sohbet etmekti. Odadaki ve yan odadaki diğer iki daktilografla benim görevim de günde önümüze gelen 2-3 yazıyı daktilo etmekten ibaretti. İlk hafta yazdığım ilk yazıyı daire başkanına elimde sallayarak imzaya götürdüğüm için sıkı bir azar işittim. İmza klasörünü böylece öğrendim. Müdürlerden birinin yöneticisi olduğu apartmana ait yazıları daktilo etmenin görevim olmadığını farkedip kaytarma yollarını keşfettim. Çaycının önüme zorla itelediği çayları geri çevirmeyi becerdim. Kare bulmaca meraklısı daire başkan yardımcısının bilemediği bir soruyu cevaplayınca itibarım arttı, saatlik izinlerim sayılmaz oldu. Arkadaşlar edindim, sıkıldıkça kitap  alma bahanesiyle çatı katındaki kütüphaneye topluca kapağı atıp, kütüphane memuruyla sohbete koyulduk. Kurumun karşısındaki cafeden ikindi üstleri şahane sosisli sandviçler sipariş edip kendimize ziyafetler çektik. Aybaşlarında maaşı alır almaz öğle tatilllerinde alışverişe çıktık. Çok düzenli bir kurumdu, maaş günü öğleye doğru yan binadan mutemet gelir ve herkesin maaşını zarf içinde masasına kadar getirip teslim ederdi. Zarftaki para cüzdana aktarılır aktarılmaz da saat 12.00 beklenir ve Kızılay'a koşturulurdu. İşte bu minnoşlar o maaş zarflarının ilkinden çıkan parayla Orduevi'nin yanındaki bir züccaciyeciden alınmıştı. Adını bile unuttum, zaten artık öyle bir yer de mevcut değil ama benim Kedi Arkadaş'la Tavşan Kardeş yıllardır kitaplığımın rafını kendilerine mesken tuttular, benimle birlikte her eve taşındılar. Her baktığımda o kurumu, arkadaşlarımı, maaş günlerini, birlikte yapılan alışverişleri, bir bardak çay, bir fincan kahve alıp yarıyarıya karıştırarak içen bulmaca meraklısı daire bşk. yardımcısını, çatıdaki kütüphaneyi, üzeri kalın bir camla kaplı eski çalışma masamı, bodrumdaki yemekhaneyi hatırlarım...

7 yorum:

  1. İkinci adam kitabını henüz okumadım not aldım

    YanıtlaSil
  2. Cok sevdim,cokkkk...Ezgi iyi ki bu maddeyi koymus gercekten.Bu seriyi iple cekecegim:)

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel çok şirin şeylermiş. Yanlız hayret ettim o kadar zaman önce alınan bu minnoşları saklayabilmiş olmanıza :)
    Bu tür yazılarınızı çok seviyorum. Geçmişi anlatan, üstelik çoğunluğu Ankara ile ilgili olanlara :)

    YanıtlaSil
  4. Söylemiştim di mi, bu objelerinize hayranlığımı? Yaa ne kadar sevindim bilemezsiniz örtmenim. Sanırım en çok ben hatta ;))

    YanıtlaSil
  5. Ah ne güzel, ilk maaş hatırası...

    YanıtlaSil
  6. Hem başlatılan serideki yaratıcılığına hayran oldum hem de hikayenin güzelliğine ♥
    Buna benzer bir olayı ben de yaşamıştım, tamamen arkadaşıma refakat etmek için gittiğim iş başvurusuna ben de zorla form doldurtturulmuştum. Nasıl lakayıt yanıtlar verdiğimi dün gibi hatırlıyorum. Çünkü hala (aynı yerde olmasa bile) aynı mesleği yapıyorum.
    Sevgiyle kalın ♥

    YanıtlaSil
  7. ben bu objeler için, Ikea'dan ince uzun bir cam dolap aldım. Yetmedi. kitaplığımdaki her rafta yine ayrıca var. Bunların hikayesi var elbette. ama odaklanıp yazmam lazım. Hikayen müthiş. Dışarda sosisli sandviç yemek benim de çocukluğumun her zaman favorisiydi.

    YanıtlaSil